13 Ağustos 2012 Pazartesi

POL POT KENDİNİ ANLATIYOR

                   

                                  POL POT                    KENDİNİ         ANLATIYOR...

ÖN AÇIKLAMA
Okuduğunuz yazı 1979 yılında yayınlanmış olan SAVAŞAN KAMBOÇYA adlı kitaptan alınmıştır. Pol Pot ile yüz yüze yapılmış bir röportajdır. Röportajı yapanlar Mehmet Ataberk ve Nuri Çolakoğlu'dur.

-----------------------------------------------------------------
 -------------------------- -------------------------------------- -----------------------------------------------------------------

    Kamboçya Komünist Partisi Merkez Komitesi Sekreteri ve Demokratik Kamboçya Başbakanı Pol Pot kendi hayatını ilk kez kısaca, 17 Mart 1978'de Phnom Penh'de görüştüğü bir grup Yugoslav gazeteciye anlattı. 11-13 Nisan 1976'da yapılan Kamboçya Halk Temsilcileri Meclisi toplantısında başbakanlığa getirilene kadar adı dış dünyada hemen hiç duyulmamış olan Sekreter Pol Pot'a Yugoslav gazeteciler yönelttikleri ,"Siz kimsiniz, Pol Pot yoldaş, KKP Merkez Komitesi Sekreterinin geçmişi nedir?" sorusuna Pol Pot şu karşılığı veriyor:

     "Sorunuza memnuniyetle cevap vereyim. Ama önce benim ve diğer önder yoldaşların rolünün, Kamboçya ulusal hareketinin ve Kamboçya halkının devrimci hareketinin çok küçük bir kısmını oluşturduğunu söylemek isterim.

     "Ben bir köylü ailesinden geliyorum. Çocukluğum boyunca ailemle yaşadım ve tarladaki çalışmalarında onlara yardım ettim. Ama sonra geleneğe uygun olarak okuma yazmayı öğrenmek için bir pagodada (tapınakta) yaşadım. Pagodada altı yıl kaldım ve iki yıl rahiplik yaptım.

   
Önde Pol Pot Kızıl Khmer gerillalarıyla ormanlık alanda    
      
       Geçmişimi öğrenen ilk kişiler siz   oluyorsunuz.

       "Büyüyünce ilkokula gittim, ama sınavı veremediğim için ilkokuldan hemen sonra ortaokula devam edemedim. Tekrar tarlada çalışmak için ailemin yanına gittim. Ancak bundan sonra ortaokula giriş sınavını verebildim. Ortaokulu bitirdikten sonra teknik okula gittim. Bu öğrenimim bir yıl kadar sürdü. Bu genel olarak teknik, özel olarak da elektrik üzerineydi. Sınavı başarıyla verdikten sonra yurtdışında Fransa'da okumak için bir burs kazandım.

       İlk yıl şevkle okudum. Geçer not alan iyi bir öğrenciydim. Sonra ilerici öğrencilerin hareketine katıldım ve böylece ders çalışmaya yeterli vaktim kalmadı. Dersleri ihmal ettiğim için iki yıl sonra yetkililer bursumu kestiler. Bunun üzerine dönmek zorunda kaldım.

       "Pnom Penh'de gizlilik şartlarında yürütülen mücadeleye katıldım. Bundan sonra da Fransız sömürgecilere karşı mücadelede yer almak üzere gerillalara katıldım.

       "1954'deki Cenevre Antlaşması'ndan sonra Pnom Penh'e dönerek yeraltı faaliyetimi sürdürdüm. Görünüşte özel bir okulda tarih, coğrafya, yurttaşlık bilgisi öğretmenliği yapıyordum. Çeşitli çevrelerle temas ettim. Öğrenci ve aydınlar, işçiler ve ayrıca köylüler arasında çalışmayaptım.

      "1963'te artık Pnom Penh'de kalamaz hale geldim. Gerillalara katılmam gerekiyordu. Halk beni çok iyi tanımıyordu. Ama Lon Nol'ün polisi benim faaliyetlerimi izliyordu. Beni biliyorlardı, ama tam olarak kim olduğumu çıkaramıyorlardı. Pnom Penh'de başkentteki hareketin genel sorumlusuydum. Aynı zamanda köylük bölgelerle irtibatı da üstlenmiştim.

 
      "1963'de gerillalara katıldım ve Pnom Penh'e 24 Nisan 1975'te döndüm.

       "1960'ta Parti Kongresi beni Merkez Komitesi üyeliğine ve Parti Merkez Ko-
mitesi Daimi Komite üyeliğine seçti.

       "1961'de Daimi Komite Sekreter Yardımcısı oldum.

        "1962'de Partimizin Sekreteri gizlice düşman tarafından katledildi. Bunun üzerine Sekreterliği ben üstlendim.

       "1963'te Parti'nin 2.Kongresi beni sekreterliğe seçti. Daha sonraki Kongreler de üstüste beni hep bu göreve getirdi.

       "Köylük bölgelerde esas olarak, en ücra bölgelerde kaldım.        
      Bütün ülkeyi dolaştım. Halkımı, ülkemin coğrafi ve ekonomik durumunu oldukça iyi biliyordum. Destek üssüm, Kuzeydoğudaki azınlık milliyetler bölgesindeydi. Bu milli azınlıkları çok iyi biliyorum. Çok sefil durumdaydılar. Sadece küçük bir kumaş parçası ile örtünüyorlardı. Yiyecek hiç tuzları yoktu. Şimdi, kimse onları diğerlerinden ayırt edemez. Aynı elbiseyi giyiyorlar ve diğer herkes gibi yaşıyorlar. Yeterince pirinçleri, tuzları, ilaçlar ı ve diğer malları var. Yaşam koşulları oldukça düzeldi.

       Kamboçya'da karşılaştığımız bütün yetkililere, Kamboçya halkının önderleriyle görüşmek istediğimizi söylemiştik.Onların cevabı ise "Bir bakalım" olmuştu. Böyle bir görüşme yapıp yapamayacağımız belli olmamıştı.

       Kamboçya'daki ikinci günümüzün akşamı Pian gelerek, Dışişleri ile görevli Başbakan Yardımcısı İeng Sary'nin bizi kabul edebileceğini,ama önceden sorularımızı yazılı olarak vermemizi rica ettiğini söyledi.

       Hemen oturup aklımıuza gelen on soruyu kağıda döktük,daktilo edip Kamboçyalı ev sahiplerimize verdik. Sonra da ülke içinde dört günlük bir geziye çıktık.

       Geziden bir öğlen dönmüştük. Oldukça yorgun olduğumuzdan biraz dinleniyorduk ki, kapımız çalındı. Pian bizleri heyecanlandıran bir haberle gelmişti:

       "Pol Pot yoldaş sizlerle görüşmek istiyor. Yemekten sonra resmi konutunda sizleri bekleyecek."

       Kamboçya halkının önderi Kamboçya Komünist Partisi'nin Merkez Komitesi Sekreteri, Kamboçya'nın en yetkili kişisi Başbakan Pol Pot bizi kabul edecekti.
 
     
      Resmi Konutta

       Akşam yemekten sonra Nat arabasıyla geldi. Evden çıktık, az ileriden sağa döndük, Bassak Irmağı boyunca ilerledik. Saat tam 7.00'de resmi konutun önündeydik. Merdivenlerin enüstünde görüşmemizde çevirmenlik yapacak olan Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Thiounn Prasithhem Fransızca hem İngilizce biliyordu. Şimdi Demokratik Kamboçya'nın Birleşmiş Milletler'deki Daimi Temsilciliği'ni yapıyor.

       Bizi büyük bir salona aldılar. Pol Pot kapıdaydı. Hararetle elimizi sıktı. Geniş salonun bir kenarına yerleştirilmiş koltuklara oturduk. Arkamızda siyah abanoz ağacı üzerine sedef kakma olarak yapılmış Angkor Vat tapınağının büyük bir resmi asılıydı.

       50 yaşlarındaki Pol Pot boğazına kadar düğmeli gri bir takım elbise giymişti. Yumuşak ve yavaş ama etkileyici bir sesle konuşuyordu. Vietnam'ın çevirdiği dolapları anlatırken gülüyor, küçük kahkahalar atıyordu, ifadesini güçlendirmek için ellerini kullanıyor, tane tane konuşuyor, anlattıklarının tam anlaşılmasına çalışıyordu.

       Görüşmeyi Dışişleri ile görevli Başbakan Yardımcısı İeng Sary, Dışişleri Bakanlığı Enformasyon ve Basın Bürosu Başkanı Gun da izliyorlardı.

       Pol Pot, kendisine ulaştırılan yazılı sorularımıza Başbakan Yardımcısı İeng Sary ile birlikte cevapladıklarını, ancak kendisinin bazı noktalarda daha ayrıntılı açıklamalar yapmak istediğini belirtti.

       Sözlü açıklamaları sırasında söylediği bazı şeyler yazılı sorulara verdiği cevaplarda da yer almasına rağmen tarihi bir belge olması nedeniyle biz her iki metni de tam olarak yayınlamayı kararlaştırdık. Ancak konuların yakınlığına göre yazılı ve sözlü metinleri birbirinin ardına koyduk.

       Resmi Konut'ta kahvelerimiz gelirken Pol Pot sözlerine şöyle başladı:

       "Halkımız sizin ziyaretinizi büyük bir sevinçle karşılıyor,ziyaretinizden güç alıyor. Ülkemizin çeşitli yerlerini gezdiniz. Demokratik Kamboçya'daki durumla ilgili bilgi edindiniz.

       "Halkımız sorunlarını çözmeye,ülkemizi yeniden inşa etmeye ve hayat düzeyini yükseltmeye çalışıyor. 17 Nisan 1975'deki kurtuluşumuzdan bu yana halkımız tüm güçlerini ülkemizi savunmaya ve ekonomimizi inşa etmeye seferber etti. Yeterli yiyecek sağlamak, bağımsızlık ve egemenliğimizi korumak için böyle yapmak zorundayız. Ülkemizi inşa etmek için halkımızın ve silahlı kuvvetlerimizin tüm güçlerini seferber ettik.

    
Vietnam ve Sovyet Yayılmacılığının Stratejisi

       "Ne var ki, dış düşman, halkımızın hayat düzeyini yükseltmemize, barış içinde yaşamamıza ve ülkemizi inşa etmemize imkan vermedi. Kurtuluşa kavuşmamızdan bu yana özellikle Vietnamlı saldırganlar Kamboçya'yı ele geçirmek amacıyla bir çok faaliyet yürüttüler. Onlar, Kamboçya'nın bağımsız olmasını ve kendi kaderinin efendisi olmasını istemiyorlar.

       "Onlar, Kamboçya'yı ele geçirmek ve Vietnam'ın bir parçası durumuna getirmek istiyorlar. Daha önce 'Hindiçini Federasyonu' söz konusuydu. Onlar bu Hindiçini Federasyonu aracılığıyla Kamboçya'yı ilhak etmek ve Vietnam'ın bir parçası haline getirmek istiyorlar. Vietnamlılar gerçi bugün Hindiçini Federasyonu sözünü kullanmıyorlar, ama özünde onların tek isteği Kamboçya'yı ele geçirmektir.Kamboçya'yı ele geçirmek Kamboçya'nın efendisi olmak ve sonra yayılmalarını güneye doğru geliştirmek amacındalar. Vietnam'ın ve aynı zamanda Sovyet yayılmacılığının stratejisi işte budur.

       "Bu nedenle Vietnam ve Sovyetler Birliği, Kamboçya'ya karşı birleşiyor ve ona saldırıyorlar. Ve ikisi birlikte, Güneydoğu Asya'daki yayılmalarını geliştirmek istiyorlar.

      "1977 sonlarında bize karşı on dört tümenle büyük bir saldırıya giriştiler. Bu, Vietnamlılar ın hazırladığı ve içinde Sovyetler'in ve onların takipçilerinin de bulunduğu bir plandı."

       Pol Pot konuşmasının burasında durdu. O sırada görevliler salona çok büyük bir Kamboçya haritası getirdiler. Başbakan Pol Pot ayağa kalkarak Sovyetler Birliği desteğindeki Vietnam saldırısı hakkındaki açıklamasını harita üzerinde göstererek şöyle sürdürdü:

       Vietnam Saldırısı Kurtuluştan Beri Sürüyor

       "Şimdi size Vietnamlıların Vietnam sınırında giriştikleri saldırıdan söz etmek istiyorum. Kurtuluşa kavuşmamızdan sonra, Vietnamlılar Koh Vay adamızı ele geçirmek üzere bir saldırıda bulundular. Ve halkımıza gözdağı vererek kendilerine boyun eğdirmek, bizi Hindiçini Federasyonuna katılmaya zorlamak amacıyla sınır boyundaki saldırılarını sürdürdüler.

     "Bu saldırılarını 1975'ten 1977'ye kadar sürdürdüler. Ama hiçbir zaman başarıya ulaşamadılar. Dolayısıyla, 19 77 sonlarında bize saldırmak üzere büyük çaplı kuvvetler kullandılar. 'Yıldırım saldırısı, yıldırım zaferi ' stratejisini uygulamak istediler. Bu stratejiyi halkımızın kendilerine karşı çıkmasını önlemek ve aynı zamanda dünya kamuoyundan gelecek muhalefeti engellemek amacıyla uyguladılar. Eğer Demokratik Kamboçya'yı ele geçirmeyi başarsalardı, dünya kamuoyunun yapabileceği hiçbir şey olmayacaktı.


   
      Saldırı Hedefleri
 
       "Onlar kuvvetlerine güvendiler. "Pol Pot haritada Kompong Çam ve Svay Rieng bölgesini göstererek sözlerini sürdürüyor: "Bu nedenle, bu bölgenin güneyinde bize karşı büyük bir saldırı başlattılar. Onların ana saldırı hedefi burasıydı. Mekong'un kuzeyindeki cephenin yanı sıra, ülkenin bu yörelerinde ikincil cepheler vardır.

     "Dünya kamuoyu, Vietnam'ın yayılmacı Sovyetler'in uşağı olduğunu ve Sovyetler'in Güneydoğu Saya'daki yayılmacı siyasetine hizmet ettiğini gördü.

     "Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi, Sovyetler Birliği'nin emriyle hareket eden Küba, Afrika'da yayılmacı ve saldırgan bir rol oynadı. Sovyetler, aynı şekilde Vietnam'ı da Güneydoğu Asya'da yayılmak üzere bir öncü güç olarak kullanıyorlar.

     "Vietnamlılar 1977 Aralık'ında bize on dört tümenle saldırdıklarında çok sayıda ağır top ve bir çok tank kullandılar. Bunlar arasında birçok Sovyet tankı da vardı. Ve hem ağır topçu komutanları, hem de tank komutanları arasında Sovyet komutanları da bulunuyordu. Vietnam topraklarından Sovyet komutanları emir veriyordu. Bunlar aynı zamanda Kamboçya topraklarına giren tanklardan da emirler verdiler. Bunun kanıtları var.

     "Birincisi, dinlediğimiz radyolarda Rusça emirler işittik. Rusça konuşan Vietnamlılar vardı, ama aynı zamanda Rusça konuşan Sovyet subayları vardı.

     "İkinci bir kanıt olarak bir tank imha ettik, bu tankın içinde iki Sovyet askeri öldürdük. Üstlerinde beyaz giysiler vardı, dökümhane işçilerinin giysilerine benziyordu. Bunlar sıcaktan korunmak için giyilmişti.
 
      Demokratik Kamboçya Bağlantısız
     Bir  Üçüncü Dünya Ülkesidir

       "Demokratik Kamboçya küçük, yoksul ve nüfusu az bir ülkedir. Mahvedici bir savaştan yeni çıkmıştır. Herhangi bir ülkeyi kışkırtması ve ona saldırması için hiçbir neden yoktur. Dolayısıyla, Vietnam  Kamboçya'ya karşı saldırısını durdurur durdurmaz bu savaş kendiliğinden sona erecektir. Ve eğer Vietnam Kamboçya'nın bağımsızlığına, egemenliğin e ve toprak bütünlüğüne somut anlaşmalarla saygı gösterir ve Kamboçya'nın iç işlerine karışmazsa, Kamboçya ve Vietnam ülkeleri ve halkları arasındaki dostluk da kendiliğinden oluşur.

     "Bütün bağlantısız ülkeler, Üçüncü Dünya'ya dahildir. Ama Üçüncü Dünya ülkelerinin hepsi bağlantısız ülkeler değildir. Bu terimleri kullanıyoruz, çünkü Demokratik Kamboçya bağlantısız bir Üçüncü Dünya ülkesidir. Bu da Demokratik Kamboçya'nın herhangi bir bloka katılmadığı anlamına gelir.

     "Bu temel üzerinde birbirinin bağımsızlığına, egemenliğin e ve toprak bütünlüne karşılıklı saygı, birbirinin iç işlerine karışmama ,eşitlik, karşılıklı yarar ve barış içinde birarada yaşama şeklindeki bağlantısızlık ilkelerini somut anlaşmalarla yerine getirerek, tüm bağlantısız ülkeler ya da Üçüncü Dünya ülkeleriyle dostluk ve dayanışmayı geliştirmeye ve güçlendirmeye çalışıyoruz.

     Bu ilkeleri savunmak, onları her zaman bozulmadan korumak için kararlılıkla elimizden geleni yapıyoruz. Çünkü bu ilkeler doğru ve haklı ilkelerdir. Bu ilkeler bir yandan bağımsızlığımızı korumamızı sağlamakta, öte yandan da devletler arasındaki uluslararası ilişkilerin eşitlik ve karşılıklı saygıya dayanması mümkün kılmaktadır.

       Vietnam ve Küba
       Yayılmacı Blokun Üyeleridir

       "Küba, Afrika ve Orta Doğu halklarına saldırma ve onları katletmede yayılmacı büyük devletin paralı ordusu olarak hizmet görüyor. Bu iki ülke bağlantısızlık ilkelerini çiğniyor.

     
       Üçüncü Dünya İle Dostluk ve Dayanışma

       "Demokratik Kamboçya Anayasasının 21.Maddesi şunu da belirtir: Demokratik Kamboçya, Asya, Afrika ve Latin Amerika'daki Üçüncü Dünya halklarıyla ve dünyanın bütün barışsever ve adaletsever halklarıyla dayanışmasını geliştirmek ve emperyalizme, sömürgeciliğe  ve yeni-sömürgeciliğe karşı dünyada gerçek bağımsızlık, barış, dostluk, demokrasi, a dalet ve ilerleme uğrundaki mücadelede etkin karşılıklı yardım ve desteği geliştirmek için vargücüyle çalışır.

       15 Yılda Modern Bir Tarım Ülkesi,
       15-20 Yılda Temel Sanayilere Sahip
       Ülke Olmak

       "Kurtuluştan hemen sonra 1976 Ocak'ında toplanan Kamboçya Komünist Partisi 4. Kongresi ülkenin inşası için başka bir deyişle ABD emperyalistlerinin beş yıl süren saldırı savaşı tarafından harabeye çevrilmiş, yoksul ve geri bir tarım ülkesi olan Kamboçya'yı 1977'den başlayarak 10-15 yıl içinde modern bir tarım ülkesine 15-20 yıl içinde de tüm temel sanayilere sahip olan bir ülkeye dönüştürmek için stratejik plan saptadı. Bağımsızlık, egemen lik ve kendi gücüne güvenme ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalarak tarımı inşa edip geliştiriyor ve tarımda biriken sermayeyi sanayinin inşasında kullanıyoruz.
 
 
      Sanayileşme Çabası

       "Bu arada çeşitli temel fabrikalar inşa etmeye çalışıyoruz. İnşaat sanayii için fabrikalar, kimyevi madde fabrikaları, çelik fabrikaları, petrol rafinerileri gibi temel fabrikaların inşasına büyük önem veriyoruz. Bunlar bağımsız bir ekonomiyi yaratan sanayilerdir. Şimdi bunları inşa etmeye çalışıyoruz. Bu planı adım adım gerçekleştiriyoruz.

       "Bu fabrikaların inşası sırasında teknisyenler de yetiştiriyoruz. Bunlar aynı anda hem öğrenim yapıyor, hem de üretim çalışmasına katılıyorlar.

       "Size bir örnek vermek isterim. Daha önceleri genel bir kültür edinmek ve ortaokul öğrenimi görmek için on bir-on iki yıl okumak zorundaydılar.Şimdi ise on iki - on dört yaşlarındaki çocuklar okuma yazma, hesap yapmayı biliyor ve üretime katılıyorlar. Genellikle günde iki saat genel kültür okuyorlar. Üç yıllık bir öğrenim görüyorlar. Gördükleri eğitim daha önce on bir - on iki yılda görülen eğitimin aşağı yukarı aynıdır. Gerçi çok yüksek bir düzeye sahip değiller, ama düzeyleri kurtuluştan önce dokuz yıl okuyanların düzeyinden daha yüksek.
  
       "Hızla yeterli teknisyene sahip olabilmek için teknisyenleri böyle yetiştirmek zorundayız.... Gördüğünüz gibi orada aynı anda hem öğrenim görüyor, hem de çalışıyorlar. Eğer onların öğrenimleri tamamlandıktan sonra üretime katılmalarını bekleseydik on altı yıl bekleyecektik. Aynı anda hem okuyup hem de üretime katıldıklarından teknisyenlerimizi böyle yetiştiriyoruz.

      Para Bulunmayan Bir Ekonomik Düzen

       "Bugün para kullanmıyor olmamız, ABD emperyalistlerinin saldırı savaşına karşı Milli Kurtuluş Savaşı sırasındaki somut durumun bir sonucudur. 1973'ten önce, henüz kooperatifler kurmadığımız sıralarda, toprak ağaları, tüccarlar ve gelip Kamboçya topraklarına sığınan Vietnamlılar, devletimizin verdiğinden daha yüksek bir fiyatla halktan gizlice pirinç satın alıyorlardı. Dolayısıyla, ha lkımız ve ordumuz yiyecek sorununun çözümünde güçlüklerle karşılaştı; halk çocuklarını orduya göndermeye ve ABD emperyalistlerine karşı savaşmaya istekli değildi.

       "Durumu açık seçik değerlendirdik ve 20 Mayıs 1973'te kooperatifler kurmayı kararlaştırdık. Bu kooperatifler ekonomiyi bütün alanlarda kucaklıyorlar, yani tarım üretimini kucaklıyor, kendileri ile devlet arasındaki mübadele ve ikmali denetliyorlar. Böylelikle yiyecek sorununu çözmeyi başardık; halk devrimden memnun oldu ve çocuklarını düşmana karşı savaşmak için orduya göndermeye razı oldu.

      "Dolayısıyla kooperatifler arasındaki mübadeleler durmadan arttı ve para kullanımı azaldı. 1974 yılında halkımız para kullanmayı %80 oranında bıraktı. Kurtuluştan önce devlet parayı özellikle düşmanın denetimi altındaki bölgelerdeki bazı satın almalar için kullanıyordu. Bu nedenle ülkenin % 90'ını kaplayan ve 6 milyonluk bir nüfusa sahip olan kurtarılmış bölgelerde paranın kullanılmaması bir sorun değildi. Bütün ülke kurtarıldığı zaman halk para kullanmama alışkanlığını edinmişti bile, şehirlerden boşaltılan insanlar da para kullanmıyorlardı.

       "Bugün her yerde kooperatifler var. Fabrikalarda işçi sendikaları var. Hem kooperatif üyeleri hem de işçi sendikaları üyeleri kollektif bir hayat sürdürüyor. Kooperatifler ve sendikalar her şeyi sağlıyor. Yiyecek, giyecek, k onut, ilaç, tıbbi bakım vb.

       "Halkımız kollektivist rejimden çok memnundur. Tek isteği kollektivist rejimi güçlendirmektir, çünkü bu rejim bütün halk arasındaki birlik ve dayanışmayı güçlendirmiş, sosyalist rejimi sağlamlaştırmış ve Vietnam'ın ve yayılmacı büyük devletin saldırgan faaliyetlerini yenilgiye uğratmıştır. Vietnam ve yayılmacı büyük devlet, Demokratik Kamboçya'nın kollektivist sosyalist rejimine saldırıyorlar. Çünkü artık Kamboçya topraklarına sızamıyor ve ajanlarını Kamboçya Devriminin saflarında örgütleyemiyorlar.

        Benzer bir soruyu Sekreter Pol Pot'a görüşmemiz sırasında da yönelttik, para kullanmama deneyinin sonuçlarını nasıl değerlendirdiğinizi sorduğumuzda şu cevabı aldık :

    Halkın Para Kullanmama Konusunda
    Bir Sorunu Yok

     Pol Pot : "Bu deneyden iyi sonuçlar aldık. Halkın para kullanmama konusunda bir sorunu yok. Para kullanmayarak ekonomik sorunu çözdük.

     İşin siyasi yönüne gelince, halk bu karmaşık para sorunu konusunda hiçbir güçlükle karşılaşmıyor. Bundan amaç, insanların zihinlerinde yer etmiş olan üst yapının bir bölümünü ortadan kaldırmaktı. Para ekonomik ilişkileri yürüten sadece bir araçtır. Para kendi başına bir ekonomik ya da siyasi bir amaç değildir. Daha çok bir köprü gibidir. Ama biz halkın yaşama koşulları sorununu bu köprü olmadan da çözebiliriz.

     "Bunu devlet iktidarının bir parçasını ortadan kaldırmanın bir yolu olarak görüyorum. Bizim için gereksiz olan şeyleri ortadan kaldırabiliriz.

     Para Devletin Bir Parçasıdır

     "Biz Marksistiz. Biz devletin ortadan kaldırılması konusunda Lenin'den öğrendik. Marksist-Leninist ler devlet iktidarını ele geçirmenin ve devleti ortadan kaldırmanın yollarını aramalıdırlar. Para devletin bir parçasıdır. Dolayısıyla onu ortadan kaldırdık. Ve bundan sonra da eğer herhangi bir şeyi ortadan kaldırmamız gerekirse kaldıracağız.

     "Eğer halk bu uygulamadan memnunsa ve bu yolla halkın hayat düzeyini yükseltebiliyorsak, bunları  ortadan kaldırmamız gerekir. Bazıları (Burada eski Güney Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi Geçici Devrim Hükümeti'nin Dışişleri Bakanı Bayan Ngyen Thi Binh'in bir sözünü kastediyor.) bizim devrimimizi aptalca bir biçimde yaptığımızı söylüyorlar. Ama aslında biz, Lenin'in öğrettiği gibi, Marks, Engels ve Lenin'in öğrettikleri gibi yapıyoruz.

   
     Önemli Olan
     Doğru Bir Siyasi Çizgiye Sahip Olmaktır

     "En önemli şey, doğru bir siyasi çizgiye sahip olup olmamaktır. Halkın özlemleriyle uyum içinde olup olmamaktır. Halk tarafından desteklenip desteklenmemektir.

     "Ama on yedi yıllık mücadele boyunca, Parti'nin varlığı resmi olmadığı halde, bütün toplumsal sınıf ve tabakalardan Kamboçya halkı, Kamboçya Devrimine Kamboçya Komünist Partisi'nin önderlik ettiğinin açıkça farkında olmuştur.

     "Kesin Milli Kurtuluştan sonra, Parti'nin resmi varlığını ilan etmek için elverişli zamanı hazırladık. Bu amaç için Parti'nin 17. yıldönümünü seçtik.
Tarihsel
         Saptamalar (21)

205. Emperyalizm, 1945'lere kadar olan döneminde gerek Türkiye'nin gerekse diğer ezilen ülkelerin sanayileşmelerini istemezdi. 1945 sonrasının yeni-sömürgecilik döneminde emperyalizm bu taktiğinden vazgeçmiştir. Ancak bunun temelinde emperyalizmin çıkarlarının bulunmadığını sanmak safdillik olur. Emperyalizm eskiden dünyanın her alanını kendi ticari faaliyet sahası olarak, ticaret yoluyla kar kaynağı olarak görürdü. 1945 sonrası ise dünyanın her alanını kendi toprağının bir parçası olarak, yatırım ve sanayileşme alanı olarak görmeye başladı. Böylece emperyalizm tarafından yukarıdan aşağıya bir baş aşağı kapitalizm ortaya çıktı. Baş aşağı kapitalizm ezilen ve sömürülen ülkelerin emperyalizm tarafından emperyalizmin çıkarına uygun olarak sanayileşmeye yöneltilmesidir. Türkiye'de sanayileşmenin 1945 sonrasına rastlaması bu nedenden dolayıdır. Emperyalizm bu sanayileşmeyi eskiden kendi işbirlikçisi olan dış ticaret burjuvazisi (kompradorlar) ile bütünleşerek gerçekleştirmektedir. Ve ortaya baş aşağı kapitalizm veya yeni tipte komprador kapitalizm dediğimiz modern anlamda bir kapitalizm çıkmıştır. Bu kapitalizm kendi iç dinamiği ile ortaya çıkmadığından, doğal gelişme seyrine sahip olmadığından çarpık bir kapitalizmdir. Ancak modern anlamda bir kapitalizmdir. Aynı zamanda piç kapitalizmdir bu tür. Piç kapitalizm olan yeni-komprador kapitalizmin temsilcileri de gerek kültürel, gerek ideolojik alandaki konumlanış olarak kapitalizmin doğal gelişme seyrine uygun düşmeyen bir konumlanış içindedirler. Bu konum piç bir konumdur. Piç komprador kapitalizmin anası Türkiye toprağıdır, ancak babasının kim olduğu belli değildir. Bu baba bazen Fransa, bazen Japonya, bazen Almanya, bazen ABD olmaktadır. Piç yeni-komprador uluslararası sermayenin güzergahında dolaşıp durmaktadır.

206. Borçlandırma yoluyla sömürünün bir diğer adı olan kredi olgusundaki gerçeği Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni adlı yapıtında şöyle gözler önüne sermektedir:

"Van-Kotur demiryolunun finansmanı için ABD Türkiye'ye 10 milyon dolarlık kredi açmıştır. Kredi çok düşük faizli ve uzun vadelidir;  yani son derece çekicidir. Ne var ki, bu görünüştür. Çünkü kredi malzeme kredisi olarak verilmektedir. Kredi ile kalem kalem sayılmış 15 bin ton malzemenin Amerikan firmalarından, onlarca tespit edilmiş yüksek fiyatlar üzerinden alınması gereklidir. ABD fiyatları, genellikle serbest piyasa fiyatlarının  %20 ila 35 üstündedir. Üstelik Türk uzmanlarının belirttiklerine göre, bu malzemenin %90'ının Türkiye'de imali mümkündür. DDY malzemeyi imale hazır olduğunu defalarca bildirmiş, fakat bu kabul edilmemiştir." (Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni, s.473)

207. Emperyalist - kapitalist sistem içinde kalındığı taktirde millileştirme veya devletleştirme halk kitleleri açısından önem taşımaz. Millileştirmede / devletleştirmede, halk kitlelerini ezen ve sömüren güç büyük bürokrat burjuvazidir. Özelleştirmede ise emperyalizm ile bütünleşmiş yeni-komprador burjuvazi bu rolü üstlenmektedir.1929 dünya genel iktisadi bunalımı nedeniyle korporatist Kemal ve çevresi önemli ölçüde millileştirmeye / devletleştirmeye gitmiştir. Ancak bu halk kitlelerinin ne ekonomik ne de demokratik taleplerini karşılamamıştır. Zaten güçlü durumda olan asker-sivil büyük bürokrat burjuvazi bu durumunu daha da pekiştirmiştir.

Korporatist Kemalizmin iktisadi alanda da iyiden iyiye bürokrat kapitalist nitelik kazanması 1930'lu yıllarda aşağıdaki millileştirmeleri / devletleştirmeleri yapmasına bağlı olmuştur.

"a) Mudanya-Bursa Demiryolu TAŞ (1931)

 b) İstanbul Türk Anonim Su Şirketi (1933)

 c) İzmir Rıhtım Şirketi (1933)

 d) İzmir-Afyon ve Manisa-Bandırma hattı (1934)

e) İstanbul Rıhtım, Dok ve Antrepo TAŞ (1934)

f) Aydın Demiryolu Şirketi (1935)

g) İstanbul Telefon TAŞ (1936)

h) Ereğli Şirketi (1937)

i) İzmir Telefon TAŞ (1937)
 

j) Üsküdar ve Kadıköy TAŞ (1938)

k) İstanbul TA Elektrik Şirketi (1938)

l) İstanbul Tramvay Şirketi (1939)

m) İstanbul A.Tünel Şirketi (1939)

n) Ankara Elektrik Şirketi (1939)

o) Ankara Havagazı Şirketi (1939)

p) Adana Elektrik TAŞ (1939)

r) Bursa TAŞ (1939)

s) Müttehit TAŞ (1939)

t) Mersin Elektrik TAŞ (1939)  " Kaynak: Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, 1919-1946, s.168-169

208. 1945'lere kadar olan dönemde komprador burjuvazi sadece işbirlikçi ticaret burjuvazisi durumundaydı.1945 sonrası emperyalizmin yeni-sömürgeciliği döneminde komprador burjuvazi yeni özellikler kazandı. Eskiden üretim süreci ile hiçbir bağlantısı olmayan komprador burjuvazi 1945 sonrası emperyalizm ile ortak yatırıma yöneldi, patent, know-how, hammadde, yerli mamul madde, yatırım malı alış verişi temelinde bir bütünleşme yoluna girdi.

209. Emperyalizmin ülkeye girişini kolaylaştırmak, komprador burjuvazi ile bütünleşmesini sağlamak amacıyla TC'nin bazı yasalarında değişikliklere gidildi. İlk olarak, Türk Parası'nın Kıymetini Koruma Yasası çerçevesinde çıkarılan 22.5.1947 tarih ve 17 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile yabancı sermaye teşvik edildi.

Şöyle denilmekteydi:

"Yurdun kalkınması için fayda mülahaza edilen endüstri, tarım, ulaştırma ve bayındırlık işleriyle ihracatı arttırıcı mahiyette olan ticari işlerde kullanılmak üzere, yabancı memleketlerden döviz ve tesisat olarak getirilen sermaye gelirlerinin veya teşebbüs mevcudunun kısmen veya tamamen harice transferini teminen gerekli izin verilebileceği hususunda Maliye Bakanlığı taahhüde girebilir."

Daha sonra ise 1.3.1950 tarihinde 5583 sayılı yasa ile yabancı sermayeye kar transfer garantisi verilerek emperyalist sermayeden borç almak isteyen Türk işbirlikçiye bu borçların faizlerini yurt dışına transfer etme izni sağlanmıştır.

Elbette bunlar da yetmemiş ve 1.8.1951 tarihinde 5821 sayılı yasa ile Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu çıkarılmıştır. Ancak bu teşvik tedbirleri de yeterli bulunmamış 18.01.1954 tarih ve 6224 sayı ile yeni bir Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu çıkarılmıştır.

Aynı yıl içinde (1954'te) Amerikalı uzman Max Ball tarafından Petrol Yasası hazırlanıp kabul edilmiştir. Böylece emperyalizm temel enerji olan petrolde egemenliğini kurmuştur.

Bugün (l994) ülkemizde emperyalist sömürüyü sürdürmekte olan devasa tekeller 3 hukuki statü altında faaliyet halindedirler. a)Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası b) Petrol Yasası c) Türk Parasını koruma Mevzuatı.
Tarihsel
        Saptamalar (22)

108. Bir korporatist Kemalist yazar Atatürk Devrimleri adlı kitabında laikleşme sürecini objektif olarak şöyle ortaya koymaktadır:

"Anayasa'nın laikleştirilmesi şöyle bir sıra takip etmiştir.

" 1. 20 Ocak 1921'de kabul edilen anayasada 'Şeriat hükümlerinin yürürlülüğünü sağlamak Büyük Millet Meclisi'nin ödevlerindendir.' demek suretiyle halifenin bütün hakları meclise aktarılıyordu.

2. 01 Kasım 1922'de saltanat kaldırılmış ancak halifenin dini ve şeri yetkileri konusunda tam bir açıklık getirilmemişti.

3. Cumhuriyet'in ilanı sırasında anayasada değişiklikler yapılırken muhafazakarların taarruz ve hücumunu önlemek amacıyla şöyle bir madde getirilmişti: "Devletin dini İslam dinidir.

4. 04 Mart 1924'te halifeliğin kaldırılması üzerine yukarıdaki maddelerin hiçbir değeri kalmamıştı.

5. En son 10 Nisan 1928'de anayasadan yukarıdaki madde çıkarılmış; reisicumhur ve milletvekillerinin yemini laik esaslara göre yeniden düzenlenmiştir. Bu suretle anayasa tamamıyla laik easlara kavuşturulmuştu." (H.Fethi Gözler, Atatürk Devrimleri, İnkılap ve Aka Kitabevi yayını, Tarihsiz

109. Laikleşme çabalarının tarihi M.Kemal'le uzun yıllar öncesine dayanır. Ancak başlangıcı 1839 tarihi gibi Fransız-İngiliz kapitalizminin sonuçlanmıştır. Ancak başlangıcı 1839 tarihi gibi çok yarı-sömürgesi haline gelen Osmanlı Devleti'nin Şer'i yasalara göre yönetilmesi bu yarı-sömürge devletin ilişkilerinde sömürgeciler açısından olumsuz durumlar yaratmaktaydı. Bu nedenle rejimin laikleşmesi sömürgeciler açısından da çeşitli avantajlar sağlayacaktı. Nitekim hukuki plandaki laikleşme aşağıdaki gibi kısmen de olsa gerçekleştirilmiştir. Bu durum da göstermektedir ki laikliğin devrimcilikle hiçbir alakası olmadığı gibi emperyalizme de zarar veren bir siyasi olgu değil tam tersine emperyalist-kapitalist sistemin bir önemli siyasal-toplumsal ihtiyacıdır laiklik.


Ceza kanunnameleri: 1840 ve 1851'de

Arazi kanunnameleri : 1869 ve 1876'da

Karaname-i Ticaret : 1858'de

Ticaret-i Bahriye kanunnamesi : 1864'te

Ceza kararnamesi : 1858'de

Usulü Muhakemat-ı Cezaiye ve Usulü Muhakemat-ı Hukukiye kanunları 1880 ve 1881'de laik temelde düzenlenmiştir.

Ayrıca A.Cevdet Paşa tarafından kurulan bir komisyon tarafından yedi yılda hazırlanan ve 1851 maddeden ve 16 kitaptan oluşan Mecelle adlı kitap muhteva ve sistem yönünden modern anlamda bir kanun değilse de tam anlamıyla Şeriat esaslarına da dayanmamakta yarı-teokratik ve yarı-laik bir karakterdedir. Şahıs, miras, aile, taşınır-taşınmaz mallardaki mülkiyet hakları, kaynağını dinden alan fıkıh esaslarına göre düzenlenmiş olmasına rağmen kara ticareti, deniz ticareti gibi bölümler Fransız kanunları örnek alınarak hazırlanmıştır.

110. Laikliğin kabulü ve toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinde esas alınması korporatist kapitalist rejim için olmazsa olmaz şeklinde hayati önem taşıyan bir sorundu. Laikliğin kabulü ve işleyiş kazanması -ki laiklik bir üst yapı kurumudur- üretim ilişkileri ile de sıkı bağı olan toplumsal ve siyasal olgu olan ulus gerçeğinin kabulü ve rejimin teminatı oluyordu. Bilindiği gibi üretim ilişkilerinin üç yönü bulunmaktadır. Birincisi: Mülkiyet biçimi, İkincisi; toplumu oluşturanların rolleri ve karşılıklı ilişkileri, Üçüncüsü; ürünlerin bölüşülmesidir. Bu üç yön toplum içinde daha doğrusu ulus içinde hayat bulabilecekti. Hayat bulabilen bu üç yön kapitalist üretim biçiminin de hayat bulması demekti. Ve bu üç yönün varlığını kapitalist anlamda sürdürebilmesi için laiklik temelinde düzenlenmiş yasalara ihtiyaç vardı. İşte bu nedenle emrivaki olarak -oldu bittiye getirilerek- İsviçre Medeni Kanunu ithal edilerek Türkiye Cumhuriyeti anayasasına sokulmuş oldu. Korporatist burjuva olan M.Kemal laikliğin önemli bir parçası olan hukukun burjuva hukuk olmasına büyük bir önem vermiştir. Bu nedenle laikliği ve onun özel bir parçası olan burjuva hukukunu "devriminin" temeli saymıştır.

Tarihsel
         Saptamalar (23)

111. Korporatist faşist Bayar, korporatist Kemal'in cumhurbaşkanlarındandır. Yankee emperyalizminin 1945 sonrası yeni-sömürgeciliğinin baş davetçisi ve baş Amerikancısı olmuştur. Görüntüde faşizme şöyle karşı çıkmaktadır : "Faşizm, 'HERŞEY DEVLET İÇİN' derken, Atatürk 'HERŞEY MİLLET İÇİN' diyordu. Bu birbirine taban tabana zıt iki dünya görüşüdür. Toplumun temel üstün değerini  'DEVLET'de görenler faşizmi, millette görenler, hürriyetçi demokrasiyi oluştururlar." ( Celal Bayar, Atatürk'ün Metodolojisi ve Günümüz, Kervan Yayınları, Eylül 1978 Birinci Baskı )

Bayar ve onun takipçileri olan Menderes, Demirel, Çiller faşistleri ile korporatist Kemalistler arasındaki temel çelişme millet ve devlet kavramlarında odaklanmıştır. Korporatist Kemalistler ne yaptı ise ellerinde bulundurdukları devlet gücü sayesinde yapmışlardır. Bayar ve takipçileri ise devlet gücünden ziyade "millet"e dayanıyoruz adı altında emperyalizme dayanarak korporatist rejimde emperyalizmin baş piyonları olmuşlardır. Diğer yandan da devletleştirmelere karşı özelleştirmenin savunucusu olmuşlardır. MHP kaynaklı ırkçı faşizm de her zaman desteğini Bayar-Menderes-Demirel-Çiller gibi Amerikancı faşistlerden almıştır. Ve yine bu faşist dörtlü dini de "millet"in bir unsuru olarak değerlendirerek dini ideolojiye her zaman yaslanmışlar, her zaman dini ideolojinin savunucularına açık destek sunmuşlardır. Bunların cepheden karşı çıktıkları tek akım "sol" olmuştur. Demokrasinin amansız düşmanları olmuşlardır. Korpo faşo Bayar şöyle demektedir:

" 'Ceza kanununun 141 ve v142.nci maddelerini kaldırın'  demek, 'Evinizi yakacağım, bana biraz petrol verin' demekten farksızdır aslında..." (Aynı kitap)

112. Korporatist faşist Bayar da öz olarak bir Kemalisttir. Kemalizmin çerçevesi içindedir. Kemalizmin korporatist özelliği olan "KAPSAYICI"lığını burada da görüyoruz. Bu kapsayıcı özelliği Bayar şöyle kabullenmektedir:

Kemalizm "Hangi sistemde kendi gayesine yarar fikir bulmuşsa, onu alıp kullanmakta tereddüt etmemiştir." (Aynı kitap)

Kemalizmin bu kapsayıcı karakteri aynı zamanda kapitalizmin korporatist karakterinin dördüncü özelliğidir. Bu dördüncü özellik olan kapsayıcılık karakteri onun eklektizminden ileri geldiği gibi pozitivist -akılcı- yönünü de pragmatist anlamda kullanmasından ileri gelmektedir. Dolayısıyla korporatist Kemalizm pragmatist ve pozitivisttir.

113. Bayar, Kemalizmin pragmatizmine şöyle işaret etmiştir.

"Atatürk gerek kendi hareketlerini, gerekse çevresindeki arkadaşlarının hareketlerini aldıkları netice ile değerlendirmiştir. Onun için her hareketin bir amacı vardır, amaca ulaşılmışsa hareket doğru yapılmıştır; ulaşılmamışsa hareket yanlıştır. Bu düşünce biçiminin sistemleşmesini, pragmatizmde de görebiliriz." (Aynı kitap, s.12)

Görüldüğü gibi korporatist Kemalizmin felsefi bakış açısı pragmatizmdir. Pragmatizmde amaca giden yolda başvurulan her yöntem, her davranış, her tutum, her manevra, her ikiyüzlülük, her söz, her örgütlenme, her vaat meşrudur, mübahtır. Önemli olan amaca ulaşmış olmaktır. O nedenle korporatist Kemalizm sahte Komünist Partisi kurdurmuş, Lenin ile mektuplaşmış, emperyalistler ile diyaloğa girmiş, Birinci Meclis'i Cuma günü kurban keserek açmış, bazen dine övgüler yağdırmış, bazen "behemehal kafaları kopartılacaktır." demiş, kendi denetiminde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyetçi Fırkayı kurdurmuş, Güneş Dil Teorisi ortaya çıkartmış, Batı'yı göklere çıkarmış, geçmiş Türk tarihi ile övünmüş, padişahlar için "halkın iktidarını altı yüzyıl gaspeden hainler" demiş vb. Bütün bunlar amaca ulaşmak için başvurulan yol ve yöntemler, tavırlar, değerlendirmeler, sözler, fikirlerdir. Ve tümü tamamlayıcı bir şekilde birleştirilemez, birbirine ya tamamen ya kısmen karşıttır. Amaç için bu tutarsızlık doğru ve olağan görülmektedir. Çünkü pragmatisttir.


114. Korporatist Bayar'ın feodalizm yanlısı olmayıp kapitalizm yanlısı oluşunu şu sözleri doğrulamaktadır:

"Atatürk 1918'de İMPARATORLUK ve ÜMMET tabanlarının dünya yüzünde iflas ettiğini ve MİLLET tabanından daha gerçek bir Devlet tabanı olmadığını görebilmiş ve hesaplarını bu gerçeğe dayatmıştır. Bu görüşün ve hesabın ne kadar doğru olduğunu altmış yıl sonra 1978 yılında herkes daha iyi anlayabiliyor, sanırım."(Aynı kitap, s.12)

Bilindiği gibi patrimonial çok uluslu bir devlet olan Osmanlı Devleti ümmet tabanına dayanan bir merkezi feodal devletti. Ve dinci sömürgeci bir mantıkla saldırılar düzenleyerek, ilhak, işgal, yağma, talan gibi yöntemlerle toprağına toprak katmıştır. TC ise millet tabanına dayanan esas olarak kapitalizmi hedefleyen yarı-feodal, yarı-sömürge çok uluslu bir devlet olarak kurulmuştur. Bayar tercihini birincisinden değil ikincisinden yana yapmaktadır. Ve kitabında TC rejiminin baş kurucusu M.Kemal'e 1908 yıllarındaki tavırlarından başlayarak hiçbir eleştiri yöneltmeyip sahip çıkmaktadır. Faşist Bayar daha sonraki yıllarında da korporatist Kemalist çerçeve içerisindew kalmış. Feodal ağalara karşı tavrı daima Kemalist bir tavır olagelmiştir. Burada söz konusu olan Kemalist tavır, feodallerin Kemalist devlet çerçevesini kabul etmeleri şartıyla onları sınıf çıkarları doğrultusunda desteklemek olmuştur. O nedenle korporatist Kemal gibi o da feodalizmin çözülmesini kılıçla değil, toprak devrimiyle değil kapitalizmi  -devlet veya özel kapitalizm-  adım adım geliştirerek çözmeyi hedeflemiştir. Ancak çözülmesi hedeflenen feodalizm ne "doğu"daki ne de "güneydoğu"daki Kürt bölgelerindeki feodalizmdir. Onların çözmeyi hedefledikleri ve kapitalizme yer açmayı hayat alanı sağlamayı hedefledikleri feodalizm Ege ve Marmara'da bulunandır. O nedenle "doğu ve güneydoğu"  milletvekilleri daima bulunmuş ve feodal gericiliğin yoksul köylülere karşı temsilcileri olmuşlardır. Bu milletvekilleri hükümette hiçbir zaman Kürtlerin temsilcisi olarak da yer almamıştır. Kendilerini korporatist Kemalist rejim dahilinde, çerçevesinde görmüşlerdir. Onlar açısından CHP'li olmak DP'li veya AP'li olmak önem taşımamaktadır. Çünkü gerek CHP gerekse AP bunlara hayat hakkı tanımakta ve meşru görmektedir.

115. Yankee emperyalizmi işbirlikçisi korporatist faşist Bayar'ın dini ideolojiye dayanan Arap ve Osmanlı imparatorlukları hakkındaki görüşleri korporatist Kemalizm ile aynı paraleldedir. Şöyle der:

"Arap İmparatorluğu nedir? Ümmet fikrine, dine, inanca dayanan bir imparatorluk. Sonu? Parçalanma ve ortadan silinme. Sebep temel fikirden sapmalar, mezhep kavgaları ve adaletin yokoluşu.

"Osmanlı İmparatorluğu nedir? İç barışı ve ADALETİ amaçlayan ve sağlayan, uygarlık ve yönetim üstünlüğüne dayanan bir imparatorluk. Sonu? Birinci Dünya Savaşına dört buçuk milyon kilometre kare ile girmiş ve savaş sonunda birkaç yüz bin kilometre kare toprak haline düşmüştür, can çekişmekte... Sebep? İç barışın ve adaletin korunamaması... Tabiat güçlerine hakim olma yarışının başka ülkelere ve uygarlıklara geçmesi..." (Aynı kitap)

116. Korporatist faşist Bayar aynen korporatist Kemal gibi toplumun yapısının sınıfsız olduğunu iddia etmektedir. Toplumun sınıflardan oluştuğu gerçeğini gizlemek egemen Türk korporatistlerinin ortak özelliği olagelmiştir. Onlara göre sınıf yoktur, millet vardır ve millet imtiyazsız kaynaşmış bir kitledir. Ancak onlar çok iyi bilmektedirler ki sınıf gerçeği mevcuttur, ancak bu gerçeği gizlemek rejimin çıkarı gereğidir. Sınıf gerçeği, sınıfın hakkı-hukuku gerçeğini de ezen ya da ezilen konumunda oluşunu da gündeme getirir ve fakat bu durum rejimin aleyhine bir ortam yaratır. İşte tam da bu noktada rejimin milliyetçi korporatist yapısı gün gibi ortaya çıkmaktadır. Rejimin korporatist karakteri milliyetçilik söylemine yapılan vurguda oldukça netlik kazanmaktadır. Korporatist Bayar toplumun sınıfsız olduğunu şöyle iddia etmektedir.

"Buna karşılık -ne mutlu bir rastlantı ki- bizim toplumumuzun yapısı bu ideal demokrasiyi benimsemeyi zorunlu kılar. Çünkü sınıf yoktur, sınıf çıkarları yoktur, sınıf çıkarlarının dengelenmesi yoktur, sadece millet vardır ve milletin içinden çıkardığı insanlarla temsil edilen bir devlet gereklidir." (Aynı kitap)
    Tarihsel
         Saptamalar (24)

24. Korporatist rejimin "hür teşebbüsçü" kanadının temsilcisi Bayar, aynı rejimin "bürokratik kanad"ına öncülük ve ağırlık veren korporatist Kemal-İnönü kliğini bazen cepheden bazen yarı-açık bazen ise İnönü'nün şahsında eleştiriye tabi tutmaktadır."Hür teşebbüs"ün korporatist rejimde ağır basmasından, rejimin hiyerarşik tepe noktasında yer almasından yana olduğundan bürokratik yapıya şu önerileri yöneltmektedir:

"Atatürk'ün devlet seviyesindeki yakın arkadaşlarından İsmet Paşa idi ve İsmet Paşa, 1950 - 1960  Demokrat Parti iktidarı döneminde bürokrasiyi arkalayarak onu 'iktidar ortaklığına' sürüklemiştir.

"İsmet Paşa yönetimindeki Halk Partisi,1957 seçimleri arifesinde, anayasa değişikliği isteği ile ortaya çıktı. O zamanki Parti genel sekreteri Kasım Gülek'in sözcülüğünü yaptığı bu istekte; 'Senato, Anayasa Mahkemesi', 'Özerk üniversite', 'Özerk TRT', 'Planlama Kurulu'  gibi yeni kuruluşlarla  'Nisbi Seçim'  ve sendikaları 'Grev hakkı, toplu iş sözleşmesi' ile etkin bir güç haline getirmek fikri dile geliyordu.

"Bu teklifin anlamı açıktı; halk oyu ile bir türlü iktidara gelemeyen Halk Partisi, bürokrasiye ve işçi kesimine 'taviz' vererek kendisine bir iktidar yolu açmak istiyordu.

"1960'ta bir 'fiili durum'la karşılaştık. Bürokrasinin asker kanadı, devlete el koydu, parlamentoyu kapattı, başta devlet reisi ve hükümet olmak üzere parlamentonun büyük çoğunluğunu hapis ederek kendi tefekkürü içinde muhakeme altına aldı."(Adı geçen kitap)

118. 1960, 1971, 1980 darbeleri genelde korporatist rejimi özelde ise asker-sivil bürokrat burjuvaziyi güçlendirip pekiştirmiştir. Bu nedenle "hür teşebbüsçü"  kanat ve sözcüleri darbelerden karlı çıkmamışlardır. Dikkat edilirse darbeler "hür teşebbüsçü" komprador-feodal ittifakın hükümet olduğu dönemlerde gerçekleştirilmiş ve her darbe bunların iktidarını hiçe saymış, itibarını sarsmış ve iktidar koltuğunu bırakarak şapkasını alıp kaçan siyasiler olarak değerlendirmiştir. Korporatist faşist Bayar 12 Mart 1971 faşist darbesinden şöyle yakınmaktadır: "1969'tan bu yana devletin geçirdiği vartalar ortadadır. Bir misal olarak söyleyeyim: 12 Mart muhtırası ile seçime ve parlamento çoğunluğuna dayalı bir hükümetin düşürülmesi ile bir yeniçeri ayaklanması sonunda padişahın seçtiği sadrıazam ve vezirlerin düşürülmesi arasında  -söyler misiniz- ne fark vardır? " (Adı geçen Kitap)

119. Korporatist rejim üç akımı kendine yönelik tehlike olarak görmüştür. Birinci akım Marksizm; İkincisi, Ümmetçilik ; Üçüncüsü ise Kürt Ulusal Hareketi'dir. Korporatist faşist Bayar 1878'de ilk iki akımın oluşturduğu tehlikeye şöyle işaret ediyor: "Ancak, Cumhuriyet rejimi, -özellikle bizim toplum yapımızın vasıfları bakımından- iki büyük tehlike ile karşı karşılya idi; rejim, Marksizme ve Ümmetçiliğe açıktı. Cumhuriyet mekanizmasına hiç dokunmadan toplumu, Marksizme de Ümmetçiliğe de sürüklemek mümkündü.

"İşte Atatürk cumhuriyetin bu iki, tehlike kapısını, iki temel fikirle sımsıkı kapamış ve rejimi sonsuz geleceklere güvenle ulaştırmanın çaresini bulmuştur. Bu temel fikirlerden biri MİLLİYETÇİLİK, diğer de LAİKLİK'dir. (Adı geçen kitap)

Korporatist Kemalistler ile korporatist komprador-feodal ittifak Milliyertçilik anlayışında birleşmektedir. Onların milliyetçilik anlayışı toplumun sınıfsız olduğu dolayısıyla işçi ve yoksul köylü haklarından söz edilemeyeceği şeklindedir. M.Kemal "Köylü milletin efendisidir." derken "efendi"nin ezilen bir sınıf olmadığı gerçeğini vurgulayarak bu konuda demagojik mbir tavır içindedir. Korporatist faşist Demirel "Benim işçim, benim köylüm, benim memurum" derken onları kendisiyle çelişen ve çatışan sınıflar değil devletin himayesindeki insanlar olarak göstererek aynı demagojik tavrı göstermektedir. Onlara göre millet birdir, bütündür, dayanışma halinde olmalıdır, çatışma, çelişme milli birlik ve bütünlüğü böler. Oysa Türkler ulus aşamasından önceki etnik kimlik dönemlerinde dahi ikiye bölünmüşlerdir. Devamlı iki kutup, iki karşıtlık, iki farklı temel sınıf, iki farklı temel kültür varolagelmiştir. Ezen Türk, Ezilen Türk; Sömüren Türk, Sömürülen Türk; Yöneten Türk, Yönetilen Türk; Zengin Türk, Yoksul Türk; İşbirlikçi Türk, Yurtsever Türk; Gerici Türk, Devrimci Türk, Faşist Türk, Kızıl Türk hep varolagelmiş iki karşıt olgudur. Ve Türklerin etnik kimlik (feodal ve kabile) dönemi olan Uzak Tarihi Orta Asya'dan itibaren ihtiyaç Devrimci Türklük, Kızıl Türklük olagelmiştir.

Korporatistler milliyetçiliği bir yandan Marksistlere karşı bir silah olarak kullanırken, diğer yandan ümmetçilere karşı da kullanmışlardır. Ümmet, millet olgusunu reddeder. Onun anlayışında millete yer yoktur. Marksizm de saf millet anlayışını reddeder. Onun anlayışında da milletin ezen ve ezilen olarak iki karşıt kampa bölündüğü vardır. Saf millet ne zaman oluşacaktır. Millet sınıf farklarından arındırıldığı zaman milletin kirli, soyguncu, vicdansız vb. gibi özellikleri olan kanadı tasfiye edildiği zaman saf, parlak, pirü pak bir millet tarihte yerini alacaktır. O gün ayın ondördü kadar saf ve parlak, ay ışığı gibi gizemli ve romantik, bir tül kadar da şeffaf olacaktır.

Korporatist Kemalistler laiklik anlayışında daha tavizsiz iken komprador-feodal ittifak laiklik anlayışında daha yumuşak, nispeten uzlaşan bir tutum sergilemektedir. Korporatistlerin her iki kanadı laiklik konusunda Solcular ile Ümmetçiler çarpışmasından yanadır. Ümmetçilik çoğu zaman korporatistlerin Sol'a karşı denetimli silahı olarak kullanılmıştır. Diğer yandan Kemalistler laiklik anlayışından hareketle Türkiye Solu'nu ümmetçiliğe karşı kullanmaya yeltenmiş hatta kullanmıştır. Neden!? Çünkü toplumun sınıfsal veya politik temelde ezen ve ezilen olarak bölünmesi korporatistlerin aleyhine bir durumdur. Onlar bu bölünmenin yerine laik, anti-laik veya inanan-inanmayan bölünmesini geçirmek isterler. Kemalistlerin meydana getirmek istediği bölünme laik ile anti-laik şeklindedir. "Hür teşebbüsçü" korporatistler olan Bayar-Menderes-Demirel ve devamının istediği bölünme şekli ise inanan-inanmayan karşıtlığıdır. Onlar bu konuda Solu ekarte ederek feodal gerici potansiyelin desteğini almayı ve onları denetimlerinde tutmayı düşünmektedirler. Marksizmin ayrımı ne laik, anti-laik; ne de inanan inanmayan şeklindedir. Marksizm ezen ve ezilen, gerici ve devrimci, işbirlikçi ve yurtsever ayrımlarını yapar. Ancak şu gerçeği de asla unutmamak gerekir: İslam dini, Hristiyanlık gibi bir öte dünya dini, uhrevi bir din değil, aynı zamanda ve özellikle ideolojik-politik bir dindir. Ortaya bir toplum biçimi koymaktadır. Bu toplum biçiminin asla değiştirilemeyen yasaları vardır. Ve toplum modelinin önderi, lideri veya seçilmişi seçilmiş değil sonsuza kadar varolacağı, ezeli ve ebedi olduğu iddia edilmektedir. Ümmetçi, dinci veya Allahçı adını verebileceğimiz şahıslara göre bu yönetim biçimi evrensel olmalıdır. Yani Arap dini her toplum için zorunlu bir yaşama biçimi olmalıdır. İşte kılıç zoru ile yayılan İslamın sömürgeci bir din olması bir yönüyle bu yayılmacı karakterinden dolayıdır. Oysa İslam dinini meşru bir din olarak görsek dahi bu dinin meşruluğu yalnız ve yalnız Arap kavmi içindir. Kuran'da "Ben size anlayasınız diye bu kitabı Arapça olarak indirdim" der. Yani muhatabı Araplardır. Başka milletleri enterese etmez. Bir başka ayette de Ad, Semud, Hud vb. kavimlere peygamber olarak gönderdiği kişileri sayarken her kavme onun diliyle bir peygamber gönderdiğini söyler. .Muhammet dışında kendini resul, elçi, peygamber ilan eden kişilerin tümü Yahudi'dir. Bir Türk, bir Germen, bir Hindu, bir Helen, bir Çinli, bir Rus/Slav peygamber yoktur.
Müslümanlık veya İslamiyet kültürel anlamda girdiği her toplumu sömürgeleştirmiştir. İster Türklerde isterse Kürt ve Lazlarda kullanılan isimlerin kökenine bakın % 90'ı Arapça'dır. Bazıları da aslen Yahudi ismi olup Arapçalaştırılmıştır. İbrahim, İlyas, Yakup, Musa, Yusuf vb. aslen Yahudi ismidir ancak Arapça haliyle söylenmektedir. Dinci sömürgecilik sadece isimlerde değil hayatın bir çok alanında karşımıza çıkmaktadır. Biraz düşünmekle bunu görebiliriz. O nedenle uhrevi bir inanca karşı çıkmak söz konusu değil tamamen dinci-sömürgeci bir ideolojik-politik hatta karşıyız. Bu hat dinci kisve ile karşımıza çıkmaktadır.

120. Emperyalizm ile işbirliğine hayır demeyen ancak emperyalizmin sömürgeciliğine karşı çıkan, bu yönüyle korporatist Kemalistler gibi düşünen faşist Bayar anti-emperyalist değil, anti-sömürgecidir. Bayar anti-sömürgeciliğini ve korporatist Kemalistlerin aynı özelliğini şu satırlarında vurgulamaktadır: "Hem Batı ekonomik yapısını benimsemek, hem onun tabiatının gereği olan emperyalizme karşı olmak, bir çok kimseyi şaşırtabilir..

"Hemen söyleyeyim ki Atatürk'ün karşı olduğu emperyalizm, militarist emperyalizmdir. Batı Avrupa ülkeleri, ürettikleri mallara pazar bulmak ve bu yoldan milletleri sömürmek için silah gücü ile ülkeleri sömürge haline getiriyorlardı. Osmanlı devletinin de başına gelen bundan başkası değildi. Atatürk, milletlerin bağımsızlığına saygısı olan bir devlet adamı olarak bu fikrin karşısına çıkan ilk insandır. Bu haysiyetsiz dünya yağmasını hem durdurmuş, hem yenmiş, hem de bütün mazlum milletlere örnek olmuştur. Günümüzde emperyalizmin biçim değiştirmesinin başlıca sebebi ilk defa Atatürk tarafından ortaya atılan ve başarılan bu direnişin, bütün mazlum milletler tarafından benimsenmesi ve tekrarlanmasıdır. (Adı geçen kitap)

121. Korporatist rejimin generalleri ve büyük bürokratları 1961 Anayasası'nda tanıdıkları kısmi demokratik haklarla Türkiye Solu'nu korporatist komprador-feodal ittifaka karşı kullanmayı amaçlamışlardır. Korporatist rejimin hiyerarşik tepe noktasında daima kalmayı hesaplayan korporatist general ve büyük bürokratlar bu tepe noktası kavgasında komprador-feodal hattın siyasi temsilcilerinin karşısına doğrudan kendileri çıkmak yerine Türkiye Solu'nu çıkarmayı denemişlerdir. Bu hesaplı-kitaplı kısmi demokratik haklar korporatist faşist Bayar'ı oldukça rahatsız etmiştir. Faşist Bayar bu rahatsızlığını şöyle dile getirmektedir.


"1960'tan bu yana Marksizmin aydın çevrelerde yayılmasının bir sebebi, 1961 Anayasası'nın sınırları kesin belirlenmemiş özgürlük motifi ise bir ikinci sebebi de aydının kalkınmada bir sihirli değnek bulmak telaşıdır."  Hür teşebbüsçü faşistler olan Bayar-Menderes-Demirel-Çiller Kemalist korporatist unsurlardan daha faşist unsurlardır. Korporatist Kemalistler nasıl ki şeriatçılığa karşı amansız ve tavizsiz oldular ise -1923 ila 1930 arası- aynı tutumu sola karşı da benimsemişlerdir. Ancak hür teşebbüsçü faşistler aynı tutumu Türkiye Solu'na karşı benimserken şeriatçıyı süs köpeği gibi yanlarından eksik etmeyip, onu beslemeyi ihmal etmemişlerdir.

122. Korporatist faşizmin önemli özelliklerinden biri toplumun millet olduğu ve milletin bölünmez bir bütün olduğu ve de dolayısıyla sınıf gerçeğinin örtbas edilerek sınıfın yerine mesleklerin, zümrelerin geçirilmesi ve buradan hareketle sınıfa siyaset hakkı yerine dayanışma fikrini empoze  etmektir. Sınıf siyasetten uzak tutulduğu gibi dernekler birer sosyal oyalanma aracı, sendikalar da birer mesleki kuruluş haline getirilir. Nitekim Bayar, dernekler ve sendikalar hakkında tam da böyle düşünmektedir. Şöyle der: "Mesleki ve sosyal kültürel amaçlarla kurulan derneklerin, aslında vatandaşların boş zamanlarını faydalı yollara kanalize etmek ve toplumdaki dalgalanma ve huzursuzlukları emmek faydaları vardır; fakat bugün gösterdikleri manzara hiç de bu değildir. Tersine, toplumda sesini duyuran derneklerin büyük bir bölümü, yasalarla sınırlanmış, faaliyet alanlarını bırakmış, politik görüşlere sözcülük etmek yolunu tutmuş görünüyorlar." (Adı geçen kitap)

"Bizdeki durum hiç de böyle değildir. Ne toplum sınıflara bölünmüştür ve ne de toplumda bir sınıf çatışması vardır." (Adı geçen kitap)

"...grev, yasal bir zorbalıktan başka bir şey değildir."
(Celal Bayar, Atatürk'ün Metodolojisi ve Günümüz, Kervan Yayınları, Eylül 1978, Birinci Baskı

Tarihsel
          Saptamalar (25)

76. Devlet 1930'lu yıllarda devlet kapitalizmine yönelmesiyle birlikte demiryollarında, denizyollarında, enerji alanında ve belediye hizmetlerinde egemen duruma gelmiştir. Sanayi ve maden sektöründeki yatırımlar 1934 yılından itibaren Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı içinde programlanmıştır.

77. Metalurji, demir-çelik, kağıt, kimya, inşaat malzemeleri, çimento tesisleri ilk olarak devlet kapitalizmi dönemi olan 1930 -1939 yılları arasında kurulmuştur.

78. İthalatın milli gelirdeki payı 1923 -1929 döneminde %15 iken, 1930-1938 döneminde bu pay %7 dolaylarına düşmüştür. Böylece dış ticaret dengesinin ithalatın yarı yarıya kısılması ile sağlandığı anlaşılmaktadır.

79. 1930'lu yıllarda en kazançlı çıkan kapitalistler devlet destekli olan ve devlet ihaleleri üzerine iş yapan kesim olmuştur.

80. Devlet kapitalizmi dönemindeki sanayileşme tarım alanından yapılan kaynak transferi ile gerçekleşmiştir. Bu nedenle bunun bedelini buğday, tütün, pamuk üreticisi ödemiştir. Pamuk ve tütün fiyatları 1924'deki düzeyi 1939'da çok az aşmıştır. Buğday ise %32'lik bir düşme göstermiştir.

81. Korporatistler İkinci Emperyalist Savaş'a katılmamalarına rağmen savaşın getirdiği koşulları yaşamışlardır. İthalat savaştan sonraki iki yıl içinde yarı yarıya düşmüştür. Yetişkin nüfusun büyük bir bölümünün askere alınması tarım üretimine darbe indirmiştir. Nitekim buğday üretimi %50 oranında düşmüştür. Sanayileşme yatırım programları savunma harcamalarına kanalize edildiğinden sanayileşme ertelendi. Devlet kapitalizminin iktisadi gelişme süreci bu nesnel nedenlerden dolayı 1940 -1945 döneminde durmuştur.

82. Korporatist devlet en ağır bunalımı 1940 -1945 yılları arasında yaşamıştır. Bu dönemde iki hükümet değişikliği olmuştur.1942 Temmuz'unda Refik Saydam'ın ölümünden sonra Saraçoğlu hükümeti kurulmuştur. Refik Saydam hükümeti iktisadi krizi katı fiyat denetimleri ve tarım ürünlerine düşük fiyatlarla el koyarak çözmek istemiştir. Bu nedenle Ocak 1940'ta Milli Korunma Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanun ücretli iş yükümlülüğü, çalışma süresinin uzatılması, ücret sınırlaması, temel malların vesikayla dağıtılması, ithalatta ve iç ticarette azami, ihracatta asgari fiyatları saptama, özel işletmelere geçici olarak el koyma gibi geniş yetkiler vermekteydi. Hükümet iç ve dış ticaret üzerindeki denetimi arttırmak amacıyla Ticaret Ofisi ve İaşe Müsteşarlığı gibi yeni örgütlenmelere gitmiştir.

  Tarihsel
             Saptamalar (26)

176. 1960 darbesi korporatist egemenler arasındaki çelişmeyi çözmek amacıyla düzenlenmişti. 12 Mart 1971 darbesi ise yükselen anti-emperyalist, anti-faşist, devrimci-demokrat dalgayı tasfiye hedefindeydi. TC tarihinde ilk kez gençlik kitleleri rejime karşı muhalefet bayrağını yükseltmişti. Gençlik kitleleri ve aydınlar tarihte ilk kez yoksul köylü kitleleriyle ve işçi sınıfı ile geniş bağlar kuruyordu. Gençlik sadece kendi akademik-demokratik taleplerini değil, aynı zamanda işçi-köylü kitlelerinin devrimci-demokratik taleplerini gündeme getyiriyordu. 1961 Anayasası'nın kısmi demokratik haklarını legal planda kullana kullana yolunu açıyor ve genişletiyordu. Mücadelenin ilk evreleri Türkiye İşçi Partisi ile başlamıştı. Ancak gençlik TİP'in uzlaşmacı çizgisini reddetti ve kendi bağımsız güzergahında ilerledi. Gençlik 1967 -1971 arası dönemde Kemalizmin kapsayıcı korporatist karakterinin etkisi altındaydı. Mahir Çayan, Deniz Gezmiş hatta İbrahim Kaypakkaya 12 Mart darbesine kadar Kemalizmi anti-emperyalist, küçük burjuva radikali sol bir çizgi olarak algıladı ve kabul etti. Kemalist söyleme sık sık sarıldı. Darbe bu yanlış anlayışa öylesine balyoz gibi indi ki, Kaypakkaya teorik görüşlerini değiştirmeye yöneldi. Ancak Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş Kemalist ideolojik hattın niteliğini tam anlamıyla kavrayamadığından Kemalizmi sol bir akım olarak görmeye devam etti. Buna karşılık darbecilerin Kemalist olmadığını ileri sürdüler. Kaypakkaya, Kemalizmi yeniden ele aldı ve Kemalizmin faşist bir ideoloji olduğunu saptadı. Ve darbeye kadar olan süreçteki Kemalizm anlayışını reddederek kendini aştı.

177. Darbe CIA kaynaklıydı. Kontrgerilla işbaşındaydı. Korporatizmin ulusal bilinçlendirme ve devlete aydın yetiştirme anlayışıyla eğitim ve öğretime açtığı Köy Enstitülü öğrenciler dahi hedef alındı. Korporatist generaller kendi kurumlarında istediği model ve liyakatta insanlar yetişmeyince kurumun meyvalarını biçmeye yöneldiler.

178. 12 Mart 1971 faşist darbesinde egemen sınıfların farklı kesimlerinin temsilcileri olan iki faşist klik uzlaştı ve anlaştı. Birinci faşist kliği bürokrat burjuvazinin temsilcisi olan Gürler-Batur oluşturuyordu. İkinci faşist klik ise komprador-ağa temsilcilerinden oluşan Sunay-Tağmaç kliği idi. Her iki klik de asker kökenli generallerdi. Yani askeri burjuvazinin tepe noktasında yer alıyorlardı.İki kliğin uzlaşması sonucu Birinci Erim Hükümeti kuruldu. Adalet Partisi iktidarının devrilmesine rağmen yeni hükümette AP'li bakanlar da yer alıyordu. Diğer bakanları ise Milli Güven Partililer ile Cumhuriyet Halk Partililer oluşturuyordu. Gürler-Batur kliği hükümette "Onbirler" adıyla bilinen bürokratlar tarafından temsil ediliyordu.

179. 12 Mart 1971 faşist darbesi aynı zamanda Kürtleri de hedef almıştı. Kürt illerinde "Yavuz 71",  "Alpaslan",  "Bulca-1",  "Alpdoğan 73" adlı tatbikatlar düzenlendi.

180. Katmerli korporatist faşist İnönü'nün 12 Mart darbesine karşı çıkmamasına rağmen, CHP içinde faşist darbeye tavır alanlar bulunmaktaydı. Bülent Ecevit darbeye tavır alan kanadın temsilcisi durumundaydı. Bu tavır Ecevit için tarihi önem taşımıştır. Çünkü darbeden bir yıl sonra yapılan (Mayıs 1972) CHP Kongresinde İsmet İnönü Parti'nin genel başkanlığını kaybetti. Kazanan Bülent Ecevit olmuştu.

181. Bülent Ecevit darbe döneminde şu değerlendirmelerde bulunmuştu: (9 Ağustos 1972'de) "12 Mart sonrası ortamda, her türlü sol düşünce ve akım baskı altına alınmak istenmiştir. CHP'nin benimsediği kadar ılımlı ve demokratik bir sol dünya görüşü ve tutumuna bile yer vermek istemeyen bir rejimi yeryüzünde hiç kimse demokratik rejim olarak kabul etmez."

22 Mart 1971'de ise Milliyet gazetesine verdiği demeçte şöyle demekteydi : "Türkiye'deki müdahale, hiç değilse vermeye başladığı sonuçlar bakımından Yunanistan'daki müdahale modeline uymaktadır. Onun daha incesidir, daha ustacasıdır. Çünkü demokrasinin kurumları işler gibi görünüyor."

Kendisi de korporatist rejimin bir parçası olan Ecevit'in tavrı demokrat kişiliğe sahip olduğundan değil, elbette talan sofrasında yer kalmadığı için bir karşı çıkıştır bu. Ve de muhalefet unsurlarını kendi şemsiyesi altında toplayarak rejime muhalefeti böyle taktiklerle düzen içi konumda tutmaktır. Halkın devrimci muhalefetinin bir Ecevit Hükümeti döneminde yükseldiğini varsayalım bu Ecevit bir başka Ecevit olacaktır. Bir Tağmaç'tan, bir Gürler'de farklı tavır sergilemeyecektir. Korporatistler arası çelişme korporatist taraflardan birinin diğerine karşı sol söyleme sarılmasına yol açabilir.

182. Kamu iktisadi Teşekkülleri ve kompradorların holdinglerinin, şirketlerinin yönetim kurulları korporatist albay ve generaller için emeklilik sonrası birer yemlenme yuvasıdır. Nitekim, İstanbul Sıkıyönetin Komutanı Faik Türün, Umumi Mağazaların Yönetim Kuruluna getirildi. Eski Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve eski Kara Kuvvetleri Komutanı Nazmi Karakoç, Uluslararası Endüstri ve Ticaret Bankası Yönetim Kurulunda yer aldılar. Eski İzmir sıkıyönetim komutanı Cemal Süer Karamürsel Mağazaları Yönetim Kurulu Başkanlığı'na getirildi. Tabii bu generallerin sınıfsal kökenine baktığımız zaman bunların % 99'unun "Köylü Çocuğu" olduğunu görüyoruz. Ne büyük bürokrat burjuvazi ne de büyük sanayiciler çocuklarının bir tekini bile Askeri Okullara göndermemektedir. Bu köylü çocukları geldikleri sınıfı unutarak ABD hizmetrinde darbeler düzenleyebilmektedirler. Haddi olmadığı halde büyük kamu kuruluşu olan KİT'lerin Yönetim Kurulların'da yer almaktadırlar. Sonradan görme generallerin eşleri de genellikle ilkokul veya ortaöğretim de öğretmendir. Tabii bunlar devrimci bilince sahip olmayan sıradan insanlardır.

183. 12 Mart darbesinden sonra kurulan Birinci Erim Hükümeti'ni, İkinci Erim Hükümeti, onu da Naim Talu hükümeti izledi. Her üç hükümet korporatist faşist karakterde parlamenter maskeli birer ABD işbirlikçisiydi.

184. Darbeciler Cumhurbaşkanı seçiminde general Faruk Gürler'i aday gösterdiler ancak bunda başarılı olamadılar. Fakat seçilen diğer aday Fahri Korutürk de ordu mensubu bir generaldi. Korporatist generaller, korporatist sivillere cumhurbaşkanlığını yine kaptırmamış oldular.

 Tarihsel
            Saptamalar - 27 -


57. Türkiye'de sosyo-ekonomik yapıyı salt iktisadi özellikleriyle açıklama girişimi oldukça yetersiz kalacağı gibi salt siyasi özellikleriyle açıklama girişimi de aynı şekilde yetersiz kalacaktır.

Burada yöntem sorunu, olgularının ele alınmasının ilkeleri ve tarihsel bağlantıları büyük ve vazgeçilemez önemdedir. Birinci önemli saptama tarihsel sürecin hangi kesitinde bulunulduğudur. Burada kastedilen dünya çapındaki durumun belirlenmiş olmasıdır. Öncelik buna verilir. Dünya çapındaki durum şudur; serbest rekabetçi kapitalizm döneminde mi yaşanmaktadır yoksa emperyalizm döneminde mi? Bundan çıkan en önemli sonuç burjuvazinin feodalizme karşı iktidar öncesi dönemindeki gibi ona karşı devrimci özellikler gösterip göstermediğidir. Eğer burjuvazi feodalizmi tam anlamıyla tasfiye etmeden iktidar olmuşsa kendi öz karşıtı olan proletaryaya karşı feodal kalıntılarla ittifak kuracak demektir. Kapitalizmin yerleşmesinin birinci dönemi olan Alman, İtalyan, Fransız, Amerikan, İsveç, İsviçre, Finlandiya gibi ülkelerde kapitalizm feodalizme karşı tam anlamıyla burjuvaca davranmıştır. Yani yumuşamamıştır, uzlaşmamıştır, ikiyüzlülük yapmamıştır. Marks'ın desteklediği ve devrimci olarak nitelediği kapitalizm bu kapitalizmdir. Bu kapitalizm olmasının temelinde dine karşı onlarca yıl süren savaşları görebiliriz. Thomas Münzer'i yetiştirmiş olmalarını görebiliriz. Luther'i ve protestanlığın din dogmalarına karşı yıkıcı etkilerini görebiliriz. İtalyan rönesansını, hümanizmi, burjuva milliyetçiliğini, burjuva klasizmini, burjuva romantizmini görebiliriz. Bu konu daha da uzatılabilir....

Diğer yandan kapitalizmin yukarıdan aşağıya inşa edildiği, Türkiye, İran, Irak, Suriye, Lübnan, Hindistan, Pakistan, Cezayir, Libya, Şili, Peru, Arjantin vb. gibi Üçüncü Dünya ülkelerinde istisnaları bir kenara bırakacak olursak iktidar sömürgelikten yarı-sömürgeliğe veya yeni-sömürgeliğe doğru bir rota izlemiştir. Ve Birinci Emperyalist Dünya Savaşı'nın galipleri olan İngiliz ve Fransızlar tarafından kukla olarak kurulan iktidarlar ve ülkeler emperyalistlerin müsaade ettiği ölçüde kapitalistleşmişlerdir. Bu kapitalizm komprador veya yeni-komprador kapitalizmdir. Bu ülkelerin iktidarları kısmen burjuva kısmen feodaldirler. Hatta Arap rejimlerinin şeriatla yönetilenleri köleci-işbirlikçi kapitalist bir nitelik arzetmektedir. Bazıları köleci toplum ile kapitalist toplumun unsurları birarada olabilir mi diye bir soru ile itiraz edebilirler. Evet  garip ama gerçek. Tuhaf ama gerçek, bu olabiliyorun da ötesinde hala bazı ülkelerde (Arabistan) gibi varlığını gösterebiliyor. İslam dinini kendi yorumlarıyla aynen pratiğe geçiren Arap dincileri -ki İslam dini köleci toplum biçimini ifade etmektedir- bir yandan da ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin emperyalist şirketleriyle ortaklık halinde petrol çıkarmaktadır.

58. Türkiye'ye dönecek olursak, daha önceleri de belirttiğimiz gibi TC korporatist devleti (bazı arkadaşlar bu korporatizm de nereden çıktı gibi sorular yöneltiyor) korporatizm kavramı birçok entellektüel tarafından Türkiye'ye ilişkin olarak kullanılmıştır. Benim en gerçekçi bulduğun daha doğrusu 1986 -1987 yıllarında esinlendiğim tahliller Prof. Dr. Taha Parla'nın ve Peru Komünist Partisi Başkanı Abimael Guzman/Gonzalo'nun tahlilleridir.) emperyalizm aşamasında ve bu aşamanın birinci emperyalist savaş döneminde ülkenin sömürgeleştirilmesine karşı anti-sömürgeci savaş sonucu kurulmuştur.

91. ABD emperyalizmi ile işbirliği ve yarı-sömürgeliğin yeni-sömürgelik olarak sürdürülmesi Kemelist korporatist CHP'ye rağmen değildir. Bu işbirliği CHP'nin de olurunu alan bir işbirliğidir. Hatta işbirliğinin ilk başlatıcıları bizzat CHP'li üst düzeydir. Korporatist Kemalist İnönü yabancı sermayeye sunulan sınırlamaları Mayıs 1947 ve Mart 1950'de gevşetilmiştir. IMF, Dünya Bankası ve Avrupa İktisadi İşbirliği Örgütü 'ne 1947'de girilmiştir.

92. Kemalist korporatist rejim daha kuruluşundan itibaren üç tür muhalefet ile karşı karşıyadır. Birinci tür muhalefet devrimci akımdır. İkincisi İslami akım, Üçüncüsü ise Kürt muhalefettir.

93. Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve Kazım Karabekir'den oluşan klik 1924 Sonbaharı'nda Rauf Orbay'ın Şişli'deki evinde toplanır ve 17 Kasım 1924'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulur. Bu Fırka için Demokrat Parti için Demokrat Parti ile Adalet Partisi'nin ve nihayet Doğru Yol Partisi'nin a n a s ı demek doğru olacaktır. Bunlar düzen içi muhalefettir.

94. ''Terakkiperver Fırkası'nın programındaki birçok noktalar, Halk Partisi prensiplerinden önemli şekilde ayrılıyordu. Bunlar daha ziyade Cumhurbaşkanı'nın tarafsızlığı ve Partiler üstü durumu, seçildiği andan itibaren milletvekilliğinden ayrılması, tekdereceli seçim (dar ve bölgesel seçim sisteminin uygulanması) ve halkın bu suretle demokrasiye daha fazla kaynaşmasının sağlanması yanında yönetimin ademi merkeziyetçi olması, belediye başkanlığının atama ile değil oylama ile seçilmesi karara bağlanıyordu. Parti, ayrıca ekonomik alanda bir program hazırlamıştı. Bu da hükümet programından ayrılıyor. Ve serbest girişime daha çok yer verdikten başka yabancı sermaye yatırımlarını destekliyordu. ''(Prof. Dr. Orhan Türkdoğan , Kemalist Modelde Fert ve Devlet İlişkileri)

95. 13 Şubat 1925'te Şeyh Sait isyanı başlar. İsyan 2 Nisan 1925'te bastırılır. Bu isyan bahanesiyle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da 3 Haziran 1925'te bir daha doğmamak üzere kapatılır.

96. Cumhuriyet Halk Partisi'nin ilk adı Halk Fırkası'dır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kuruluşuna tepki olarak ve ''cumhuriyet''e vurgu amacıyla adı Cumhuriyet Halk Fırkası haline geririlir.

97. Mustafa Kemal korporatist rejimin rayına oturup oturmadığını, kitle tarafından benimsenip benimsenmediğini belirlemek amacıyla danışıklı dövüş yöntemine başvurdu. Ve Fethi Okyar'a 1 Ağustos 1930'da Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı kurdurdu. Halkın geri kesimlerinden rağbet görmesi ve Kemalist korporatizme muhalif ikinci akım olan İslamcı akımın bu partide mevzilenmesi üzerine Menemen Olayı bahane edilerek 18 Aralık 1930'da kuruluşundan üçbuçuk ay sonra kapatılmıştır.

98. Serbest Fırka'nın kapatılmasından sonra Korporatist Kemalistler daha önce ''Türk Ocağı'' adı ile kurulmuş olan milliyetçi bir derneğin yerine şehirde yetişenlerin eğitimini yürütmek ve kültürel faaliyetlere girişmek üzere Halkevleri kurdu. Ve korporatist Kemalizme ''sol'' aşı yapmayı ve böylece solu ekarte etmeyi amaçlayan dönek unsurların ağırlıkta olduğu ''Kadro'' adlı bir dergi çıkarılmasına izin verdi.

54. 27 Mayıs darbesi korporatist yapıya zarar vermemiş, tam tersine korporatist yapının hızla yıpranmakta olduğunu farketmiş ve bunu onarma görevını üstlenmiştir. 27 Mayıs darbesi sonrası korporatist yapı egemenler açısından daha soluklu bir yapı olarak görülmüştür. Her ne kadar ABD isbirlikçisi korporatistler siyasi anlamda zarar görmüşlerse de zarar gören onlar olmuş karlı çıkan ise devletin korporatist karakteri olmuştur. Çünkü rejimin egemenler açısından sağlıklı işlemesi bakımından korporatist devlet daha Kurtuluş Savaşı başlarında devletin örgütlenmesinde korporatizmin dört temel dayanağından biri olan hiyerarşik örgütlenmeyi oluşturmuş bu hiyerarşik örgütlenmenin tepesine kendisi oturmuştur. Kendisi kimdir? Kendisi öncelikle askeri bürokrasidir. Ve bu askeri bürokrasinin denetiminde olan sivil bürokrasidir. 27 Mayıs darbesi tam da bu hiyerarşiyi korumak amacıyla düzenlenmiştir. Bu hiyerarşi demek korporatist devletin işleyişinin hayatiyeti ve can damarı demekti. Elbette bu hiyerarşinin Bayar-Menderes kliği tarafından değiştirilmesine Korporatist Kemalist askeri bürokrasi izin vermeyecekti. Ve izin vermedi de. Bu hiyerarşideki konumlanışın yeniden organize edilme çabası Bayar-Menderes kliğine pahalıya maloldu. Egemenler pramidi korporatist devletin tepe noktasına oturma noktasındaki ilerleme kanla önlenmiş oldu.

55. Korporatist devletin egemen sınıf temsilcilerinin siyasi karakterini doğru saptayamayan bazı ''entellektüeller'' hatta birçok entellektüel 27 Mayıs darbesini ilerici demokrat olarak nitelemektedir. Bu büyük ve önemli yanılgıya düşenler darbenin amacının rejimin hiyerarşik tepe noktasına hakim olmanın önlenmesi olduğunu görememektedirler. Türkiye'de halkı devrime yaklaştıran tavır ilericidir. Bu ilerici veya devrimci tavır objektif olarak ilerici, devrimci olabildiği gibi sübjektif olarak da olabilir. Devlet kapitalizmine karşı hür teşebbüsçü kapitalizm ileri olanı temsil eder. Feodalizme veya feodal kalıntılara karşı her türlü tavır ve pratik ilerici içeriklidir. Köleci toplumun simgesi olan dini ideoloji ve kimliklere ve kurumlara karşı alınan her tavır ve girişim ister laik içerikli ister ateist-materyalist içerikli olsun ilerici karakterdedir. Bu tarihsel anlamda böyledir.

Ve onlar şunu asla düşünmemektedirler. Emperyalizm çağında yarı-bağımlı, yarı-sömürge, yeni-sömürge bir ülkenin ordusunun kurmayları nasıl olur da ilerici, demokrat tavır sergileyebiliyorlar. Ve yine şunu asla düşünmemektedirler. Yarı-feodal,  yarı-sömürge, yeni-sömürge bir rejimin ordusunun kurmayları anti-emperyalist olmadığı halde nasıl olur da ilerici ve demokrat olabilirler? Ve yine şunu asla düşünmemektedirler. Yarı-bağımlı, yeni-sömürge bir ülkede ABD emperyalizminin oluru alınmadan düzenlenen bir darbeye nasıl olur da ABD emperyalizmi izin verir ve böyle bir darbeye müdahale etmez.

Tabii ilericilik, devrimcilik tarihi anlamda söz konusuysa bu başka bir şeydir; tarihin bir kesitinde alınmış bir soruna dair olan ilerici, devrimci tavır ayrı bir şeydir. Biri tarihi sürecin devrimci akımını temsil ederken diğeri taktiksel anlamda, o gün, o konuda alınan tavrın kendisinden doğan ve ömrü o meseleyle başlayan ve biten bir ilericilik, devrimciliktir.

185. Naim Talu hükümeti 12 Mart faşlist diktatörlüğünün hükümetiydi. Ancak bu oldu bitti hükümeti görevini daha fazla sürdüremezdi. Seçimlere gidildi. Hiç bir parti tam anlamıyla çoğunluk sağlayamadığından gündeme koalisyon hükümetinin kurulması geldi. Nihayet CHP ile MSP koalisyon yaptı. Bu kaderin cilvesi miydi? Korporatist Kemalistlerin has partisi ile Padişah-Halife artığı ideolojiye ittifak yapmak (koalisyon hükümeti) dayatılmıştı. Korporatizmin bir yönü daha devreye giriyordu; demagojik yön. Bu koalisyon çok açık olarak gösteriyordu ki korporatist Kemalizm düz bir çizgi değildir, onda öyle esnemeler görülebilir ki, onun bu esnemelerine bakarak aldanabilir ve onun Kemalizm olduğundan kuşkuya kapılabilirsiniz! Ama o zamana, zemine ve koşullara göre çeşitli kılıklara bürünebilir. Çünkü demagojik karakter taşımaktadır, kapsayıcı-yayılmacı karakter taşımaktadır. İşte CHP ile MSP koalisyonu budur.

186. Parlamenter zemin öyle kaygan bir zemindir ki, daha 1800'lü yıllarda korporatist kapitalistleri çeşitli uzlaşmalara ve tavizlere sürükledi. Dünya kapitalizmi daha o yıllarda demo-demokratik bir sürece girmişti. Demo-demokrasi; demagojik demokrasi ile demode demokrasinin iç içe geçmesidir. TC'nin demokrasisi de daha baştan itibaren demo-demokrasi türündendir. Çünkü onlar daha baştan itibaren işçilerin ve yoksul köylülerin bir temsilcisi konumunda değillerdi. Tam tersine dünya kapitalizminin bir temsilcisi durumundaydılar.

Tarihsel
          Saptamalar -28-


106. Bugüne kadar milliyetçiliğin iki görünümü varolagelmiştir. Birinci görünüm milliyetçiliğin dışa yönelik bir olgu olması. İkinci görünüm ise milliyetçiliğin içe yönelik bir olgu olmasıdır. Birinci görünüm olan milliyetçiliğin dışa yönelik olgu olması da ikiye ayrılmaktadır. Birinci türde milliyetçilik anti-emperyalist değil -çünkü anti-emperyalist oluş tutarlı olarak emperyalizme karşı çıkıştır. Şu ya da bu şart ile emperyalizmin dümen suyuna girmemek, tam tersine emperyalist-kapitalist sistemden kopuştur. Bu da ancak proleter tavra özgüdür. Burjuvazinin hiçbir kanadı anti-emperyalist değildir. Ve olamaz. Çünkü bu kapitalizmin emperyalizmi reddetmesi demektir. Kapitalizmin emperyalizmi reddetmesi dönemi serbest rekabetçi kapitalizm dönemindeydi. Ancak Ekim 17 devrimiyle birlikte anlaşılmıştır ki, dünya da paylaşılmamış alan kalmamıştır. Yeni paylaşımlar demek emperyalist dünya savaşı demektir. Bu dünya koşullarında artık yeni yetme ulusal kapitalistlerin pazara hakim olabilmesi ve hatta pazara hakim olamasa bile emperyalizm ile rekabet etmesi ham bir hayaldir. Herhangi bir ulusal kapitalizm emperyalizm çarkının dişlileri arasında öyle bir ezilir ki un ufak olur. Ancak onlar anti-sömürgecidir. Anti-sömürgecilik, sömürgeleştirilmiş bir ülke burjuvazisi veya burjuvazilerinin emperyalist sistemden kopmamak şartıyla emperyalist işgale, emperyalist sömürgeciliğe karşı, devlet olma, devlet bağımsızlığını savunma temelinde tavır alıştır. Kemalist milliyetçilik, Nasır milliyetçiliği, Saddam milliyetçiliği, Kaddafi milliyetçiliği, Humeyni'nin İslam kılıklı anti-sömürgeciliği tam da bu türden milliyetçiliklerdir. Bunlar, iktisadi, siyasi, örgütsel bağımsızlığın savunucusu olamayan türden ve sadece devlet bağımsızlığını savunan türden sömürge olmaya razı olmayan türden milliyetçiliklerdir.

İkinci türde milliyetçilik -yine dışa yönelik bir olgudur- devlet bağımsızlığını korumayı esas alan türden değil, tam tersine devletlerin bağımsızlığını yok etmeyi, ulusların asimilasyonunu ve tahakkümünü hedefleyen türdendir. Bu tür milliyetçilik yayılmacı, asimilasyoncu, ilhakçı, sömürgecidir. Kemalizm kısmen böyle bir milliyetçiliktir. Amerikan milliyetçiliği, Hitler milliyetçiliği, Mussolini milliyetçiliği, Turancılık (Enver Paşa ve Türkeş bu konuda aynı düşünmektedir) tam da bu türden milliyetçiliklerdir.

İkinci görünüm, milliyetçiliğin içe yönelik bir olgu olmasıdır. Milliyetçilik burada solidarist (dayanışmacı) ve hiyerarşik ve de demagojiktir. Dayanışmacıdır, çünkü sınıflı bir toplum olan millette iç çatışma yani sınıf mücadelesi istemez; bunun yerine sınıflararası uyum ve ahenk ve de dayanışmayı koyar. Bir sınıfın diğerlerine muhtaç olduğunu iddia eder. Hatta millette sınıfların dahi varlığını inkara yönelir, toplumun mesleklerden oluştuğunu ileri sürer. Böyle bir milliyetçilik aynı zamanda hiyerarşiktir, ancak, hiyerarşik karakterini gizler. Milletin içinde en gelişmiş sınıf veya sınıflar hangileri ise onlar milletin kaderini belirleyen rolü oynar. Milletteki sınıflar parlamentoda ve yasalarda haklarını almaları ya da yararlanmaları gizli bir şekilde hiyerarşik olarak mevcuttur. Yasalar ve parlamento esas olarak hiyerarşinin tepesindeki sınıflar içindir. Onların çıkarlarına göre düzenlenmiştir. Kapitalist korporatizmin bütün özelliklerini milliyetçilik olgusunda görmekteyiz. Birincisi dayanışmacılık. İkincisi hiyerarşik-hegemonik karakter, Üçüncüsü yayılmacı-kapsayıcı karakter. Dördüncüsü ise demagojik karakterdir. Korporatizmin bu dört temel özelliğinin milliyetçilik olgusunda görülmesi rastlantı değildir. Milliyetçilik kapitalizmin ürünüdür. Ve korporatizm de kapitalizmin baş karakteristik özelliğidir. Korporatizm sadece şu ya da bu ülkedeki kapitalist rejimde görülen karakteristik özellik değildir. Korporatizm ezen yönetim/iktidar biçimlerinin evrensel karakteridir. Ve korporatizm sadece kapitalizme özgü değildir. Feodal toplumlar ve köleci toplumlar korporatist özellikler gösterirler. Gerek bu toplumlar gerekse kapitalist toplum ezen karakterde bir toplumdur. Kapitalizmi diğer ezen toplum biçimlerinden ayıran temel ölçüt kapitalizmin artı-değerci karakterde ve pazar için üretim yapan karakterde olmasıdır.

142. Devlet olgusuna baktığımız zaman gördüğümüz, toplumsal güç dağılımıdır. Toplumsal güçler tarihsel ürünlerdir ve belli dönemlere tekabül etmektedirler. Burada mutlak olarak varoluş, ebedi olarak egemenliğin sürdürülmediği/sürdürülemediği sonucu çıkar.

Değişebilirlik esas olandır, kalıcı yöndür. Toplumsal güçlerin statik değil dinamik oluşudur bu. Ve bu nedenledir ki, Marksist teori statik değil dinamiktir. Teori kaynağını yaşamdan almaktadır.

Türk tarihinde de toplumsal güçler, tarihsel ürünler olarak vardırlar. Uzak Türk Tarihi, Orta Türk Tarihi ve Yakın Türk Tarihi hep birer toplumsal üründür. Devlet ırkın, ezen ve ezilen; yöneten ve yönetilen olarak ikiye bölünmesinden itibaren hep varolagelmiştir. Cumhurbaşkanlığı armasında bulunan on altı Türk devleti sembolizasyonu ile övünme hem dürüst bir içerik taşımamaktadır hem de halkları yanıltılmaktadır. O armanın kabullenicileri herşeyden önce devlet kavramından bihaberdir. İkinci olarak Şah İsmail'in kızılbaş devleti sizleri niye rahatsız ediyor da orada yer almıyor. Ve de Osmanlı gerici hanedanlığıyla iki yüz yıl savaşan  Karamanlı Devletidir ki, Cumhurbaşkanlığı armasında yer almamaktadır.

Türklerin tarihinde kabilecilik dönemi varolmuştur ancak Avrupa'da görüldüğü gibi kölecilik sistem olarak varolmamıştır. Ancak padişah hizmetinde zenci köleler varolmuştur. Bundan daha vahim ve daha trajik olanı küçük yaşta Sırp, Arnavut, Boşnak, Bulgar vb. çocukların ailelerinden zoraki alınarak "Yeniçeri" yapılmasıdır ki bu bir nevi köleleştirme girişimidir. Kabileciliği çeşitli feodal devletler izlemiş ve 1920 sonrası kapitalizmin milliyetçi devleti kurulmuştur.

143. Korporatist devlet adeta ağır ağır ve acımasız bir şekilde dönen üst üste yerleşmiş birer değirmen taşı gibidir. Bu değirmen taşı nice entellektüelleri, nice devrimcileri, nice sol parti önderlerini, nice rejim karşıtlarını arasına alarak maalesef un ufak edene kadar öğütmüştür. Elbet bir gün o değirmen taşının öğütemeyeceği devrimciler çıkacaktır. Bu çıkanlar öncelikle bu öğütülme gerçeğinin kanunlarını bilenler ve o kanunların karşısına kendi kanunlarını koyanlar olacaktır.

144. 1930 tarihli İtalyan Ceza Kanununun 270 ve 272. maddeleri aynı şekilde TCK'da yer almıştır. 141.ve 142. maddeler olarak bilinen bu faşist kanunlar Büyük Millet Meclisi'nde hiç tartışılmadan yasalaşmıştır. Faşist Mussolini'nin anayasasından alınan bu maddeler 23 Haziran 1936'da Resmi Gazete'de yayınlanmış ve yürürlüğe girmiştir. Binlerce demokrat ve devrimci genç ve entellektüel bu iki faşist yasaya dayanarak tutuklanmış ve cezalandırılmıştır.

145. Devrimci Türk şairi Nazım Hikmet yaşamının on sekiz yılını cezaevlerinde geçirmek zorunda kalmıştır. Sarıkışla, Ankara, İstanbul, Çankırı, Bursa, Üsküdar cezaevlerinde kalmıştır.

146. "Nazım Hikmet şiirlerinden dolayı yargılanmamıştı. Oysa 1938'den 1964'e değin şiirleri yayınlanamazdı." (Dr. Çetin  Yetkin,  Siyasal İktidar Sanata Karşı, Bilgi Yayınevi, Ankara  1970) 

147. Devrimci şair ve yazar Sabahattin Ali de bir toplulukta okuduğu bir şiir nedeniyle korporatist faşist CHP iktidarı döneminde bir yıl süreyle cezaevinde kalmıştır. Ve yine Ali Ertekin adlı kiralık katil tarafından 1949'da öldürülmesi CHP desteğinde olmuştur. (Bkz. Dr.Çetin Yetkin'in adı geçen eseri)

148. Hasan İzzettin Dinamo, Orhan Kemal, A.Kadir, Rıfat Ilgaz, Kemal Tahir, Arif Damar gibi tanınmış yazar ve şairler korporatist Kemal-İnönü döneminde çeşitli cezalara çarptırılmışlar ve hapsedilmişlerdir. Bu ve benzeri entellektüellerin yaşamları incelendiğinde çok açık ve çok net  olarak görülecektir ki, ne korporatist Kemal ne de baş takipçisi korporatist İnönü asla ve asla demokrat ve ilerici değillerdir. Asla ve asla entellektüel dostu olmamışlardır. Tam tersine entelektüellerin tepesinde birer kılıçtı onlar.

149. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda önemli rol oynayan bir dış unsur da Sovyetler Birliği olmuştur. Lenin, Ekim Devrimi'nden sonra devrimi yayma ve dünya çapında geliştirme politikası yerine, devrimi koruma ve tek ülkede sosyalizmi inşaya yönelmiştir. Bir de bu nedenle Lenin, Kemal'i ittifak olarak görmüş. Eğer devrimi enternasyonalist anlamda dünyaya yaymayı esas ilke olarak benimsemiş olsaydı, emperyalist savaşın devrime yol açacağı ülkelerin başında bugünkü Türkiye, Suriye, İran, Irak, Yunanistan vb. gibi Üçüncü Dünya ülkeleri bulunuyordu. Lenin, Kemal'i ittifak olarak görmek yerine Türkiye Komünist Partisi'ni ve önderi Mustafa Suphi'yi kabul etseydi; bütün olanaklarını seferber ederek destekler, dünyanın Türkiye cephesinde Marksist-Leninist devrimin ocağının tutuşmasını sağlardı. Ancak Lenin'in gözünde Ekim Devrimi'nin çıkarları dünya devriminin çıkarlarından üstün hale gelmiştir. Lenin'in, Kemal'i önemli bir anti-emperyalist olarak görmesinin temelinde yatan bu olmuştur.
     Tarihsel
          Saptamalar (29)

137. Gerek dünyada gerekse Türkiye'de çürüyen dinci-sömürgeci, ideolojinin varlığının şu ya da bu oranda sürmesi, etkisinin şu ya da bu ağırlıkta hissedilmesi neye bağlanmalıdır? Bunun en esaslı açıklaması şu olabilmektedir; Türkiye'de de dini ideoloji ve kapitalist ideoloji korporatist karakterdedir. Bu ortak özellik onun çürüyerek, kokuşarak da olsa miadını doldurana dek sürmesini sağlamaktadır. Her iki korporatist ideoloji özel mülkiyeti ve satma ve satın alma (ticaret) kategorilerini dışlamaz, tam tersine bu iki kategoriye sımsıkı sarılır. Kapitalist korporatizmin kapsayıcı yöntemi ve karakteri onun hiyerarşik karakteri ile birleşir. Bir yandan dini, hiyerarşik örgütlenmede altlarda organize eder. Onu denetimine alır ve ihtiyaç duyduğu oranda kullanır. İkinci olarak kapsayıcı karakterinden dolayı dini de kapsar. Kapsamakta sakınca görmez. Bu onun lehine bir durum yaratır. Dini ideolojiyi tam olarak ve bütün bir tarihsel süreçte karşısına alması onun korporatist özelliği ile çelişir. Düşmanı düşman olarak karşısına almaktansa düşmanı kapsamak zaten onu etkisiz kılmak anlamına gelır. Tabii ki, hiyerarşik örgütlenmede kendine biçilen rol oranında bir rol ile sınırlandırılmış bir dini ideoloji kapsayıcılığıdır bu.

138. Tarihsel bir olgu olarak ortaya çıkmış ve varlığını sürdürmekte olan Alevi-Sünni kutuplaşması yerli kapitalist korporatizm ve emperyalist-kapitalist sistem için bulunmaz bir nimet olmuştur. Çünkü bu kutuplaşma feodal korporatizmi bölen, parçalayan, zayıflatan bir rol oynar. Nasıl ki Avrupa kapitalist korporatizmi Ortodoks, Katolik ve Protestan ayrımından dolayı memnun ise Türk korporatizmi de Alevi-Sunni karşıtlığından memnundur.

Kapitalist korporatizm 1923'te Cumhuriyeti ilanı ile birlikte devlet olma bayrağını feodal korporatizmin elinden almıştır. Toplumun kendi korporatizmi doğrultusunda örgütlenmesine, bilinç yapısının oluşturulmasına yönelmiştir. Bu yönelimde toplumun yarısını oluşturan kadını elbette ihmal edemezdi. Kadını hızla feodal korporatist yaşamdan kapitalist korporatist yaşama yöneltti. Kadın artık kapitalist korporatist toplumun bir parçası olacaktı. Evlerden, işyerlerine doğru taşımaya yöneldi kadını. Kadın eskiden -genel anlamda- sadece evinin kölesiydi. Ama artık kadın aynı zamanda ''işyeri'' nin de kölesi olacaktı. Kadının sosyalleşmesi topluma karışması aslında ikinci bir kölelik zincirinin boynuna geçirilmesinden başka bir şey değildi. Korporatist kapitalizm için bu durum avantajlı olduğu gibi dezavantajlıydı da. Dezavantajı şuydu; kadın süreç içinde kapitalist korporatizmin zincirini de boynunda hissedecekti. Bu kaçınılmazdı. Çünkü evden çıkıyor, bin türlü ilişkinin hüküm sürdüğü toplumun içine giriyordu.

139. Kadın artık ev ortamındaki karı-koca, çocuk-anne, gelin-kaynana, gelin-kayınpeder vb. ilişkilerine ek olarak, kadın-patron, kadın-erkek iş arkadaşı, kadın-bakkal, kadın-manav, kasap, kadın-amir, ustabaşı gibi ilişkilere de giriyordu. Bu kadının toplumsal bilincinde önemli bir farklılık yaratıyordu. Kadın kendini ev ortamının ilişkilerini değerlendirmeye tabi tutuyordu. Eski değerlendirme sonuçlarının yerini yenileri alıyordu. Çünkü en azından kadın kocasını, kocasının annesini, babasını, kardeşlerini ev dışındaki insanları tanımış olmasından dolayı kıyaslama olanağı elde ediyordu.

140. Kadın korporatist kapitalizmin yarattığı öğretim yerleri olan okullarda babasından, dedesinden öğrendiği ''gavur''u bir başka perspektifle yeniden öğreniyordu. Kafasında yer alan daha doğrