Tarihsel Saptamalar (11)
50. 9 Mart 1935 tarihli CHP IV. Büyük Kurultayı'nda Kemal, Sovyetlerle ilgili olarak görüşlerini şöyle açıklar :
"Sovyetlerle dostluğumuz her zamanki gibi sağlamdır. (Sürekli alkışlar)
ve içtendir. Kara günlerimizden kalan bu dostluk bağını Türk ulusu
unutmaz değerli bir hatıra bilir (sürekli alkışlar) iki memleket
arasında her yönden değerler sıklaşmakta ve genişlemektedir. Sovyetler,
Cumhuriyetimizin onuncu yılında yüksek delegeleriyle şenliklerimizde
hazır bulundular.
"Devletlerimiz hükümetleriyle ve uluslarıyla, her fırsatta birbirlerine
nasıl inandıklarını ve ne kadar güvendiklerini bütün dünyaya
göstermektedirler. Son günlerde Boğazlar meselesini ortaya koyduğumuz
zaman Sovyetlerin bizim tezimizdeki doğruluğu ve haklılığı bildirmiş
olmaları, Türk ulusunda yeniden dostluk duyguları uyandırmıştır.(sürekli
alkışlar).
"Türk-Sovyet dostluğu şimdiye kadar ulusal barış için yalnız hayır ve
fayda getirmiştir. Bundan sonra da yalnız hayırlı ve faydalı olacaktır."
Korporatist bürokrat burjuva Kemal'in
bu sözlerini ciddiye alıp inanırsanız ki, Sovyet Heyetleri daima
inanmışlardır (belki de inanır görünmek dar ulusal çıkarlarına uygun
düşmüştür) o nedenle onun gerçek yüzünü görememişlerdir.
Kemal, gerçek yüzünü Amerikalı general Mac Arthur ile 27 Eylül 1932 tarihinde yaptığı görüşmedeki sözleriyle gözler önüne sermektedir. Kemal'in nasıl bir iki yüzlü siyaset izlediğini ve demagoji ustası olduğunu bu iki farklı konuşmayı okuyunca görüyoruz.
Kemal, Mac Arthur'a şunları söylüyor:
"Avrupa devlet adamları, başka ihtilaf mevzuu olan mühim siyasi
meseleleri, her türlü milli egoizmlerden uzak ve yalnız umumun nefine
olarak son bir gayret ve tam bir hüsnüniyetle ele almazlarsa, korkarım
ki felaketin önü alınamayacaktır. Zira Avrupa meselesi İngiltere, Fransa
ve Almanya arasındaki ihtilaflar meselesi olmaktan artık çıkmıştır.
Bugün Avrupa'nın şarkında bütün medeniyeti ve hatta bütün beşeriyeti
tehdit eden yeni bir kuvvet belirmiştir. Bütün maddi ve manevi
imkanlarını top yekün bir şekilde cihan ihtilali gayesi uğruna seferber
eden bu korkunç kuvvet, üstelik Avrupalılar ve Amerikalılarca henüz
malum olmayan yepyeni siyasi metotlar tatbik etmekte ve rakiplerinin en
küçük hatalarından bile mükemmelen istifade etmesini bilmektedir.
Avrupa'da vuku bulacak bir harbin başlıca galibi ne İngiltere, ne
Fransa, ne de Almanya'dır. Sadece Bolşevizmdir. Rusya'nın yakın komşusu
ve bu memleketle en çok harbetmiş bir millet olarak, biz Türkler, orada
cereyan eden hadiseleri yakından takip ediyor ve tehlikeyi bütün
çıplaklığı ile görüyoruz. Uyanan şark milletlerinin zihniyetlerini
mükemmelen istismar eden, onların milli ihtiraslarını okşayan ve kinleri
tahrik etmesini bilen bolşevikler, yalnız Avrupa'yı değil Asya'yı da
tehdit eden başlıca kuvvet halini almışlardır." Atatürk'ün Milli Dış Politikası, 1923-1938, Cilt II, s.78-79 Konuşmanın yapıldığı tarih : 27 Eylül 1932
Kemal o günün sosyalist Sovyetlerine karşı tamamen emperyalist kampın bir adamı olarak konuşmaktadır.
Konuşma bittikten sonra "Atatürk gülerek Mac Arthur'a şöyle demişti:
"Görüşlerimizde tam bir mutabakat var. ..." (Agy, s.79)
168. Türkiye tarihinde iki Cumhuriyet dönemi yaşanmıştır. Bugün TC Üçüncü Cumhuriyet'e gebe durumdadır. Birinci Cumhuriyet 1920-1945 dönemidir. İkinci Cumhuriyet 1945-1984 dönemidir. Üçüncü Cumhuriyet ise adı konulmamış bir biçimde 1984 sonrası PKK eylemleri nedeniyle ağır ağır oluşmaktadır.
Birinci Cumhuriyet döneminin egemen güçleri Kemal-İnönü çevresinde
toplanan korporatist bürokrat unsurlardır. Bu dönem içte bürokrat
burjuvazinin iktisadi anlamda tıkanması, liderlerinin yaşamdan
çekilmesi, dünya çapında emperyalizmin rolünü daha fazla hissettirmesi
ve yeni-sömürgeci dönemin başlaması, ülkede bürokrat burjuvazi
tarafından beslenen ve palazlandırılan hür teşebbüsçü burjuvazinin sınıf
olarak toplumsal yaşama ağırlığını koymaya aday olması ile son
bulmuştur. Emperyalist kapitalist sistemin zırhlı yumruğu NATO'ya üye olunmaya karar verilmesi de Birinci Cumhuriyet döneminin lideri İnönü'nün onayı ile olmuştur.
İkinci Cumhuriyet
döneminin egemen güçleri işbirlikçi burjuvazi ve feodal güçler
olmuştur. İşbirlikçi burjuvazi durumunda olan komprador burjuvazi Bayar-Menderes çevresinde toplanmıştır. Emperyalizmin yeni-sömürgeciliğinin has işbirlikçileri olan Bayar-Menderes faşist korporatist kliği kendilerini Demirel-Özal kliğinin şahsında devam ettirmişlerdir. Birinci Cumhuriyet döneminde resmi ideoloji durumunda olan korporatist Kemalizm, İkinci Cumhuriyet
döneminde yarı-resmi bir ideoloji konumuna getirilmiştir. Burada iki
korporatizm arasındaki fark ortaya çıkmaktadır. Kemalist korporatizm
tekçi, şefçi, devletçi, milliyetçi iken Bayar-Menderes-Demirel-Özal kliklerinin
komprador-feodal korporatizmi çoğulcu bir nitelik arz eder.
Milliyetçiliği bir kenara atmadan ona sermayenin uluslararası özelliğini
eklemler ,devletçiliği ortadan kaldırmadan onun iktisadi hayattaki
rolünü kısar, Milli Şef imajı, kurtarıcı ve baba imajı halini alır. Dini
denetimine alarak toplumsal bilinçten dışlamak yerine, dini yine
denetimine alır ancak toplumsal bilinçte yaşaması için kanallar da açar.
Korporatist Kemalizm her türlü gelişmeyi kendisi ile başlatırken,
komprador-feodal korporatizm kendi tarihsel dayanaklarını Osmanlı
Sultanlarına uzatmaktan geri kalmaz. Bunlar korporatizmin sadece
kapitalizmi ile yetinmezler feodal yönünü de kapsarlar. Bu bakımdan her
ne kadar Mustafa Kemal "Hissimin babası Namık Kemal, fikrimin babası Ziya Gökalp" derse de, Ziya Gökalp komprador-feodal korporatistlere daha yakın durmaktadır. Çünkü Ziya Gökalp, Türk-İslam-Batı sentezcidir. Komprador-feodaller de öyle; oysa korporatist Kemal, Ziya Gökalp'in düşünce sistematiğinin temel üçlüsü olan Türk-İslam-Batı sentezinden İslam temasını dışlar ve onu tam anlamıyla denetimine alır. Adeta M. Kemal dini
ideolojinin yularını eline almıştır. Ve nereye isterse oraya
çekmektedir. Komprador-feodal korporatistleri çoğulcu olarak nitelerken,
kesinlikle bu çoğulculuk içinde halk güçleri olan proletarya, yoksul
köylülük ve küçük burjuvazi yoktur. Bu çoğulculuk egemen sınıflar için
tasarlanmış onların farklı fraksiyonlarının sahnede görüldüğü bir
çoğulculuktur. Nitekim bu çoğulculuğu İkinci Cumhuriyet döneminde çok net olarak görmekteyiz. Dinci korporatist faşist Erbakan'ın Milli Nizam Partisi, ırkçı korporatist faşist Türkeş'in Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi bu dönemde boy vermiş ve gelişme sağlamıştır.
Korporatizmin temel özelliklerinden birinin hegemonik karakter olduğunu
söylemiştik. Bu hegemonik ve de hiyerarşik karakter İkinci Cumhuriyet
döneminde de somutlaşmıştır. Hegemonik-hiyerarşik karakter sadece halk
güçlerine karşı işlemez, aynı zamanda egemenlerin kendi aralarında da
işlerliğini sürdürür. Nihayet hiyerarşinin tepe noktası korporatist
Kemalistlerden komprador-feodal korporatistlere geçmiştir. İkinci Cumhuriyete rengini veren bu olgudur.
Üçüncü Cumhuriyet
dönemine geçelim. Bu dönemi başlatan Kürt örgütü PKK'nin 1984'te
gerilla savaşı olgusudur. Bu savaş önceleri kayda değer bulunmamış olsa
da zaman geçtikçe siyasal yaşamdaki ağırlığını hissettirmeye başlamış ve
gündem olan ve de gündemden düşmeyen bir olgu halini almıştır. PKK
gerçeği, bir ulusun kendi kaderini tayin hakkı ile özdeşleşmiştir.
Sınıf mücadelesi gerçeği değil, ayrı ulusal devlet kurma gerçeğidir söz
konusu olan. Daha önceki Kürt isyanları bastırılmış, söndürülmüş ancak PKK'nin
gerilla savaşı on yıllara uzamış ve korporatistleri hem iktisadi, hem
ulusal, hem siyasi, hem de uluslararası platformlarda meşgul etmiş,
çözüm aramaya zorlamıştır. Gündem hala tartışmaya açık olarak sürüp
gitmektedir. Bu iş nereye varır sorusu kafalarda hükmünü sürdürmektedir.
Ayrı bir Kürt devleti mi, Bask Modeli mi, sınırlı kültürel haklar mı
veya başka bir seçenek mi resmiyet kazanacaktır. İşte TC rejiminin bugünü de bu seçeneklerden birini işaretleyecek, ve Üçüncü Cumhuriyet dönemi vazgeçilemez ve geriye döndürülemez bir şekilde tarihe geçecektir. Üçüncü Cumhuriyet dönemi Korporatist TC açısından
diğer iki Cumhuriyet döneminden daha vahim sonuçları bağrında taşıyan
bir olgudur. Bu dönem TC'nin sınırları ile ilgili, kültürel kimliği ile
ilgili, iktisadi yapısı ile ilgili, askeri örgütlenmesi ile ilgili,
etnik yapısı ile ilgili ve daha bir çok ilgi unsuruna açık bir dönemdir.
Rejim İkinci Cumhuriyet dönemini 1960-1971-1980 darbeleri ile kapadı, ancak Üçüncü Cumhuriyet dönemini bir darbe ile lehine bir şekilde çözebilecek durumda değildir.
174. Bütün korporatist ideolojiler gibi Gökalp
kaynaklı korporatist Kemalizm de eklektik bir sistemdir. Uzlaşmazları
uzlaştırma, bağdaşmazları bağdaştırma, çelişmeli karşıtları uyum halinde
gösterme onun temel özelliğidir. Bu temel özellik kendini felsefi
düşünüş alanında pragmatist olarak ortaya koyar. Korporatist
ideolojilerin felsefi düşünüş modeli, tarzı, özü pragmatizmde ifadesini
bulur. Pragmatist düşünüş tarzını esas almış olması nedeniyle demagojik
karakter taşır. Pragmatist felsefenin düşünüş süreci onun niteliği
gereği demagojiktir. Demagojik yönteme başvurmaksızın bu düşünüş sistemi
varolamaz, kurulamaz. Gökalp'in üç temel tezi olan,"Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak"
sentezi tamamen bağdaşmazları bağdaştırma çabasıdır. Tamamen tarihsel
olarak farklı dönemlerde ve farklı tarihsel koşullar nedeniyle ortaya
çıkmış bu üç tarihsel kategoriyi bir kapta kaynatma çabasıdır. Ortaya
çıkan ise hem komik, hem mantık dışı, hem bilim dışı bir bileşimdir.
Pragmatist düşünüşün, demagojik yöntemi kullanarak ortaya koyduğu bir
düşünce sistemi ancak bu nitelikte bir saçmalık ve de koflukta olabilir.
169. Korporatist
Kemalizm her ne kadar her şeyi kendisiyle başlatma iddiası taşısa da bu
böyle değildir. Daha Osmanlı İmparatorluğu döneminde Osmanlı feodal
korporatizmine aşı yapma onu canlandırma ve yenileme amacıyla da olsa
ortaya çıkan ithal kapitalist korporatizm -buradaki nitelemeye dikkat
edelim- ithal kapitalist korporatizm diyoruz. Neden? Çünkü daha
Osmanlılar döneminde kendi iç dinamiğiyle feodalizme alternatif bir
kapitalizm -yerli bir kapitalizm, milli bir kapitalizm- ortaya
çıkmamıştı. Bu kapitalizm dışarıdan alınma bir kapitalizmdi.
Hatta dışarıdan alınma bir kapitalizm ve içeride büyütülen bir
kapitalizm -yeni sömürgeci kapitalizm gibi- değildir söz konusu olan,
ama tamıtamına kapitalizmin tekniğinin ve biliminin ortaya çıkardığı
araç ve gereçtir, malzemedir bunlar. Özellikle devletin hantallaşmasına
tepki ve bu hantallaşmayı önleme olduğu gibi Avrupa'ya karşı kendini
ayakta tutma temelinde ortaya çıkan yenileşme girişimleri başladı. Bu
yenileşme girişimleri sadece teknolojiyi içermedi aynı zamanda sosyal ve
siyasal ve de askeri yaşamın yeniden organizasyonunu da hesaba kattı.
Bu nedenle Osmanlı da Batılılaşma veya modernleşme denilen olgu
başladı.1718 -1839 ilk modernleşme girişimleridir. Batı'nın askeri
tekniği, silahı, eğitim ve örgütlenmesi Osmanlı Devleti ve yaşamına
uyarlanmaya başlandı. İkinci aşamada (1876 -1878'de) parlamentarizm
denendi. 1878 -1908 döneminde Meşrutiyet gündeme geldi.
Dolayısıyla M. Kemal'in Batıcı kökeni buralara dayanır. M. Kemal'in Batıcılık anlamındaki öncülleri III. Selim, II. Mahmut, Reşit Paşa, Ali Paşa, Fuat Paşa'dır.
Tarihsel Saptamalar (13)
188. Korporatist Kemalizmin altı ilkesi olan Cumhuriyetçilik, Laiklik, Devletçilik, İnkilapçılık, Milliyetçilik ve Halkçılık
kavramları kim nereye çekerse oraya gidebilecek türden kavramlar
değildir. Bu kavramlar dönemleri itibarıyla ele alındıklarında
korporatist özle yüklü oldukları ve sola kapalı, sağcı özünü de
demagojik tarzda gizleyecek türden kavramlardır. Feodal korporatizmin
üstyapısını dışlamış, anti-sömürgeci ancak kapitalist ideolojiyi
benimsemiş ve kendini onun çerçevesinde formüle etmiş kavramlardır.
189. Cumhuriyetçilik
kavramı feodal korporatistlerin padişah-halife ikilisinin kurumlarına
karşı burjuva yönetim tarzını ifade eder. Cumhuriyetçilik feodal
imparatorların egemenliğinin yerinin, ulusal egemenlerce
doldurulmasıdır. Ulus adına, ulusun kapitalist ideoloji ile donanmış
seçkinlerinin yönetimidir söz konusu olan. İçinde bulunulan "Cumhuriyet"
burjuva cumhuriyettir. İran'ı göz önüne alırsak o da İslam Cumhuriyeti
adını benimsemiştir. Tabii bu saçmalığın daniskasıdır. İslam gibi
gerici-anti demokratik, otoriter ve hatta faşist bir ideoloji Cumhuriyet
kavramını kendine yakıştırabiliyor. Çin ve Sovyetler de kendilerine Çin
Halk Cumhuriyeti ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adlarını
uygun görmüştü. Ve artık demode olmuş bir kavramdır cumhuriyet.
190. Laiklik,
din esasına dayalı siyasal, kültürel yapının din dışı esaslara
dayandırılmasıdır. İlhamını iddia ettikleri tanrısal ayetlerden alarak
değil, kapitalizmin çıkarlarından alan bir siyasi, kültürel, sanatsal,
hukuki yapının toplumsal bilince egemen kılınmasıdır. Bunun için de
toplumun bilinç yapısını ve sosyal ilişkilerini belirleyen kurumların
inşa edilmesidir. Dinin devlete ilişkin girişimlerden el çektirilmesi ve
vicdani bir sorun haline getirilmesidir. Olmayan tanrı ile onun kulu
arasına hiçbir kişi ve kurumu zor yolu ile sokmamak ve buna zorunlu
kılmamaktır. Laik yapı kapitalizmin en vazgeçilemez, en ihmale gelmez,
en önemli kurumudur. Kapitalizm laik olmadan kapitalizm olamaz.
Korporatist kapitalistler ile feodal korporatistler arasında baş sorun
laiklik olagelmiştir.
191. Devletçilik;
korporatist Kemalizm doğuşunu anti-sömürgeci Kurtuluş Savaşına
borçludur. Ve tabii ki bunun ardından bir devlet ortaya çıkmıştır. İşte
bu devlet sömürge tipi olmayan, korporatist Kemalistlerin varlığını
meşru kılan bir devlettir. Devletsiz bir korporatist Kemalizm
düşünülemez. Korporatist devlet çok cılız, çok zayıf olan sosyo-ekonomik
yapıyı koruyan ve kollayan ve de geliştiren bir işlev üstlenmiştir.
Kurtuluş Savaşı sosyal bir kurtuluşu veya feodalizmden kurtuluşu
hedefleyerek yapılmadığından devleti kutsamak zorundadır. Eğer Kemalist
devlet feodalizme karşı, ulusal burjuvazinin talepleri doğrultusunda bir
mücadele sonucu kurulsaydı, devletçilik ilkesi benimsenmezdi. Türk
milli burjuvazisinin çok zayıf olması toplumda egemen güç olamaması
nedeniyle egemen güç devlet adı altında bürokrat asker-sivil burjuvazi
tarafından üstlenilmiştir. Devletçilik, bürokrat burjuvazinin iktidarı
ile özdeşleşmiştir.
192. İnkılapçılık;
korporatist Kemalizm devrimci değil, inkılapçıdır. İnkılapçılık ezen
bir sınıfın elinden bir başka ezen sınıfın eline devlet iktidarının
geçmesi için başvurulan yoldur. Korporatist Kemalizmin inkılapçılığı
feodalizmin üst yapısının tasfiye edilip kapitalizmin üst yapısının
inşası için girişilen pratiktir. Korporatist inkılapçılık evrensel bir
kavramdır. Bütün kapitalistler feodalizme karşı kendi iktidarını egemen
kılmak için inkılapçı olmak zorundadır. İnkılapçılık halkın veya
proletaryanın iktidar yolu değildir. Burjuvazinin iktidar yoludur. Ancak
Kemalist inkılapçılık iktisadi alanı kapsamaz, yani feodal mülkiyetin
tasfiyesini hedeflemez. Sadece feodal ünvanların üst yapının tasfiyesini
onaylar. O nedenle Şefik Hüsnü TKP'sinin korporatist Kemalizmden toprak devrimi beklentisi önemli bir yanılgı olmuştur.
193. Korporatist
Kemalizmin bir diğer ilkesi milliyetçiliktir. Kapitalist-emperyalist
çağın önemli bir olgusu olan milliyetçilik, ilk filizlerini feodalizme
karşı mücadele içinde vermiştir. O nedenle milliyetçilik, anti-feodaldir
ama tam anlamıyla da burjuva bir anlayıştır. Kemalizm, Osmanlı
feodalizminin ümmet olgusunun karşısına dünya kapitalizminin millet
olgusu ile çıkmiştır. Feodalizm, ümmeti, aşireti, kabileyi temsil
ederken kapitalizm milleti temsil eder. O nedenle korporatist Kemalist
kapitalizm millet esası üzerine oturmuştur. Korporatist kapitalizmin
feodalizme ve sosyalizme karşı kullandığı en etkili silah milliyetçilik
plmuştur. Milliyetçilik bir yandan ümmet ideolojisini dışlarken diğer
yandan da sınıf mücadelesini dışlamaktadır. Barbar feodalizmin aşireti
ve ümmeti yerini vahşi kapitalizmin milletine bırakmıştır. Ancak, tabii
ki milletler de dünya çapında kapitalizmin gücüne göre ikiye
bölünmüştür; ezen ve ezile milletler olarak. Kapitalist-emperyalist
ülkelerin milletleri ezenleri temsil ederken yarı-bağımlı, yarı-sömürge,
yeni-sömürge ülkelerin milletleri ise ezilen milletler
kategorisindedir. Ayrıca gerek ezen, gerekse ezilen milletler de ikiye
bölünmüştür. Her millet ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen, gerici ve
devrimci, işbirlikçi ve yurtsever, yoksul ve zengin olarak iki karşıt
kutup halindedir. Ezen Türk, Ezilen Türk; Sömüren Türk,
Sömürülen Türk; Gerici Türk, Devrimci Türk; Faşist Türk, Kızıl Türk;
İşbirlikçi Türk, Yurtsever Türk; Yoksul Türk, Zengin Türk olarak ikiye bölünme, iki kutba ayrılma tam anlamıyla gerçekleşmiştir.
194. Halkçılık,
Kemalizmin en demagojik ilkesidir. Kemalistler yönetenleri halktan
görmedikleri için, yönetilenler yerine halk kavramını kullanmış ve bu
kavramı da çarpıtmak amacıyla yönetilenlerin yani aşağıdakilerin partisi
anlamında kendi partisine Cumhuriyet Halk Partisi adını vermiştir. Kemalizmde somut bir halk anlayışı yoktur. Ve zaten olamazdı da. M. Kemal,
"Köylü milletin efendisidir." der. Ama sadece "der". Kemalizm kapsayıcı
karakterinden dolayı sol görüşü ekarte etmek amacıyla halkçılık
ilkesini ileri sürmüştür. Halkçılık, Kemalizmin sağcı kapitalist
niteliğini gözlerden gizlemek, bilinci çarpıtmak amacıyla kullandığı
"sol" maskeli bir silahtır.
195. Korporatist
kapitalizmin altı oku tam anlamıyla korporatist kapitalizmin dört temel
özelliğini içermektedir.Hegemonik-hiyerarşik özellik, demagojik
karakter, dayanışmacılık, yayılmacı-kapsayıcılık kısaca şu şekillerde
ortaya konulabilir. Milliyetçilik ilkesi tamamen dayanışmacı bir
ilkedir. Sınıf mücadelesi yerine sınıflararası uyum ve dayanışma empoze
edilir. Böylece egemen kapitalist sınıfların iktidarı gözlerden
gizlenir. Milli birlik ve beraberlik nutukları bu amaçla atılır. Oysa
Türkler ikiye bölünmüş durumdadır. Bir yanda zengin Türk, karşı tarafta
yoksul Türk; bir yanda yöneten Türk, karşı tarafta yönetilen Türk; bir
yanda ezen Türk, karşı tarafta ezilen Türk; bir yanda gerici Türk, karşı
tarafta devrimci Türk; bir yanda faşist Türk, karşı tarafta Kızıl Türk
olarak iki farklı, iki karşıt, iki uzlaşmaz Türk tipi vardır.
Cumhuriyetçilik ilkesi Kemalizmin demagojik bir ilkesidir. Söz konusu
olan hangi cumhuriyettir? Elbette burjuva iktidarını sürdüren bir
Cumhuriyettir. Ve asla halk cumhuriyeti değildir.
Devletçilik ilkesi, devletin kuruluşundan itibaren korporatist bürokrat
karakterine dayanmaktadır. Oysa devlet milletin (tabii arı ve saf
millet) devletidir. Korporatist devlet daha başından itibaren Mustafa Suphileri, Çerkes Ethemleri, Demirci Mehmet Efeleri dışlamış
bir devlettir. Kelimenin tam anlamıyla hiyerarşik olarak örgütlenmiş bu
yapıda tepe noktasını ele geçirmeye çalışanların girişimlerini kanla
ödetmiştir. Korporatist generaller devletin hiyerarşik örgütlenmesinin
tepe noktasındadırlar. Faşist darbelerin, faşist cuntaları bu
korporatist generallerin eseridir. Türk devleti bir avuç
gerici-faşist-kapitalist-büyük bürokrat tarafından ezilen-yoksul Türklük
aleyhine (diğer ulus ve etnisiteleri saymaya bile gerek yok, onları
acısı daha büyük olmuştur) emperyalist devletlere peşkeş çekilmektedir.
Devletin hiyerarşik örgütlenmesi, ezilen Türk'ü, yoksul Türk'ü bünyesine
almamaktadır. Hiyerarşik örgütlenme aşağıdaki Türk'ü aşağıda,
yukarıdaki Türk'ü yukarıda tutarak adeta bir kast oluşturmakta, Türklüğü
bölmenin bir aracı olmaktadır. Türklük hiyerarşik örgütlenme nedeniyle
bölünmekte, arılığını, saflığını, temizliğini kaybetmektedir. Zengin
Türk, yöneten Türk devlet kademelerinde, yoksul Türk'ün, yönetile
Türk'ün üzerine bir kabus gibi çökmektedir. Devletin hiyerarşik
karakteri Türk'ün Türk üzerindeki bir aracı olduğu gibi Türk emeğinin
emperyalizmin hizmetine sunulmasının da bir aracı olmuştur. Devletin
hiyerarşik tepe noktalarında yurtsever Türk yerine NATO'cu işbirlikçi Türk bulunmaktadır. Bağımsız Türk Devletinin yerini emperyalizmin vurucu gücü NATO'ya
bağımlılık almıştır. Buna karar veren kimdir? Devletin hiyerarşik tepe
noktasında bulunan ve Türk'ü emperyalizmin hizmetine sokan bir avuç
işbirlikçi Türk'tür.
Korporatist kapitalizm demagojik karakterini laiklik konusunda da
göstermektedir. Laik devlet ilkesini ileri sürerek feodal düşünceyi
dışlarken ikiyüzlü davranmaktan geri kalmamaktadır. Çünkü o dinin
doğuşunu ve temellerini, onun üretim biçimi ve üretim ilşkileriyle olan
bağını açıklamaz. Tanrı tanımazlık ile iman arasında kendine bir yer
edinerek, toplumun bilincinin nereye kadar ilerlemesi gerektiğine karar
verir. Tanrının varlığını kabul eder ancak tanrısal olduğunu kabul
ettiği kitabı uygulamaya koymaz. Çünkü mülkiyetin üzerine gölge düşürmek
istemez. Sömürünün insan tarafından yapıldığının ve devlet destekli
olduğunun açığa çıkmasını istemez. Solu ümmetçiye, ümmetçiyi solcuya
karşı kullanmaya yeltenir. Laiklik bütün zamanların men ikiyüzlü, en
demagojik ideolojisidir. Korporatist kapitalizm demagojik karakterinden
dolayı bu ideolojiye sımsıkı sarılır. Beş yüz gram dini ideoloji ile beş
yüz gram ateizmi bulamaç yaparak toplumun önüne koyar. "Buyrun
ideolojik yemeğiniz budur." der. Bu yönüyle dini de kapsayıcı bir rol
oynar. Ve de kendi hiyerarşik örgütlenmesinde kendi denetim ve
yönetiminde olmak şartıyla ona yer verir. Aynı zamanda bu rol onun din
ile dayanışmacı karakterini de göstermiş olur. Din tam anlamıyla
dışlanmaz, laiklik ilkesi gereğince dayanışma amacıyla kullanılır. Bir
yandan halkın geri bilinci belli ölçüde muhafaza edilir, diğer yandan
dini ideoloji savunucuları toplumdan ve hiyerarşik örgütlenmeden
dışlanmayarak denetimli olarak rollerini oynarlar. Böylece çarpık, altı
kaval, üstü şişhane tipinde bir dinci ortaya çıkar. Bu dinci tipi tiraji
komik bir dinci tipidir. Hem gülünesi hem de ağlanası bir hali vardır.
Bu laiklik cami imamına kravat taktırtmaktır. Laiklik, dini, ideolojiyi
çeşitli kisvelere büründürerek parlamentoya milletvekili olarak
sokturtmaktır. Laiklik, Darvin'in evrim anlayışının
yanı sıra imanın şartlarını ve 32 Farzı devlet okulunda öğretmektir.
Laiklik medeni nikahın yanı sıra imam nikahına göz yummaktır. Laiklik,
örümcek kafalı ve çember sakallı avukata TC yasalarının savunuculuğunu
üstlendirmektir. Laiklik, ramazandan ramazana oruç tutup, Cuma'dan
Cumaya camiye gitmektir. Laiklik, türbanlı bir doktorun bilimsel tıp
eserini incelemeye besmele çekerek başlamasıdır. Laiklik toplantıda
ayran içip toplantı sonrası gavur icadı Mercedes'e binerek gideceği yere
gitmektir. Laiklik mahalle kabadayısının kumar masasında tespihini
farklı amaçla kolunda, elinde bulundurmasıdır. Laiklik genelev
fahişesinin ağzında "Allah kimseyi bu yollara düşürmesin" şeklinde
yakınmasıdır. Laiklik geçmiş ile gelecek arasındaki karakedidir. Laiklik
türbanlı genç kızın ateist erkeğe gönlünü kaptırmasıdır. Laiklik
kapitalizmin kurum ve kuruluşlarından beslenip kapitalizm yerine
"Allah"a şükretmektir. Laiklik, Türk Hava Kurumu'na fitre vermektir.
Laiklik cami minaresine düşen yıldırımın nedenini doğru bildiği halde
"yorum yok" demektir. Laiklik, cami minaresine paratoner takmaktır.
Laiklik. hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine inandığın halde karşıdan
karşıya geçerken trafik lambalarını dikkate almaktır. Laiklik, gece
kulubü ile caminin aynı yol üzerinde bulunmasıdır. Laiklik,"Allah adını
zikredelim evvela vacip olur cümle işte her kula " deyip sinsice
kapitalist bireyci çıkarı düşünerek işe başlamaktır.
** ** **
Tarihsel Saptamalar (14)
1. Osmanlı devleti çok uluslu, patrimonial, yayılmacı, merkezi feodal bir devletti.
2. On
altıncı yüzyıldan itibaren sosyo-ekonomik yapı Fransa, İngiltere ve
Almanya gibi kapitalist-emperyalist devletlerin ekonomik, siyasal
girdabına girmiştir.
3. XX. yüzyıl başlangıcında Osmanlı kırsal kesimi büyük toprak sahiplerinin denetimindedir.
4. Bu toprakların ancak %20'si pazar için üretime tahsis edilmiştir.
5. Şehirlerde
ekonomik güç, toptan ve dış ticareti elinde tutan azınlık gruplarda,
geleneksel Türk sanayii erbabında, esnaf ve zanaatkarlarda
toplanmaktaydı.
6. Ulusal bir burjuvazi ve onun yönlendirdiği pazar ekonomisine dayanan bir ekonomik yapı söz konusu değildi.
7. Osmanlı ekonomisi 1878 yılında askeri,1881 yılında ise Duyunu Umumiye ile mali bakımdan iflas etmiş durumdaydı.
8. Osmanlı
bürokrasisi borçla yaşatılan devletin komisyoncusu durumundaydı. Bu
nedenle imparatorluğun bağımlılığını pekiştiren bir rol oynamaktaydı.
9. İttihat ve Terakki
modern alt-bürokrasi, serbest meslek grupları, Anadolu eşrafı, küçük
çaplı müslüman sermaye gruplarının desteğindeydi.1908'de kısmen 1913'te
ise fiilen Osmanlı devlet idaresini ele geçirmiştir.
10. Birinci
emperyalist paylaşım savaşından yenik çıkan Osmanlı devleti'nin
toprakları İngiltere, Fransa, İtalya arasında paylaştırılmıştır. Böylece
bağımsız bir Türk devletinin varlığından söz edilemez olmuştur.
11. Kurtuluş Savaşı anti-sömürgeci bir mücadeledir.
12. Kurtuluş Savaşı'nın başlatılması esas olarak Yunan işgali nedeniyledir.
13. Kurtuluş Savaşı'nın başlatıcıları Çerkez Ethem, Topal Osman, Demirci Mehmet Efe gibi dönemin çeteleridir.
14. Kurtuluş
Savaşı'nın önderliğini Osmanlı devleti'nin son döneminde hakim durumda
bulunan asker-sivil bürokrasi, büyük toprak ağaları, aşiret reisleri,
ticaret burjuvazisi ele geçirmişlerdir.
15. Askeri
bürokrasinin önemli bir kesimi emperyalizme teslimiyeti seçmiştir. Kısa
bir dönem sömürgeciliğe karşı mücadeleyi seçen diğer kesimi ise tam
tutarlılık göstermeyip mandacılığın savunucusu olmuşlardır. Ali Fuat Cebesoy, Fethi Okyar, Kazım Karabekir hatta İsmet İnönü mandacılığı savunmuştur.
16. Düzenli orduya geçişe kadar, Kurtuluş Savaşı'nın esas yükü Çerkez Ethem gibi çetelerin omuzlarında olmuştur.
17. Mustafa Suphi önderliğindeki TKP Kurtuluş Savaşı'nda önderlik ilkesini, örgütlenme anlayışını doğru kavrayamadığından, Mustafa Kemal ve çevresine aşırı güvenden dolayı tasfiyeye uğramıştır.
18. Kurtuluş
Savaşı'nın karşısında olanlar ise Padişah, Halife, Saray bürokrasisi,
askeri bürokrasinin hemen hemen tamamı, yerli ve yabancı işbirlikçi
karakterdeki burjuva, feodal unsurlardır.
61. Osmanlı
burjuvazisi kozmopolit bir burjuvaziydi. Türklerden oluşmaktan ziyade
Rum, Ermeni, Yahudi ve levanten idi.Ve bu burjuvazi kapitalizmi içte
feodalizme alternatif olarak geliştiren değil, aracı, acenta rolü
oynayan komprador nitelikte bir burjuvaziydi. Bu nedenden dolayıdır ki
anti-sömürgeci Kurtuluş Savaşı sonucunda korporatist devlet esas olarak
ulusal bir devlet olarak kurulduğundan yani ulus devlet olduğundan
yabancı unsurlar olan Rum, Ermeni,Yahudi, levanten burjuvazi de ulus
devletin topraklarını terketmek zorunda kaldı.Veya bir kısmı Türk olan
iç ticaret burjuvazisi ile ortaklık kurarak durumunu korudu.Ulus devlet
derken içinde azınlık milliyetleri barındırdığını -Çerkez, Laz gibi-
unutmuyoruz. Ayrıca ve özellikle Kürtlerin bir azınlık olmaktan ziyade
geniş bir nüfusa sahip olduğunu ve yaşadıkları toprakların binlerce
yıllık tarihe sahip olduğunu, dil ve kültür birliğine de sahip
olduklarını belirtiyoruz. Ancak, Kürtlerin bir kapitalist pazara sahip
olmadıklarını ve esas olarak feodal bir üretim biçimini sürdürdüklerini,
toplumsal örgütlenmelerinde de ağa, şeyh, şıh gibi feodal dönemin
siyasi otoritelerinin rol oynadığını ve kapitalist olmayan türden bir
alt-sömürge statüde bulunduklarını ve bu statünün korporatist rejim
tarafından aynen Osmanlı'dan devralındığını belirtiyoruz.
63. Kemalist
hareket daha doğuşundan itibaren Fransız jakoben hareketiyle benzerlik
ve paralellik göstermemiştir. Her ikisi de farklı doğuş tarzlarına ve
koşullarına, farklı gelişme tarzlarına ve koşullarına sahip olmuştur.
Her ikisi de farklı tarihsel süreçlerin farklı tarihsel niteliklere
sahip hareketleridir.
Farklar özet olarak şöyledir:
___
Jakoben hareket Fransız ulusal kapitalizminin iktidara gelmek amacıyla
Fransız feodalitesine karşı şiddet temeline dayanan siyasi hareketidir.
Amaç feodalizmi tasfiye edip serbest rekabetçi ulusal kapitalizmi egemen
kılmaktır.
____
Kemalist hareket, yarı-sömürge durumda iken emperyalist savaş sonucu
sömürgeleştirilen ülkenin egemen sınıflarının -Sultan ve Saray
çevresinin teslimiyetçiliğine rağmen- ittifak yoluyla verdikleri
anti-sömürgeci bir Kurtuluş Savaşı'dır. Bu savaşın devamında yarı-feodal
yapı, yarı-feodal özelliğini korumuş, ulusal kapitalizmin gelişmesinin
önündeki engel olan feodalizm tasfiye edilmemiştir. Tam tersine rejimin
kurucuları ve sürdürücülerinin ittifaklarından biri de toprak ağalığı
olmuştur.
----- Jakoben hareket serbest rekabetçi kapitalizm döneminde tarih sahnesine çıkmıştır.
----- Kemalist hareket ise emperyalizm döneminde ortaya çıkmıştır.
-----
Jakoben hareket türdeş ulusal bir devlet sınırları içinde ortaya
çıktığından kendine karşı ulusal sorunu bulunan bir ulus ile karşı
karşıya gelmemiştir.
-----
Kemalist hareket türdeş ulusal bir devlette değil, türdeş olmayan
ulusal kimliklerin bulunduğu bir toprakta ortaya çıkmış ve egemen ulus
karakterini dayatmıştır. O nedenle o günden bu güne bir ulusal kimlik
sorunu süregelmiştir.
64. Osmanlı
Devleti'nin birinci emperyalist paylaşım savaşına katılışına kadar olan
sürede Osmanlı ekonomisindeki sanayileşme olgusu %83 oranında gıda ve
dokuma sanayiinden ibarettir.
69. Korporatist
Kemalist rejim kendi toprakları üzerinde bulunan Demiryolu ve Tütün
rejisi'ni dahi devletini kurar kurmaz emperyalizmin elinden alamamıştır.
Ancak 1924 yılında Haydarpaşa Liman ve Rıhtımı ile birlikte
Haydarpaşa-Ankara, Eskişehir-Konya ve Arifiye-Adapazarı demiryolları
devletleştirilmiştir.1926 yılında ise Kabotaj hakkı yabancı sermayeye
yasaklanmıştır.1925 yılında tütün rejisi 4 milyon TL ödenerek satın
alınıp devletleştiriliyor.1928 yılı sonunda ise Lozan anlaşmasıyla konan
gümrük tarifeleri kaldırılıyordu. Daha doğrusu süresi doluyordu. Tüm bu
uygulamalar sömürge olmaktan çıkmaktan başka anlam ifade etmiyordu.
Sömürgelik bitiyor, yarı-sömürgelik devam ediyordu.
70. 1923 -1929
yılları arasında ihracatın %60-70'ini tütün, pamuk, incir, fındık, yün,
afyon ve yumurta oluşturuyordu. İthalatın ise çok büyük bir bölümünü
sanayi malları oluşturuyordu. Bu durum TC korporatist rejiminin
emperyalist sistemin bir hammadde kaynağı olduğunu ve bağımsız bir
ulusal ekonomi inşa etmediğini gösteriyordu.
71. 1923 -1929
döneminde TC'nin sanayi yatırımları oldukça kısıtlı düzeydeydi. TC
korporatistleri sanayileşme amacıyla Sanayii ve Maadin Bankası'nı
kurmuşlardı, ancak bu bankanın işletmeleri bünyesinde Osmanlı
Devleti'nden devralınmış sadece dört fabrika vardı. Bunlar Hereke İplik
Dokuma, Feshane Yün İplik, Bakırköy Bez ve Beykoz Deri ve Kundura
Fabrikaları'ydı. Ve İzmir Mensucat İplik Fabrikası ile 50-60 işçi
çalıştıran porselen fabrikasıydı.
72) 1930'lu
yıllarda korporatistlerin devlet kapitalizmini esas aldığını görüyoruz.
Korporatist rejimin birinci temel özelliği olan dayanışmacılık ilkesini
bu yönelimde dahi açıkça görüyoruz. Devletçiliğin, liberal kapitalizme
fazla zarar vermemesi amacıyla hatta uyum sağlanması amacıyla liberal
kapitalizmin siyasal temsilcisi konumunda bulunan Celal Bayar bu
tarihten itibaren iktisat vekilliğine getirilmiştir.
73) 1930'lu yıllarda devletten devlete kredi alımları başlamıştır. Bu dönem içinde Sovyetler'den ve İngiltere'den kredi alınmıştır.
74. 1930'ların ortalarından itibaren Almanya ile ticaret toplam dış ticaretin yarısına ulaşmıştır.
75. 1929 bunalımı nedeniyle ülkede buğday fiyatı 1929'dan 1932'ye %68 düşme kaydetmiştir.
** ** **
Tarihsel Saptamalar (15)
83. İkinci Meşrutiyet döneminden Kemalizm dönemine kadar olan sürede üç ideolojik akım varolmuştur. Birincisi, İslamcılık; İkincisi, Türkçülük; Üçüncüsü, Batıcılık.
Kemalist korporatizm her üç akımı hem aynen olduğu gibi almamış ve
dışlamış hem de her üçünden yer yer kısmen almış ve benimsemiştir. Hem
her üçünü karşısına almış, hem de her üçünün dayanışmacı tarzda
sentezine, uygun tarzda bir tek sistemli düşünce halinde
birleştirilmesinde rol oynamıştır. Kemalizmin korporatist özelliği
ideolojik planda tam da bu nedenledir. Kemalist korporatizmin üç temel
özelliği bu akımlara karşı tutumda da kendini göstermiştir. Kemalist
korporatizm dayanışmacıdır. Her üç akımı dayanışma temelinde biraraya
getirmiştir. Hangi akıma ne kadar ihtiyaç duyuyorsa o akımdan o kadar
almış, o kadar yararlanmıştır. Hangi akımı hiyerarşik olarak tepe
noktası seçmesi gerektiyse ki, bu döneme göre değişmiştir- öyle bir
tavır içine girmiştir.
84. " İslamcılar kendi içlerinde üç gruba ayrılıyorlar: 1. Derviş Vahdettin'in başını çektiği İttihad-ı Muhammedi grubu. Yayın organları Volkan . 2.
Şeyhülislam Mustafa Sabri ve Musa Kazım Efendilerin yönettikleri
Cemiyeti İlmiyye-i İslamiye grubu.Yayın organları Beyan-ül Hak . 3.
Sonradan tutuculaşarak Sebillüreşat adını alan, başlangıçta reformist
eğilimli Sırat-ı Müstakim dergisi çevresinde toplanan ve aralarında Sait Halim Paşa, Mehmet Akif, Aksekili Ahmet Hamdi ve Mihrettin Arusi'nin bulunduğu İslamcı grup
"Batıcı akımın yandaşları da kendi içlerinde köktenciler (radikaller)
ve ılımlılar olmak üzere ikiye ayrılıyorlardı. Köktenciler din ve devlet
işlerinin ayrı şeyler olduğunu savunuyor. Osmanlı İmparatorluğu'nun
çöküşünün gerçek sebebi ve sorumlusu olarak İslam dinini suçluyorlardı.
Bunlara örnek olarak ozan Tevfik Fikret'i, İttihat ve Terakki Derneği üyelerinden doktor Niyazi'yi ve Türk Kadınlığının Terakkisi adlı kitabın yazarı Selahattin Asım'ı sayabiliriz. Laiklik konusundaki görüşleri ele alındığında İttihat ve Terakki Derneği kurucularından doktor Abdullah Cevdet de bu grubun içine sokulabilir.
"Ilımlı Batıcılara gelince, onlar Osmanlı İmparatorluğu'nun içine
düşmüş olduğu durumun sorumlusu olarak ulemayı suçlamaktadırlar. Onlara
göre, İslamın kendisi hiçbir zaman ilerlemeyi engellememiş ama hep
yanlış yorumlanıp yobazlar ve fırsatçılar tarafından sömürülmüştü. İslam
işte bu gibilerin yüzünden 'bir boş inançlar bataklığı' haline
gelmişti. Bu yüzden eğer içine düşmüş olduğumuz bunalımdan kurtulmak
istiyorsak İslam bir reformdan geçirilmeli; Batı uygarlığı teknik
yönüyle benimsenmeli ama Batı'nın kültürüne karşı kendi Türk-İslam
kültürümüz şiddetle savunulmalıdır.
"II. Meşrutiyet Dönemi içindeki üçüncü akım Türkçülük akımıdır. Başta gelen Türkçüler arasında Ziya Gökalp, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Halim Sabit Şıbay, Mehmet Emin Yurdakul ve Halide Edip Adıvar'ı sayabiliriz.
"Ziya Gökalp'in
öncüsü olduğu bu düşünce akımı, önce Selanik'te Genç Kalemler ve Yeni
Felsefe Mecmuası gibi dergilerin yazarları arasında doğup, Yeni Hayat
akımı adını aldı. Yeni Hayat akımına bağlı düşünürler de kendi içlerinde
iki gruba ayrıldılar. 1. Grupta materyalist ve sosyalistler 2.
Grupta ise ülkücü ve ulusçular yer aldı. İlk grup kısa sürede dağıldı.
İkinci grup ise asıl Türkçülük akımının çekirdeğini oluşturdu. (Necla Arat, Kadın Sorunu, Say Yayınları)
85. İnsanlar,
ihtiyaçları olan fikri alır uygular, geliştirir; fikirler, sınıflara
aittir, sınıfların ihtiyaçlarından doğmuştur. Korporatist Kemalist rejim
doğmakta olan devletin ideolojisiydi. Doğmakta olan devletin kurucu
önderleri ise askeri bürokrat burjuvalardı. Tabii devleti oluşturan tek
sınıf askeri bürokrat burjuva sınıf değildi; bunun yanı sıra sivil
bürokrasi, ticaret burjuvazisi, feodaller de devleti oluşturan egemen
sınıflardı. Bunlar içinde önderlik yüksek askeri bürokrat
burjuvalardaydı. Kurtuluş Savaşı'nın önderleri, Burjuva Cumhuriyet'in
kurucuları onlardı. Askeri bürokrat burjuvanın ideolojik karakteri, ona
yön veren temel özellik aynı zamanda onun varoluşunun da esasını
oluşturuyordu. Bu temel özellik onun hiyerarşik yapısında ifadesini
buluyordu. Hiyerarşik yapıyı temel alması özelliği sadece askeri
olgularda değil aynı zamanda toplumun örgütlenmesinde de kendini
göstermek zorundaydı. Ve gösterdi de, tek parti, Ebedi Şef, Milli Şef,
laikliğin ve reformların tepeden gelmesi, toplumun tek elden ve tepeden
yönlendirilmesi ve toplumun birbiriyle çatışan değil dayanışma içinde
olan sınıflardan -hatta kitle ve zümre deniliyor- oluştuğunun empozesi
hep bu hiyerarşik, dayanışmacı özellik nedeniyledir. Ve işte bu iki
temel özellik ve bu iki temel özellikten türeyen diğer iki özellik
demagojik karakter ve yayılmacı-kapsayıcı karakter Kemalizme korporatist
karakterini veriyordu.
86. Başbakan Refik Saydam'ın ölümünden sonra başbakanlığa getirilen Saraçoğlu ve yönetimindeki hükümet kendini iki ağır vergi ile hissettirmekte gecikmedi. Birinci ağır vergi Varlık Vergisi idi. İkincisi ise Toprak Mahsulleri Vergisi. Her
iki vergi ezilenler ile ezenler çelişmesini arttırdığı gibi ezenler
arası çelişmeyi de yoğunlaştırmıştı. Kasım 1942'de kabul edilen Varlık
Vergisi ticaret burjuvazisini, esnaf ve üreticileri hedef aldığı gibi
ırk ve din ayrımını da gündeme getirmişti. Toplanan vergi tahsilatının
yarıdan fazlası azınlık burjuvazisinden elde edilmişti. Bu vergi devlet
harcamalarının %38'ini, milli gelirin %3,5'ini, sanayi ve hizmetler
kesiminde yaratılan hasılanın %8'ini oluşturmuştu. Bu vergi nedeniyle
1400 mükellef Aşkale'ye sevkedilerek cezalandırılmıştır. Bunlar vergi
borçlarını bir ay içinde ödemeyenlerdi. Önce çalışma kamplarına ardından
çalışma yükümlülüğüne tabi tutulmak üzere Aşkale'ye sevkedildiler.
87. Bu
vergi ile yetinmeyen hükümet 1944 yılında Toprak Mahsulleri Vergisi
getirmişti. Gayri safi üretimden %10 alınması ile aşarı andıran bu vergi
1946 yılında kaldırılmıştı. Bu vergi köylüler ile egemen korporatistler
arasındaki çalişmeyi derinleştirmiştir.
88. İkinci Dünya Savaşı yılları korporatist rejimin iç çelişmelerinin de arttığı yıllar olmuştur. Korporatist rejimin Birinci Cumhuriyeti 1946 sonrası sona ermiş, İkinci Cumhuriyet dönemi başlamıştır. Korporatist Birinci Cumhuriyetçiler
kitleleri peşinden sürükleyen, rejimi kendi hiyerarşileri doğrultusunda
yönlendiren, eski feodal rejimin unsurlarına baskı ve denetim
uygulayan, geniş halk kitlelerinin demokratik hak ve taleplerinin
karşısına korporatist rejimin
hiyerarşik-dayanışmacı-demagojik-kapsayıcı, yayılmacı karakterini
resmen, açıktan açığa dayatan unsurlardı. Bunların yerini alan İkinci Cumhuriyetçi
Korporatistler ise rejimin
hiyerarşik-dayanışmacı-demagojik-kapsayıcı-yayılmacı karakterini
reddetmemekle birlikte bu karaktere kendi damgalarını vurmuşlardır.
Kendi damgaları emperyalizmin açık savunuculuğu ,feodal ideolojinin
devrimci ideoloji karşısına açıkça çıkarılması, feodallere sınıfsal
iktisadi kimliğin tanınmasının yanı sıra ideolojik kimliğin de
tanınması, rejimin parlamenter bir hüviyete büründürülmesi, açık
anti-komünizm yapılması, rejimin iktisadi dayanaklarının kendi ellerine
geçirilmesi, askeri dayanağın Korporatist Birinci Cumhuriyetçilerde
kalmasına razı olunması ve siyasi dayanağın rejimin korporatist
karakterine zarar vermemek şartıyla bölüşülmesi ancak bu bölüşümde
kendilerinin büyük payı alması şeklindeki bir kapsayıcı geniş damgadır.
İkinci Cumhuriyetçilerin
Kemalist korporatistler olmadıkları ancak Kemalist korporatizme de
bayrak açmadıkları bir gerçektir. Onlar Kemalist korporatizmin
emperyalizmin tam hakimiyetine girildiği, sınıf farklılaşmalarının daha
net ve daha saptanabilir somutlukta olduğu dönemin olgusudur. 1946
sonrası döneminde hala Birinci Cumhuriyet'in
Kemalist korporatizminde ısrar etmenin burjuvazinin ve feodallerin
çıkarına olmadığı bir gerçektir. Böyle bir ısrar burjuvazi açısından
gelişmeme yerinde sayma demektir.Geçmiş rejime harfiyen, körükörüne ve
doğmatik bir bağlılık demekti. Bürokrat burjuva olan Birinci Cumhuriyetçi Kemalist korporatistler ister istemez rejimin iktisadi ve siyasi hiyerarşisinin tepe noktasını İkinci Cumhuriyetçi
korporatistler olan komprador-feodal güçlere bırakmak zorundaydı. Bunda
esas rolü İkinci Dünya Savaşı'nın yarattığı iktisadi-siyasi-askeri
koşullar olmuştur. Bu üç olgu (iktisadi-siyasi-askeri) gerek korporatist
egemenler arası çelişmeyi arttırmış gerekse geniş kitleler ile
korporatist egemenler arasındaki çelişme derinleşmiştir. Bu derinleşen
çelişmeden yaralanan Korporatist rejimin komprador kanadı, ticaret
burjuvazisi ve feodal unsurlar olmuştur. Nitekim onlar geniş kitleleri
korporatist rejime olan hoşnutsuzluğunu kendi çıkarları doğrultusunda
kanalize ederek 1946 ve 1950 genel seçimlerinde oy potansiyelinin büyük
kısmını elde ederek parlamenter hakimiyeti ele geçirmişlerdir. Ve ABD
emperyalizminin yeni-sömürgeci dönemi başlatmasıyla birlikte korporatist
rejimin son egemenlerinin son emperyalist işbirlikçisi durağı
(Fransız-İngiliz emperyalizminden, Alman emperyalizmine ve buradan da
Amerikan emperyalizmine uğrayan duraklardır) Yankee emperyalizminin
yeni-sömürgeciliği olmuştur.
89. 1946 yılı sonunda sol partiler ve sendikalar kapatıldı.Yasal sol, burjuva yasallığının dışına itildi.
90. Militarist
Kemalist korporatistler has korporatistlerdir. Rejimin kurucularıdır.
Ve partileri olan CHP onların siyasal simgesidir. Askeri simgeleri ise
Kara, Hava, Deniz, Jandarma ve onların tepesinde olan Genel Kurmay
komutanlığıdır. Bunlar 1946 sonrası giderek güçlenen komprador ve
ticaret burjuvazisinin karşısında devlet kapitalizmini de aynı hızla
geliştirip güçlendiremediklerinden rejimdeki iktisadi güçlerini de aynen
devam ettirememişlerdir. Rejimdeki iktisadi güç dengesi 1946'ya kadar
lehlerinde iken 1946 sonrası komprador ve ticaret burjuvazisinin lehine
dönmüştür. Bunlar emekliye sevk edildikçe devlet kapitalizminin birer
iktisadi kuruluşu olan kamu iktisadi teşekküllerinde yönetim kurullarını
da hem arpalık olarak ele geçirmişler hem de rejimin iktisadi temelinin
önemli bir parçasını denetim ve yönetimlerine almışlardır. Askeri
bürokrat yaşamları sivil bürokrat yaşam olarak sürmüştür. Ancak
korporatist rejimin koruyucu ve kollayıcıları olarak her daim hazır
olmuşlardır.
Bu düşünce akımı, önce Selanik'te Genç Kalemler ve Yeni Felsefe
Mecmuası gibi dergilerin yazarları arasında doğup, Yeni Hayat akımı
adını aldı. Yeni Hayat akımına bağlı düşünürler de kendi içlerinde iki
gruba ayrıldılar. 1. Grupta materyalist ve sosyalistler 2.Grup da ise ülkücü ve ulusçular yer aldı. İlk grup kısa sürede dağıldı. İkinci grup ise asıl Türkçülük akımının çekirdeğini oluşturdu. (Necla Arat, Kadın Sorunu, Say Yayınları)
** ** **
Tarihsel Saptamalar (16)
150. Lenin, Mustafa Kemal'i anti-emperyalist bir ulusal kurtıluşçu olarak gördüğünden yanılgıya düşmüştür. Oysa M. Kemal
anti-emperyalist değil, anti-sömürgeciydi. Anti-emperyalizm ile
anti-sömürgecilik arasında önemli farklar vardır. Anti-emperyalist
zannedilen M. Kemal daha savaşın başından itibaren
sömürge Türkiye'nin yarı-sömürgeliğini kabullenmiş durumdadır. Birinci
Dünya Savaşı sonucunda toprakları işgal edilerek paylaşılan ülke tam bir
sömürge haline gelmiştir. Eğer yarı-sömürge durumunda olsaydı devlet
bağımsızlığı olan ancak ekonomik-siyasi-kültürel bağımlılığı olan bir
ülke durumunda olur ve meşru görülen bir devlet erkanına sahip olurdu.
Ancak böyle değildi. Türkiye sömürgeleştirilmişti. Kemalistler sömürge
Türkiye'nin sömürgelikten kurtuluşu için anti-sömürgeci bir savaşı
organize ettiler ve onlar bu savaş içinde dahi gerek İngiliz gerek
Fransız gerekse İtalyan emperyalizmi ile uzlaştılar ve böylelikle
sömürge Türkiye'nin yarı-sömürge Türkiye olmasını kabullenmiş oldular.
151. M. Kemal ve
çevresi esas olarak burjuva ideoloji ile donanmış unsurlardı. Burjuva
ideolojik-siyasi hattında konumlanmış olan bu liderlerin yine burjuva
ideolojik-siyasi hattı olan emperyalizmi yok etmeleri tarihin ve sınıf
ideolojisinin mantığına aykırıdır. Bir burjuva grup bir başka burjuva
grup ile çatışabilir, savaşabilir ancak bu onların çıkar çatışması,
çıkar savaşıdır. İki gerici kutup, yan, kanat, sınıf arasındaki bir
savaştır bu. Yoksa ne anti-emperyalist, ne de anti-kapitalisttir. Her
iki taraf arasındaki savaş birbirlerinin ideolojisini hedef alan ve yok
etmeye yönelen bir savaş değildir.
152. Kurtuluş
Savaşları emperyalizm çağının yaygın olgularından bir tanesidir. Ve bu
savaşlarda önder unsurlar ister gerçek milli burjuvaziye, ister bürokrat
burjuvaziye dayansınlar onlar milli burjuva önderlerdir. Onları milli
burjuva yapan yön anti-emperyalist olmaları değil, anti-sömürgeci
olmalarıdır. Anti-emperyalist olamazlar, çünkü emperyalizm çağında
sosyalist ülkeler dışındaki tüm ülkeler emperyalist dünya zincirinin
birer halkası durumundadırlar. Bu halkaya
iktisadi-siyasi-kültürel-askeri olarak bağlanmışlardır. Bu halkadan
kopmaları demek emperyalist dünya zincirinden
iktisadi-siyasi-kültürel-askeri olarak kopmaları demektir. Bu çağda bu
yetenek ise ancak işçi sınıfında mevcuttur. Bu milli kurtuluşçu milli
burjuva unsurların yaptığı ise bu halkadan kopmak değil -o anlamda bir
kopuş değil- o halkada sömürge statüsünde yer almamaktır. Sömürge
statüsünde yer almıyorlar ancak yer aldıkları statü yarı-sömürge,
yeni-sömürge statüdür. Yani bir devlet başkanları, bir hükümetleri şu ya
da bu anlamda Cumhuriyet adını verdikleri bir rejimleri veya da bir
prens veya kralın -kendi ulusundan olan- yönetimi söz konusudur.
Görünüşte söz konusu bağımsız bir devlet var. Görünüşte bağımsız olan bu
devlet emperyalist ekonomik zincire, iktisadi olarak bağımlı, hatta
siyasi görüşler ve politikalar olarak bağımlı. Yani bir yarı-sömürgedir.
Bir yeni-sömürgedir bu devlet.
153. İşte, M. Kemal
ve çevresi bu kadar büyük, bu kadar tarihsel öneme sahiptir. Bir
sömürge durumundan bir yarı-sömürge duruma geçişi sağlayan bir büyüklük
ve tarihsel önem.
154. Tarihsel
büyüklüğünün ve tarihsel öneminin ikinci olgusu da korporatist feodal
ideoloji ve hegemonyadan burjuva ideoloji ve hegemonyaya geçiş yoludur.
Bu rol ne işçi sınıfının ne de yoksul köylülüğün rolüdür. Bu rol dünya
emperyalizmi tarafından onaylanmış ve övgüye değer görülmüş bir roldür.
Kurtuluş Savaşı döneminde kayda değer olmayan bir milli burjuvazi
vardır. Bu burjuvazi sanayileşme ve iç dinamik ile ortaya çıkıp
gelişmemiş ve giderek ülkenin tek ve en egemen burjuvazisi olup dünya
burjuvazileri ile rekabet edebilecek türden değildir. Tam tersine
sanayinin önemi olmayan bir bölümünü elde tutmaktadır. Bunun yanı sıra Lenin, Stalin, Mao'nun
sözünü edip vurguyu kendisine yaptığı burjuvazi bu değil, ticaret
burjuvazisidir. Elbette söz konusu olan ticaret burjuvazisi yerli
ticaret burjuvazisidir. Emperyalizmin işbirlikçisi olan komprador
burjuvazi değildir. Burada bazıları yanılgıya düşmektedir. Yanılgının
nedeni komprador burjuvazinin de ticaret burjuvazisi olmasindan
dolayıdır. Oysa komprador burjuvazi iç ticaret burjuvazisi değil ülke
ile emperyalizm arasında aracılık yapan uluslararası ticaret yapma
özelliği taşıyan burjuvazidir. Bu tür burjuvazinin varlık nedeni tamamen
emperyalizmdir. Emperyalizm sayesinde varlığını sürdürmektedir. Bu
nedenle ulusal değildir. Gayri-ulusal bir burjuvazidir. İşbirlikçi bir
burjuvazidır. Emperyalizm ile ticaretin kesilmesi bu burjuvazinin sonu
demektir.
155. Bürokrat kökenli M. Kemal ve
çevresinin Kurtuluş Savaşı döneminde dayandığı,destek aldığı burjuvazi
yukarıda sözünü ettiğimiz emperyalizmin işbirlikçisi olan komprador
burjuvazi değil tam tersine milli burjuvazi olarak adlandırdığımız iç
ticaret burjuvazisidir. M. Kemal ve çevresinin
düzenlediği Erzurum, Sivas, Alaşehir vb. kongrelerde komprador
burjuvalar yer almaz, ancak, iç ticaret burjuvazisi, ağa, şeyh, eşraf
yer almıştır.
156. M. Kemal,
Kurtuluş Savaşı sürecinde İngiliz, Fransız ve İtalyan emperyalizmi ile
ilişkiler kurmuştur. Ancak bu ilişkileri komprador burjuvazi kanalı ile
değil çevresindeki bürokrat kökenli komutanlar yoluyla
gerçekleştirmiştir.
157. 01 - 08
Eylül 1920 tarihinde Sovyetler Birliği'nde (Baku) 1. Doğu Halkları
Kurultayı toplanmıştır. Tarihsel öneme sahip olan bu kurultaya çeşitli
milliyetlerden partili, partisiz 1891 delege katılmıştır. Türkler 235
delege ile en kalabalık grubu oluşturmuştur. Kurultay'daki
tartışmalardan önemli bir kısmı Türkiye üzerinedir. Ayrıca Kurultay'da
Ankara Hükümeti önderliğindeki Kurtuluş Savaşı'nın desteklenmesi kararı
alınmıştır. Böylece Kemalistler önder güç, Komünistler ise yedek güç
konumuna düşürülmüştür. Komünist Enternasyonal'in böyle vahim bir hataya
düşmesi eleştirilmesi ve ders çıkarılması gereken bir durumdur. Şayet
komünistlerin önderliği onaylanmış olsa, o dönemin komünistlerinin
çalışma tarzı mücadele anlayışı ve de örgüt inşası daha farklı olurdu.
Dolayısıyla daha farklı bir tarihsel gelişme ortaya çıkardı.
Korporatist Kemalistlere 3.Enternasyonal'in verdiği aşırı önem uzlaşmanın devrimin gelişmesinin aleyhine oluşu, gerek Mustafa Suphi ile gerekse Şefik Hüsnü ile devam edegelmiştir. Bu vahim hataya sarılanlar hatta bunu daha aşırıya götürenler türemiştir. Vedat Nedim Tör ve Şevket Süreyya Aydemir olmuştur. Bunların yanı sıra Kıvılcımlı, Nazım Hikmet gibi devrimci unsurlar bu yanılgıyı paylaşmışlardır. Nazım Hikmet'in M. Kemal'e yazdığı mektup bunun örneği durumundadır. Enternasyonal'in bu hatasını Mihri Belli ve Doğu Perinçek
gibi sahte solcu unsurlar, devrimci taktik imiş gibi sunup, Korporatist
Kemalizmi aklama çabasından geri durmamışlardır. Ayrıca devrimci sol
çevrelerde Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan çizgileri, korporatist Kemalizmi küçük burjuva radikalizmi ve anti-emperyalizm olarak değerlendirme hatasına düşmüşlerdir.
158. Üçüncü
Enternasyonal dünyanın egemen uluslar ile ezilen uluslardan oluştuğunu
belirledi. Bu doğru bir belirlemeydi. Yanlış olan, ezilen ulusların
kurtuluş mücadelesinde önderliğin milli burjuvazilere bırakılmasıydı.
Veya bırakılması tavırlarına karşı çıkmamaktı. Proleter devrimci
unsurların veya proleter devrimci partilerin pratikte önder olması için
tavır belirlemek yerine milli burjuva önderliklerin ittifakı olarak
görülmesindedir yanlışlık.
159. Kemalizmin demagojik bir karakter taşıdığına Komünist Enternasyonal belgelerine geçen şu saptamada da tanık oluyoruz. "Kemal Paşa'nın
yönettiği hareket halifenin 'Kutsal Kişiliğini' düşmanların elinden
kurtarmayı amaçlıyor. Bu komünistçe bir görüş mü? Hayır!" (Baku 1920, Birinci Doğu Halkları Kurultayı, Koral Yayınları, Birinci Baskı 1975, İstanbul)
Görüldüğü gibi Kemalizm 1920'de Halife'ye bayrak açmış değildir. Bu
noktada kendisi dışında herkesi yaptığı demagoji ile yanıltmıştır. Aynı
şekilde Kemalistler savaş boyunca emperyalizmi karşısına almamaya gayret
etmiştir. Hedef olarak Yunanlılar ve Ermeniler gösterilmiştir.
Böylelikle anti-emperyalist bilinç yerine Hristiyan düşmanlığı ve ırkçı
milliyetçi düşünceler empoze edilmiştir.
.** ** **
TARİHSEL SAPTAMALAR-17
160. Emperyalizm
sadece bireyleri ve sınıfları değil, aynı zamanda ulusları da
kullanmakta ,kendi emperyalist çıkarlarına alet etmekte ustadır,
yeteneklidir, pervasızdır. Ermeni ulusu gerek Osmanlı devleti döneminde
gerekse Kurtuluş Savaşı süresi boyunca Fransız, İngiliz ve Amerikan
emperyalizmi tarafından çeşitli vaatlerle kandırılıp
kullanılmıştır.Üçüncü Enternasyonal oturumlarında konuşan Yoldaş Radek şunları söylemektedir: "Eğer
yoldaşlar; İngiliz, Fransız ve Amerikalıların onyıllardır Türk ve
Kürtlerle savaşmaya ittikleri zavallı Ermenileri nasıl kurtaracaklarını,
nasıl Ermeni haklarını savunacaklarını, kendi kendimize sorarsak, size
bu konuda kurtuluş öyküsünü belgelere dayanarak anlatan resmi bir
Amerikan organının adını verebilirim. Yeni Ermeniler adlı New York'ta
yayınlanan bu organ, Fransızların Maraş'ta kendileriyle birlikte
savunmaları için Ermeni gönüllülere İskenderiye'yi vereceklerini
söylediklerini açıklıyor. Ama savaşın en canalıcı noktasında Fransız
yurtdışı askeri birlikleri, yirmi bin Ermeni'yi, onları Fransız
müttefiki ve Türkiye'nin düşmanı olarak kabul eden Kemal Paşa'nın
ordusunun karşısında tek başına bıraktılar ve hepsinin yok edilmesine
neden oldular. Amerika son olarak Ermenistan'ın kurtarıcısı rolünü
oynamaya başladı. Onları, tarihi nedenlerle kardeşçe birarada yaşamak
zorunda oldukları çevrelerindeki halklarla savaşa kışkırttı. (Baku 1920, Birinci Doğu Halkları Kurultayı, Koral Yayınları, Birinci Baskı 1975, İstanbul)
Ancak bütün bunlarla birlikte Alman emperyalizmi ile işbirliği halinde Enver Paşa'nın
da Anadolu'daki Türk ve Müslüman olmayan milletleri özellikle
Ermenileri ve Asurluları tamamen yok etmeyi planladığı, hatta Orta
Asya'ya doğru açılım yaparak Pantürkist-Panturanist-Panislamist bir çizgi izlediği de bilinmelidir. Hatta Birinci Emperyalist Savaştan yenik çıkan Enver Paşa'nın
yenilgi sonrası Bolşeviklerle diyalog kurup onların bazı kongrelerine
katıldığı da bilinmektedir. Burada hata Sovyet komünistlerinde ve o
günün TKP'lilerinin dirayetli tavır alamayan çizgilerindedir. Türkçü-İslamcı Padişah soyu damadı Faşist Enver adamdan sayılıp bolşevik kurultaylarına katılabilmiştir.
161. İkinci
Dünya Savaşı'nın sona erme tarihi olan 1945 sonrası dünya çapında hüküm
sürmekte devam eden esas akım savaş durumu yerini esas akım devrim
durumuna bırakmıştır. Bunun ülkedeki yansıması olarak Alman emperyalizmi
yanlısı korporatist bürokrat Saraçoğlu hükümetinin yıkılması olmuştur. Bunun yerini Amerikancı Menderes hükümeti almıştır. Menderes
hükümeti kitlelerin faşist Saraçoğlu hükümetine tepki olarak büyük oy
çoğunluğu ile iktidar olmuştur. Dıştaki durum değişikliği içteki
yansımasını böyle göstermiştir. Bir faşist hükümetin yerini bir başka
faşist hükümet almıştır. Menderes hükümeti iktidara
gelirken adeta bir demokrasi havarisidir. Ancak gerçek yüzünü göstermesi
uzun zaman almamıştır. O da komprador-ağa korporatist faşist yüzünü
sergilemiştir. Dünya çapında olduğu gibi ülke çapında da esas akım
devrim dönemi başlamıştır. Bu dönemde özellikle anti-emperyalist bilinç
ABD emperyalizmine karşı oluş ve onun işbirlikçilerine karşı tavır
olarak gelişmiştir.
162. 1960'lı yıllar özellikle gençliğin mücadelesinin yükseldiği yıllar olmuştur. 68 Kuşağı terimi bu dönemin ürünüdür.
163. Türkiye devrim tarihinde 68 Kuşağı çok önemli bir kilometre taşıdır. Bu üç bakımdan doğrulanmaktadır. Birincisi 68 Kuşağı kendinden önceki devrimci kuşağı teorik olarak aşmıştır. İkincisi, 68 Kuşağı kendinden önceki devrimci kuşağı pratik olarak aşmıştır. Üçüncüsü 68 Kuşağı teorik-pratik ve örgütsel olarak bugünlere taşıma solukluluğuna sahip olmuştur. Ancak kendinden önceki kuşak kendini 68 Kuşağı'na taşıyamamıştır. 68 Kuşağı bir kopuş kuşağıdır, pasifist, uzlaşmacı teori ve pratikten kopuştur. Devrimci şiddeti esas alan bir modele yöneliştir. İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan, Deniz Gezmiş'in şahsında simgeleşen 68 Kuşağı karşı-devrimci şiddete, devrimci şiddet ile cevap vermenin adı olmuştur.
164. 68 Kuşağı Esas Akım Devrim (1945-1970) döneminin
ürünüdür. Emperyalizmin yeni-sömürgeci dönemine devrimci ruh ile karşı
çıkıştır. Korporatist sınıflara karşı devrimci şiddeti dayatmadır.
Korporatist Kemalist ideolojiden teoride ve siyasette tam anlamıyla
değil ama pratik mücadele alanında bir kopuştur. 68 Kuşağı korporatist egemenlere anladıkları dilden konuşmanın adıdır.
165. 68 Kuşağı
devrimcileri küçük burjuva devrimcileri değildir. Korporatist dünyada
ve Türkiye'de küçük burjuvazi devrimci özellikler taşımaz. Korporatizm
yayılmacı ve dayanışmacı özelliklerini bu sınıfa da empoze etmiştir.
Küçük burjuvazi lekeli bir sınıftır. Korporatist ideolojinin lekelerini
taşımaktadır. Bu sınıf egemen korporatist sınıfların hegemonik
karakterinden dolayı ezilmekte ve çözülmektedir. Bu nedenle yalpalamakta
devrimci işçi sınıfına doğru zaman zaman meyletmektedir. Ancak sınıf
karakteri itibarıyla devrimci konumlanışa sahip değildir. İktidar
alternatifi olabilecek tarihsel ve toplumsal konumlanış ona özgü
değildir. Devrimci hareketin yükselmesi durumunda korporatist
egemenlerden adım adım umudunu kesip devrimci saflara girebilir, bu
yönüyle yanaşma tavrı gösteren bir şemsiyenin altından bir başka
şemsiyenin altına girebilecek tutarsızlıkta bir sınıftır. İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan, Deniz Gezmiş'in pratiği bu sınıf ile örtüşmez. Bu sınıfın ne tarihsel tavrına, ne de toplumsal konumlanışına uygun düşmez.
166. Peki, İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan, Deniz Gezmiş'in
sınıfsal konumlanışı, tarihsel konumlanışı hangi sınıfa özgüdür? Buna
doğru cevap verebilmek için proletaryanın tarihsel tavrına, toplumsal
konumlanışına bakmak gerekir. Proletarya üç kategoriden oluşmaktadır. Birincisi; alt proletarya. İkincisi; orta proletarya. Üçüncüsü; yüksek proletarya veya modern proletarya.
Alt proletarya:
sınıf bilincine sahip olmayan veya yanlış bilinçlenmeye uğramış ve bu
nedenle Türkçü-faşist, dinci sömürgeci saflara savrulmuş unsurlar ile
sınıf tortusu durumunda bulunan lumpen unsurlar bu kategoride yer
almaktadır.
Orta proletarya:
Ezen sınıflara karşı tepkisini koyuş biçimine göre ikiye ayrılır. Sol
orta proletarya, sağ orta proletarya. Proleter ideolojiyi savunduğunu
iddia eden ancak bunu layıkıyla yerine getiremeyen durumdadır. TKP önderlerinden Şefik Hüsnü ve ayrıca Hikmet Kıvılcımlı sağ orta proleter çizgidedirler. Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş ise sol orta proleter çizgidedir. Ancak Mahir Çayan teorik ve siyasi olgunluk ve gelişmişlik olarak kıyaslanamayacak derecede Deniz Gezmiş'ten
üstündür. Her iki grup Marksist sınıf bilincini, sınıf tavrını, sınıf
örgütlenmesini, sınıfın strateji ve taktiklerini yarım veya kısmen
kavramıştır. Teori ve pratiklerinin bu "yarı", "kısmen" durumundan dolayı siyasi-ideolojik mevzilenişleri orta proleter bir konumlanıştadır. Orta proletarya
iktisadi sınıf şekillenişinde modern proletarya dediğimiz yüksek
proletarya ile ayniyet göstermez. Doğrudan doğruya kendi karşıtı olan
sanayi burjuvazisi tarafından doğurulmuştur. Oysa orta proletarya
bir geçiş proletaryasıdır. Bu geçiş proletaryası küçük burjuvazinin
yoksullaşma sonucunda proletaryaya dahil olmuş halidir. Ve de yoksul
köylülüğün tarım proletaryası bu proletaryayı oluşturur. O nedenle dünya
görüşü bir geçiş süreci arz eder. Bu proletaryanın bilinci doğrudan
doğruya ve zıddı olan sanayi burjuvazisinin karşıtı olarak doğmamıştır.
Modern proletarya: Yüksek proletarya veya modern proletarya doğrudan
doğruya sanayi burjuvazisinin karşıt ürünü olarak ortaya çıkmış,
tarihin son sınıfıdır. Artık dünya tarihi ezen-ezilen kutuplaşmasında
bir başka temel veya öncü sınıf ortaya çıkaramayacaktır. Modern proletarya veya yüksek proletarya veya
sanayi proletaryası adını verdiğimiz sınıf son ve en devrimci en
tutarlı sınıftır. Kendisiyle birlikte bütün sınıfları ortadan kaldıracak
bilinç ve yetenekte olan sınıftır. Bu sınıf kendi temsilcisini kendi
simgesini -Türkiye tarihinde- zaaflı bir biçimde de olsa Mustafa Suphi ve İbrahim Kaypakkaya'nın şahsında bulmuştur. Modern proletaryanın teorik-pratik-örgütsel anlamda zaaflarını taşıyan önderi İbrahim Kaypakkaya Marksist-Leninist-Maoist
bilinç ile yeterince donanmadığı için, teorik görüşleri, siyasal
çizgisi ve örgütsel anlayışı doğmatizmin ağır tahribatından
kurtulamamıştır. Kaypakkaya'nın devamı olduğunu iddia eden TKP/ML önderleri ise Kaypakkaya'yı
aşma yeteneğini ortaya koyamamaları bir yana onun düzeyinin yüzde
ellisini bile yakalayamamış unsurlar olarak tarihe geçmişlerdir. Bu
önderler daha ilkel, daha düzeysiz, daha yeteneksiz, daha kavrayış
gücünden yoksun ve de Kaypakkaya'da olmayan bir özellik olan daha bölgeci ve kariyerizme kapılmış unsurlardır. Kaypakkaya'nın 12 Mart darbecileri tarafından katledilişinden bu güne geçen zaman diliminde TKP/ML'nin
yediye bölünmüş olması bu saptamamızı doğrular ve belgeler. Büyüme,
gelişme, sürece damgasını vurma yerini bölünmelere bırakmıştır.
167. İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş'in
diğer iki temel özelliği şunlardır: Birincisi, teorinin ve örgütün
kurucusu olma ve pratik önderliği kendilerinde toplanmıştır. İzleyici değil kurucudurlar. İkincisi:dünya çapında -1963 sonrası- ortaya çıkan revizyonist, anti-revizyonist kamplaşmada anti-revizyonist saflarda yer almışlardır. Maoizmdem etkilenmiş veya savunucusu olmuşlardır.
170. Korporatist Kemalistler, TKP'nin legal planda örgütlenmesini engellediklerinden, zamanın komünistleri 7 Aralık 1920'de illegal olarak Türkiye Halk İştirakkiyun Fırkasını
kurdular. Korporatistlerin emperyalistler ile Londra'da toplanacak olan
Konferans'ta uzlaşma arayışları nedeniyle komünistlere yönelik şiddet
hareketleri gündeme geldi ve uygulandı.11 Ocak 1921'de THİF üyelerinden bazıları tutuklandı.16 Ocak 1921'de yayın hayatına başlayan THİF yayın organı olan Emek gazetesi 27 Ocak'ta kapatıldı.1922 Temmuzu'nda yayınlanan Yeni Hayat isimli yayın organı Rauf Orbay
hükümeti tarafından kapatıldı.1921 yılında yayın hayatına başlayan
Aydınlık dergisi ancak 6 sayı çıkabildi, kapatıldı. Aydınlık 1922
Temmuz'unda tekrar yayınlanmaya başlandı. Orak-Çekiç gazetesi Aydınlık
ile birlikte 12 Mart 1925'te kapatıldı.
171. TKP lideri Şefik Hüsnü, Emekçinin Sesi adlı günlük bir gazetenin yayın hazırlıklarını yaptığı sırada 19 Aralık 1946'da Korporatist faşist Recep Peker Hükümeti tarafından tutuklatıldı. Şefik Hüsnü ve Reşat Fuat Baraner'in hapiste olmasını fırsat bilen Zeki Baştımar kliği TKP önderliğini ele geçirdi.
172. Korporatist faşist Demokrat Parti
1951-1952 yıllarında TKP'ye karşı saldırıya geçti. Tutuklanan 130 kişi
bir ila on yıl arasında hapis cezasına çarptırıldı. Revizyonist TKP lideri Zeki Baştımar mahkemelerde Parti'nin devrim yolunu savunmadı. Bunun yerine Marksizm-Leninizmin bilimsel tahlil metodu olduğunu iddia etti. Ve 1956 yılında Sovyetler Birliği'nde Kruşçev revizyonizminin iktidarı gaspetmesi üzerine Zeki Baştımar TKP'si
bu revizyonist unsurların Türkiye şubesi haline geldi. Çeşitli
zaaflarına, yetersizliklerine ve hatalarına rağmen karşı-devrimci
çizgide olmayan TKP 1947'den sonra özellikle de Sovyetler'de Stalin'in ölümünden ve Kruşçev-Brejnev karşı-devrimci hükümet darbesinden (1956'da) sonra revizyonist ve giderek sosyal-faşist bir parti haline geldi.
173. Şefik Hüsnü
1951-1952 yılında tekrar tutuklanarak 5 yıl hapse mahkum edildi.
Ardından Manisa'ya sürgüne gönderildi. Ve 7 Nisan 1959'da yetmiş iki
(72) yaşında iken sürgünde yaşamdan ayrıldı.
** ** **
Tarihsel Saptamalar (18)
210. Anti-sömürgeci
Kurtuluş Savaşı'nın Batı cephesi diğer cephelere göre daha büyük bir
önem taşımıştır. Savaş esas olarak Batı cephesi'nde sürmüştür. İngiliz
emperyalizmi kuklası Yunan işgal kuvvetleri Ege'ye girdikten sonra bu
girişlerini kalıcı kılmak, oralara tamamen yerleşmek amacı
taşımışlardır. Bu durum işgale uğrayan yerlerdeki eşrafı ürkütmüştür.
Ancak eşraf direniş yerin teslimiyeti seçmiştir. Birinci toplumsal güç
olan eşrafın teslimiyeti seçmesi üzerine, mücadelenin başlatılması ve
sürdürülmesi rolü ikinci toplumsal güce kalmıştır. İkinci toplumsal güç
Osmanlı devleti döneminde şu ya da bu nedenle dağları kendine mekan
edinmiş ve düzen dışı yaşamayı seçmiş olan ve "eşkiya" , "kanun kaçağı" ,
"çete" denilen güçtür. Kemalistler ister istemez bu güce muhtaç
kalmışlar ve onlara el uzatmak, onları koordine ederek savaş gücü
haline getirmek yolunu seçmişlerdir. İşte tam da bu nedenle Kemal'in askeri bürokrat şeflerinden Rauf Orbay - ki bu şef İzzet Paşa Kabinesi'nin
Devlet Bakanı iken Mondros Mütarekesi'ni Osmanlı Devleti adına
imzalamıştır. Yunanlıların İzmir'i işgalinden on gün sonra 25 Mayıs
1919'da Çerkez Ethem'in Bandırma'daki evine gider, ondan direniş kuvvetleri örgütlemesini ister. Ethem kabul eder ve Salihli cephesini kurar. (Doğu Ergil, Kurtuluş Savaşı'nın Sosyal Tarihi, 1981)
Böylece Kurtuluş Savaşı'nda Çerkez Ethem'in önemli rolü başlamış olur. Çerkez Ethem anti-sömürgeci Kurtuluş Savaşı'nın çok önemli bir askeri önderi haline gelir. Büyük bir prestij kazanır. Ancak korporatist Kemal ve çevresi açısından Ethem'in prestiji kaygı vericidir.
Eğer Anzavur kuvvetleri, Çapanoğlu kuvvetleri, Yunan Kuvvetleri, Yahya Galip, Çerkez Ethem
tarafından yenilmemiş olsaydı bir Kurtuluş Savaşı zaferinden söz etmek
mümkün olmayacaktı. Bu nedenle Kurtuluş Savaşı'nın asıl yürütücüleri
"çevre" olmuştur. Ancak envai çeşit taktik denemeler ile olaya
sahiplenen ve olayın önderi haline gelen ise "merkez" olmuştur. "Merkez"
ile "çevre"nin çelişmeleri ve aralarındaki mücadele Kurtuluş Savaşı'nın
incelenmeye değer en önemli olgusu durumundadır.
Çerkez Ethem olayı,
hain damgası vurularak birkaç satırla geçiştirilecek bir tarihsel kesit
değildir. Böyle bir tutum resmi tarihin kendini aklama çabası olur. Her
tarihsel kişilik, tarihte oynadığı rol ile içinde bulunduğu koşullar
ile, ilişkide bulunduğu kişiler ile, karşılaştığı durumlar ile, zaman
kesitinin düşünsel düzeyi ve diğer yargıları ile objektif ve bütünlüklü
olarak ele alındığında gerçekten doğru değerlendirilmiş olur.
Çerkez Ethem'in
"ihanet"ini vurgulamak yerine, onun tarihsel kişilik olarak son anda
intihar çizgisine yöneldiğinden söz etmek daha doğru olacaktır.
211. Çerkez Ethem'in, Arif Oruç ve diğer bolşevikler ile ve Kemal'in çevresi ile olan ilişki ve çelişkilerinin savaş dışı olgulardaki durumunu Cemal Şener'den dinleyelim:
"Çerkes Ethem'in
Ankara ile ilişkileri aynı zamanda Bolşevizm ile de tanışmasına yol
açar. İdeolojik-politik içerikli sohbetlerde bulunur. Bir çok kişi ile
tanışır. Ve o günlerdeki temaslardan sonra Bolşevizm'den etkilenir.
Bolşeviklere yaklaşır. Hatta artık etrafında komünizmin tek kurtuluş
yolu olduğuna dair propagandalar yapar.
"Çerkes Ethem, 1920 Ağustos sonlarında Eskişehir'de Arif Oruç yönetiminde
Seyyare-i Yeni Dünya adında günlük bir gazetenin çıkarılmasına yardımcı
olur. Gazete, Bolşevizm yanlısı bir yayın organıdır.
"Gazete ilk yayını 30 Ağustos 1920'de yapar. Önce Arkadaş adıyla yayınlanan gazete, Arif Oruç'un Demirci Cephesi'nden Eskişehir'e gelmesinden sonra, (6 Eylül), Seyyare-i Yeni Dünya adını alır.
"Arif Oruç,
1894 Dimetoka doğumludur. Edirne İdadisi'nde okuduktan sonra Mülkiye'ye
girmiş, ama bitirmeden Gazeteciliğe başlamıştır. Macerayı seven
sosyalist eğilimli birisidir. Yeni Dünya olayından sonra, 1931 yılında 'Laik Cumhuriyetçi İşçi ve Çiftçi Fırkası'nı ve 1948'de Müstakil Türk Sosyalist Partisi'ni kurmaya çalışmış, fakat açılmasına İstanbul Valiliği izin vermemiştir.
Seyyare-i Yeni Dünya Gazetesi adından da anlaşılacağı gibi, Kuvay-i
Seyyare'nin yayın organı gibiydi. Bu gazete 'İslam Bolşevik Gazetesi
olarak nitelenir.
Gazete başlığının hemen altında Dünya'nın Fukara-i Karibesi
Birleşiniz', yani 'Dünya'nın Proleterleri Birleşiniz!' sözü yazılıdır.
Gazetenin isminin özelliği ise şundan geliyor; Seyyare, Çerkes Ethem'in kuvvetleri Kuvay-ı Seyyare'yi temsil ederken, Yeni Dünya tabiri de Sovyet Yeni Dünyası'nı simgeliyor. Ayrıca Yeni Dünya Mustafa Suphi'nin Moskova'da kurup, Kırım'da, Türkistan'da ve Kafkasya'da çıkardığı gazetenin de ismidir.
Seyyare-i Yeni Dünya Gazetesinin adı ve başlığının altındaki klişedeki
sloganı tıpkı Yeşilordu kavramı gibi Sovyet müslümanlarından
esinlenmiştir. Ama bu durumun Mustafa Suphi'nin örgütüyle organik ilişkisinin olması anlamına gelmez. Çünkü Seyyare-i Yeni Dünya'da İslami görüntü devam etmektedir.
"Çerkes Ethem, Arif Oruç'u
cephede Kuvay-ı Seyyare saflarında tanıdığını yazar. Gazeteci olarak
vatan hizmetinde çalışması için bir miktar maddi yardımda bulunduğunu
belirtir. Eskişehir'de kurulu matbaayı da kendi arzusu üzerine bu amaç
için kendisinin satın aldığını söyler. Anılarında şöyle der :
'Arif Oruç
bir gün bana, matbaasının Anadolu'daki matbaaları. en iyisi olduğunu
söylediği zaman şöyle cevap vermiştim: İnşallah zafer sonunda bu matbaa
size hediyem olacaktır.
** ** **
Tarihsel Saptamalar (19)
"Seyyare-i
Yeni Dünya Gazetesi'nde, İslami yönün mü yoksa Bolşevik yönün mü daha
ağır bastığını belirtmek oldukça güçtür. Çünkü araştırmacılar da bu
konuda susmaktadır. Zaten bu gazetenin hiçbir nüshasının arşivlerde bile
mevcudu yoktur. Mete Tunçay sadece 32. sayıyı görmüştür. Bir tek sayıdan hareketle de bu konuda karar vermenin oldukça güç olduğunu kendisi de yazmaktadır.
"Çerkez Ethem
bu gazetenin niteliği için, 'gazetenin mesleği sosyal demokrattı'
diyor. Anılarını Söylev'den sonra (1930'larda vs. yazmış olabilir)
yazdığına göre, acaba, sosyal-demokrat terimini Bolşevizme denk düşen
bir terim olarak mı, yoksa bugün anladığımız anlamda demokratik sol
anlamında mı kullandığını ayırt etmek biraz güç. Çerkez Ethem
bu gazetenin amaçları arasında, sosyal-demokrasi ilkeleri doğrultusunda
halk arasında birlik ve beraberlik yaratmanın ve devrime rehberlik
etmenin olduğunu da söylüyor.
"Bir Sovyet yazarı da bu gazetede çıkan makaleler için şunları söylüyor.
'Komünizmin, ona bir çeşit Müslüman ahlakı atfeden, ilkel ve bilinmez, fakat nispeten dürüst yorumlarını temsil ediyordu.'
"Fahrettin Altay
da anılarında, Seyyare-i Yeni Dünya hakkında, Afyon'a Ankara'dan
karayağız yakışıklı bir delikanlının geldiğini ve serbest,saygısız bir
tavırla selam verip yanındaki koltuğa oturarak Ethem Bey'in ağabeyi Reşit Bey'den getirdiği mektubu verdiğini yazmaktadır. Mektup şöyle başlar:
" 'Fahrettin Beyefendi'ye
"Bilmem ki Bolşevik olacak mısınız? Olmasanız bile herhalde, bir
Bolşevik gazetesi olan Yeni Dünya'nın yaşamını sağlamak için abone
olarak yardımınızı dilerim efendim.' F. Altay'ın
anılarına göre, gelen Yeni Dünyacı gençle o günkü durum ve cepheler
üzerine aralarında küçük bir polemik de olur. Yeni Dünyacı gencin sert
ve heyecanlı eleştirileri karşısında, Fahrettin Altay alttan alır ve genci yolcular. Bu olay onu şöyle düşündürür.
" 'Olay beni çok düşündürdü. Reşit itibarlı bir milletvekilidir. Bolşevik olmuş. Tabii kardeşi Ethem de ondan ayrılmaz. Demek Ankara'da esaslı bir Bolşevik örgütü meydana gelmiş, bir de gazete çıkarıyorlar.'
"Mustafa Kemal
Yeşilordu örgütünü 1920 sonlarında kesin olarak kapatmasından sonra, iç
ve dış komünistleri kontrol altında tutmak amacıyla resmi bir komünist
partisi kurdurduğunu daha önce belirtmiştik. Resmi parti 18 Ekim 1920'de
kurulur ve M. Kemal bunu bir mektupla Çerkez Ethem'e bildirir. Bu partinin kuruluşu Yeşilordu'nun kapatılması gibi, Seyyare-i Yeni Dünya gazetesinin de kapatılmasına yol açar.
" 'Muhterem Ethem Beyefendi' diye başlayıp, 'Muhterem Yoldaş' diye biten mektupta M. Kemal, Çerkes Ethem'e şunları yazmaktadır:
" '3. Enternasyonal'e bağlı Ankara'da bir Genel Merkez kuruldu. Bu Genel Merkez'e sen, ben ve Refet Bey
dahi alındık. Yeni Dünya gazetesi işte bu derneğin fikirlerini
yayacaktır. Hazırlanmakta olan program tamamlandığı anda size de
gönderilecektir. O zaman okur ve derhal gereken merkez ve mevkilerde
şubeler açılmasına yardım ve yol göstericiliğinizi esirgemezsiniz.
Muhterem Yoldaş.'
"M. Kemal 3. Enternasyonal'e bağlı partiye kendisinin ve Ethem'in
de alındığı haberini verdikten sonra Yeni Dünya gazetesinin bu partinin
yayın organı olmasını sağlar. Böylece yayınından Batı Cephesi komutanı
ve M. Kemal'in rahatsızlık duyduğu bu gazete kontrole alınmış olur. Bir süre sonra Yeni Dünya Ankara'ya taşınır.
''Batı Cephesi komutanı Ali Fuat Cebesoy, bu gazetenin yayınının TBMM'nin politikası ile çatıştığını yazarak, Ethemci Hacı Şükrü'yü de M.Kemal'e zaman zaman şikayet eder.
''Yeşilordu'nun tasfiyesi Meclis'te 'Halk Zümresi' adlı bir grubun oluşmasına yol açar. Mustafa Kemal toplumsal devrimcilerin Meclis'te bu ad altında varlığına bir süre müsaade etmiştir. Fakat arkasından Meclis'e Halk Zümresi programına benzer bir program sunarak (Halkçılık Programı) toplumsal devrimcilerin grup olarak varlığına da son verir.
''Ali Fuat Cebesoy anılarında Halk Zümresi için şöyle der:
'' 'Meclis'te oluşan 'Halk Zümresi'
daha önce tanıdığımız arkadaşlardı. Bunlar, toplumsal devrime
inanıyorlardı. Hükümetten ayrı bir grup yapmaktan vazgeçiremedik. Mümkün
olmadı. Fakat şimdi, 'Halkçılık Programı' altında hükümetçe bir program kabul ettik. Halk Zümresi kendiliğinden dağılmış gibidir.'
''Yeni Dünya gazetesinin Ankara'ya taşınması Arif Oruç'un bilgisi dahilinde gerçekleşir. Bu iş için , Celal Bayar ve Tevfik Rüştü Aras Eskişehir'e gelirler. Arif Oruç'u bularak ona içkili bir yemek ziyafeti çekerler. Yemekten sonra Arif Oruç'a, 'gidip şu matbaayı bir görelim' derler. Arkasından matbaaya giderler. Arif Oruç,
matbaanın asker ve polis kordonu altında sökülüp sandıklara
yüklendiğini görünce şaşkına döner ve içkili yemek ziyafetinin sırrını
da çözer.
''Bu sırada Celal Bayar, Arif Oruç'u
bir yana çekip, içinde yüklüce para bulunan zarfı kendisine uzatarak:
'Yeni Dünya'yı Ankara'da çıkarmaya devam edeceksin' der. Gazete bundan
sonra Ankara'da çıkmaya başlar. Hasan İzzettin Dinamo şöyle diyor:
''
'Yeni Dünya gazetesi sahibi ve iki Ankaralı konuk, bambaşka düşünceler
içinde vagonun karanlığına gömülerek Ankara'ya yollandılar.
''Eskişehir
Yeni Dünya'sı 'İslam Bolşevik Gazetesi ' iken Ankara'da yayınına devam
eden Yeni Dünya, resmi Komünist Parti'nin yayınıdır. Ve başyazarı parti
genel sekreteri Hakkı Behiç'tir. Fakat ilk sayıdan sonraki başyazar yine Arif Oruç'tur.
''Ankara'daki Yeni Dünya'da da ilk sayılarda, Çerkes Ethem 'Milli Kahramanımız Ethem Yoldaş'
vs. diye övülürken, 83.sayıdan sonra yavaş yavaş hedef alınır. Bu
sayıdan sonra gazetenin başlığındaki 'Seyyare' sözü de kaldırılır.
''Mustafa Kemal'in aldığı bu önlemlere rağmen, Çerkes Ethem kontrol dışı bir asker güç olarak kaldığı sürece ve ondan büyük umutlar bekleyen birçok kişi bulundukça M. Kemal'in Ethem'le çatışması bitmemiştir. Henüz son söz söylenmemiştir.'' (Cemal Şener, Çerkes Ethem Olayı, Okan Yayınları, 4.Baskı)
Cemal Şener
bu çalışmasında tarihi gerçeklere objektif olarak bakmakta ve olguları
aynı objektivite ile ( ve de geniş çaplı araştırmasıyla ) çok
yönlülüğünü dikkate alarak sunmaktadır. Türkiye Solu'nun çok az bildiği
bu konu bu çalışma ile daha doğru, daha tam ve daha yaygın olarak
bilinmiş oldu.
Uzun uzadıya aktardığım pasajlar ile göstermek istediğim Korporatist Kemalizmin Çerkes Ethem ile olan ilişki ve çelişkilerindeki hattır. Bu hat korporatist bir hattır. Korporatizmin temel özellikleri olan Hegemonik-Hiyerarşik Yön, Demagojik Yön, Kapsayıcı-Yayılmacı Yön, Dayanışmacı Yön bütün çıplaklığı ile gözler önündedir.
212. Kapitalizmin
tarih sahnesine çıkmasından sonra ortaya çıkan süreçler köleci ve
feodal üretim biçimlerinin ortaya çıkmasından sonraki süreçlerden önemli
farklılıklar göstermiştir. a) Kölecilik ve feodalizmin bir üst aşamaları yaşanmamış ancak kapitalizmin bir üst aşaması olan emperyalizm yaşanmıştır. b) Kölecilik
ve feodalizm kendi dönemlerinde tüm dünyada söz sahibi olamamışlardır.
Hatta kölecilik Avrupa'da yaygın olarak görülürken Asya'da bu süreç o
derecede, o düzeyde ve de en önemlisi buna bağlı olarak üretim biçimi
anlamında yaşanmamıştır. Ancak emperyalizm dünya çapında bir olgu haline
gelmiştir. c)
Kölecilik ve feodalizm dünya devletlerini ve ülkelerini ezen ve
ezilenler olarak iki kampa bölememiştir. Bu yetenek ve çaptan yoksundur.
Ancak emperyalizm dünyayı kesin olarak ezen ve ezilen uluslar olarak ve
ülkeler olarak ikiye bölmüştür. d)
Emperyalist devletler de kendi aralarında birinci ve ikinci dereceden
emperyalistler olarak bölünmüştür. Birinci dereceden emperyalist veya
emperyalistler dünya hegemonyası peşinde koşabilecek güç ve yetenekte
iken ikinci dereceden emperyalistlerde aynı özellikler görülmemektedir.
Hatta ikinci dereceden emperyalistler birinci dereceden emperyalistlerin
baskı ve denetimine maruz kalmaktadır. e)
Ezilen ülkeler ve uluslar da kendi aralarında farklılıklar
göstermiştir. Sömürge, yarı-sömürge, yeni-sömürge, alt-sömürge ülke ve
bölge gerçekleri varolagelmiştir.
213. Bu
tabloyu dikkate alarak Osmanlı Devleti'nden bugüne yaşanan süreçte şunu
görüyoruz. Göçebe kabile bağlarından oluşan toplumdan, patrimonial,
merkezi feodal emperyalist devlete, oradan yarı-sömürgeliğe, ardından
(1914-1918) sömürge oluşa ve sömürgelikten yarı-sömürgeliğe son olarak
ise (1945 sonrası) yeni-sömürgeliğe geçiş.
Ancak, Türkiye yeni-sömürge bir ülke olmakla birlikte, Osmanlı
Devleti'nden devraldığı durum nedeniyle alt-sömürge sahibidir. Ayrıca
kendi yasal toprağı olmayan Kuzey Kıbrıs'ta asker bulundurmaktadır. Bu
da Türkiye'nin değişik bir kamburudur.
214. Korporatist
Kemalizmin ortaya çıktığı tarihsel süreçte dünya emperyalist paylaşım
savaşına sahne olmuştu. Ve o süreç öncesinin dünya çapındaki durumunda Esas Akım Savaş'tı. 1914-1918 yılları Esas Akım Savaş'ın doruk noktasına ulaştığı yıllardı. Esas Akım Savaş'ın
yarattığı durum nedeniyle yani emperyalist işgal, yani sömürgeleştirme
nedeniyle, buna tepki olarak anti-sömürgeci Kurtuluş Savaşı düzenlendi.
İşte bu koşulların içinde ortaya çıkıyor korporatist Kemalizm.
215. Böyle
bir dünyada ortaya çıkan korporatist Kemalizmin doğduğu topraklarda
-Kürt illerini de dahil ettiğimizde- çok cılız bir yerli kapitalizm,
feodalizm ve egemen durumda yarı-feodal üretim tarzı söz konusuydu.
216. O
tarihsel süreçte ülkenin gidişatı mecburen sömürgelikten ve merkezi
feodal devlet yönetiminden kopuşa veya kurtuluşa doğruydu. Bir yandan
kuzeyde sosyalist bir devlet kurulmuş, diğer yandan Batı'da kapitalizm
egemen iken ve merkezi feodal devletin başının itibarı hem İttihat ve
Terakki'nin siyasal anlamda iktidarı tarafından yıpranmış -Birinci ve
İkinci Meşrutiyet denemeleri söz konusu- hem de emperyalist işgal
padişah ve halifenin etkisini sıfırlamış iken korporatist Kemalizmin
iktidara gelmesi şaşırtıcı veya mucizevi bir durum değildir. Ayrıca
3.Enternasyonal ve Bolşevik Parti'nin Mustafa Suphi önderliğindeki TKP'yi
esas önder güç olarak görmeyip komünistleri Kemalist Hareketin
kuyruğuna takması da onların vahim bir hatası olurken bu tutum burjuva Kemal için önemli bir kazanç olmuştur.
217. Mustafa Kemal
ve yakın çevresi Kemalist hareket öncesinde Osmanlı Devleti askeri
bürokrasisine mensuptur.Osmanlı Devletinin çıkarları için faaliyet
göstermişlerdir. Hiç biri TC tipi bir devlet kurmak amacıyla padişaha ve
halifeye karşı bir mücadele içinde olmamışlardır.
218. Kemalist
hareketin mevcut sınıflara karşı üretim biçimi bağlamındaki tavrı üst
yapı kurumlarına karşı olan tavrı ile doğru orantılı değildir.
Feodalizmin üst yapı kurumlarını tasfiyede tam bir burjuva tavrı içinde
olan Kemal, feodal ve yarı-feodal üretim biçiminin
tasfiye edilmesinde böyle bir tavır göstermez. O yarı-feodal yapının
sürmesinden yanadır. Toprak devrimine hiçbir zaman yönelmemiş tam
tersine toprak ağalığını meşru görmüştür. Ve ulusal kapitalizmin
geliştirilmesi yolunu izlemekten ziyade bürokratik devlet kapitalizminin
geliştirilmesine önem vermiştir. Tabii ki bunda korporatist TC
devletinin kuruluşunda milli burjuvazinin değil askeri bürokrat
burjuvazinin esas rolü oynamış olması gerçeği yatmaktadır. Korporatist Kemal ve çevresine geleceğin iktisadi yönünü dikte ettiren milli burjuvazi olmamıştır. Tam tersine onlara dikte ettiren Kemal ve çevresidir. Korporatist Kemal ''İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz'' tezini
savunduğundan işçi sınıfının ve burjuvaziye, yoksul köylülüğün toprak
ağalığına karşı hak ve hukukunu da hasıraltı etmiştir.
** ** **
Tarihsel Saptamalar (20)
200. Çin
demokratik halk devrimi üç büyük dağı hedef almıştı. Emperyalizm,
komprador ve bürokrat kapitalizm ile feodalizm dağlarını. Türk devrimi
ise üç tepeli tek dağı hedef almaktadır. Tek dağın üç tepesinde,
emperyalizm, komprador kapitalizm ve bürokrat kapitalizm bulunmaktadır.
Demokratik halk devrimi bu nedenlerle anti-emperyalist ve esas olarak
anti-kapitalist bir devrimdir. Ancak Çin devrimi gibi anti-feodal bir
devrim değildir. Türkiye'de anti-feodal bir devrim yapmayı gerektiren
bir feodalizm yoktur. Varolan çok kısmi ve yöresel kalıntılardır.
Kürtlerin anti-feodal devrime ihtiyacı vardır ama Türklerin hedef
alacağı toprak ağalığı, aşiret ilişkileri, şıh ve şeyhler yoktur. Türk
köylüsü küçük mülkiyete sahip bir köylüdür. Toprak ağalığı altında inim
inim inlememektedir. Türk köylüsünü ezen başta hükümetler olmak üzere
egemen olan kapitalist pazar ekonomisidir.
201.
Türkiye'de 1919 -1922 yılları arasında baş çelişki işgalci emperyalist
devletler ile Türkiye halkı arasındadır. Bu tam anlamıyla ulusal bir
çelişkidir.1923-1945 yılları arasında (Birinci Cumhuriyet Dönemi) baş çelişki emperyalizm ile işbirliği yapan Kemal-İnönü
kliği ile halk arasındadır. Bu dönemde emperyalizm ikinci dereceden rol
oynamaktadır, henüz hakim sınıflar ile tam anlamıyla kaynaşmış
değildir. Hakim sınıflar ve onların siyasal temsilcileri olan
Kemal-İnönü kliği emperyalizm ile işbirliği yapmakla birlikte onlara
uşaklık eden ülkeyi onlara peşkeş çeken unsurlar değildir. O nedenle
emperyalizm olgusu büyük bir tehlike arz etmemektedir.
1945-1960 İkinci Cumhuriyet Dönemi
birinci yarısında baş çelişki emperyalizm ile -esas olarak ABD
emperyalizmi ile ittifak halinde olan komprador burjuvazi ile halk
arasındadır. Emperyalizm ile komprador burjuvaziyi terazinin ayrı
kefelerinde değerlendirmiyoruz, onlar iç içe geçmiş olarak aynı kefede
yer almaktadırlar.
1960 -1980 İkinci Cumhuriyet Dönemi ikinci yarısında baş çelişki
emperyalizm + bürokrat burjuvazi + komprador burjuvazi ile halk
arasındadır.
1970'lerden 1984'lere kadar olan süreçte dünya çapındaki siyasi güç
dengeleri nedeniyle baş çelişkinin düşman kutbunda bütün emperyalistler
değil iki süper devlet olan ABD emperyalizmi ile Sovyet sosyal
emperyalizmi bulunmaktaydı. Tabii ki baş düşman sadece bu iki
emperyalist değildi. Özellikle ABD ile iç içe geçmiş olan
komprador-büyük bürokrat burjuvazi de baş düşman tarafında yer
almaktaydı. O dönemde baş çelişkiyi iki süper devlet ile halk arasında
görmek komprador-feodal kliği hesaba katmamak eksik yapılmış bir baş
çelişme saptaması olurdu. Ve böyle bir baş çelişme saptaması
kompradorlar ile büyük bürokrat burjuvazinin iç içe geçmiş durumunu
görmemek veya gözlerden gizlemek olurdu.
1980'lerin ortalarında Sovyetler Birliği'nde Gorbaçov'un iktidarı ele
geçirmesinin ardından perestroyka ve glasnost politikalarına
yönelinmesiyle birlikte Sovyet kliği çok kısa bir sürede hegemonya
peşinde koşan, dünyayı paylaşma talebinde bulunan, dünya emperyalist
savaşına hazırlanan bir güç olmaktan çıktı. Dolayısıyla da Türkiye'deki
baş çelişme saptaması değişti. Böylece 1985 sonrasında baş çelişme ABD
emperyalizmi ile komprador-büyük bürokrat burjuvazi ile halk kitleleri
arasındaki çelişme haline geldi.
202. Türkiye'de
emperyalizm kendini komprador ve büyük bürokrat burjuvazinin şahsında
somutlaştırmaktadır. Emperyalizme karşı mücadele demek komprador-büyük
bürokrat kliğe karşı mücadele demektir. Aksi halde anti-emperyalist
mücadele laf salatasından ibaret, somuta vurmayan ve hatta somutu
gizleyip koruyan sinsi bir savunuculuk olur.
203. Türkiye'de
emperyalist sömürü aşağıdaki üç yol ile gerçekleşmektedir. 1.Ticaret
yoluyla sömürü 2.Yatırım yoluyla sömürü 3. Borç vererek borçlandırma
yoluyla sömürü.
204. Vehbi Koç, Hayat Hikayem adlı kitabında emperyalizm ile kurduğu ve geliştirdiği ilişkilerini şöyle anlatmaktadır:
"İşte Standart Oil, şimdiki Mobil Oil şirketi ile ilişkim böylece 1928
yılında başlar. Uzun yıllar birlikte çalıştık. (s.46)
"1928 yılında Ford ile anlaşma yaptık. (s.56)
"1943 yılındaydık. Savaş uzuyor bütün Avrupa'yı titreten Alman orduları Hitler'in
durmadan değişen kararları ile yıpranıyor, savaş uzadıkça da
Müttefikler zaman kazanıyor, güçleniyorlardı. Yılın ikinci yarısında
bende şu görüş belirdi. Bu savaşı Amerika ve Müttefikler kazanacak,
ticaret serbest olacak, Avrupa bitkin bir halde, Amerika ile büyük bir
iş yapmak imkanları çıkacak; iş alanıma giren büyük Amerikan
firmalarının temsilciliklerini almalıyım. Bu yolda yürüme gereğine karar
verdim. Daha önceden Ford acentası olduğum, Firestone lastiklerinin
Ankara temsilciliğini yaptığım, Geseryanlarla da
çalıştığım sürede Kelvinanör buzdolapları ve Philco radyolarını sattığım
için en iyi markaların Amerika'da bulunduğunu ve seri üretim yapılan
işlerde Amerikan mallarının Avrupa'ya oranla kalite ve fiyat bakımından
daha uygun olduğu görüşüne varmıştım. (s.73)
"Bizde İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra, Amerika ve Avrupa
şirketlerinden birçok temsilcilikler almış ve Devlet eksiltmelerine
girmek üzere Tetico şirketini kurmuştuk.Bu şirketin bütün işi
komisyonculuktu. Ankara Belediyesi'nin troleybüs eksiltmesine Tetico
şirketimiz de katıldı. General Electric şirketinin temsilcisi olarak
katıldığımız bu eksiltmede 10 troleybüs işini aldık.(s.133)
"O yıllarda traktörle tarım yapan çiftçiler çok azdı. Marshall Planı
uygulanmaya başladı. Firmamız Amerikan Oliver firmasının traktörlerinin
acentasıydı. Marshall Planı'ndan ilk defa Oliver marka traktör
İstanbul'a geldiği zaman Amerikan Yardım Heyeti Başkanı Russell Dorr bir tören yapmak istedi. (s.58)
"1946'da ilk Amerika yolculuğum tüccarlıktan çıkıp sanayiciliğe girişimin başlangıç noktası olmuştur. (s.73)
"Amerika yolculuğunda temsil ettiğimiz firma yetkilileri ile
tanışmaktan başka bir hedefim vardı: Türkiye'de bir ampul fabrikası bir
de lastik fabrikası kurmak Bu amaçla görüştüğüm gerek General Electric,
gerekse U.S.Rubber (şimdiki Üniroyal) çok büyük şirketlerdi, adeta birer
hükümet gibiydi. Derdimi anlatmak ve karar almak çok güçtü. Başarılı
olmak için Küçüklerden başlayıp onları inandırmak, işi pişirerek kademe
kademe yükseklere götürmek gerekiyordu. İlk Amerika yolculuğunda bu yolu
tuttum. Önce General Electric firmasının Türkiye işlerine bakan ve bizi
seven direktörüyle tanıştım. Derdimizi ona anlattık. Ondan sonra Mali
İşler Başkan vekili Mr.Evewrth'i inandırdık. İnternational General
Electric'in Genel Müdürü, aynı zamanda İdare Meclisi Başkanı Mr. Reed'e iletmek gerekiyordu. Bana 45 dakikalık bir randevu verdi...Mr. Reed bu konuşmasında ahiret suali gibi sorular sordu. 34 dakika kendisi konuştu,11 dakika da ben. Mr. Reed saatine baktı. Tabii bu 'gidin' demekti. Hiç bir sonuca varamadık. Ben kendisinden bir randevu daha rica ettim.
"Bir hafta sonra 45 dakikalık bir randevu daha verdi. Bu ikinci
gidişimde Türkiye'de General Electric Ampul Fabrikası kurulması kararını
aldım. Uzun konuşmalar oldu. Türkiye'ye heyetler gelip gitti. Sonunda
şirket kuruldu. Fabrika inşaatına başlandı, başarı sağlandı. Memlekete
Amerikan sermayesi ile ortak ilk fabrika böylece kuruldu. Döviz tasarruf
edildi. General Electric kazandı, biz kazandık, bu başarımdan dolayı
çok memnunum.
"Amerika'dayken Türkiye'de bir lastik fabrikası kurmak üzere U.S.Rubber
şirketine de teklifte bulundum. On beş yıl uğraştım, bir türlü kabul
ettirmek mümkün olmadı, ta ki biz Pirelli ile lastik fabrikası kurmaya
karar verip işe başlayana kadar. O zaman harekete geçerek Türkiye'de bir
fabrika kurmaya karar verdiler ama işe çok geç başlanmış oldu. Her
demir tavında dövülmek gerek. İlk Amerika yolculuğumun hedeflerinden
birinde başarılı oldum, diğerinde olamadım. Lastik fabrikası 1964
yılında gecikerek kuruldu. (s.76 -77)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder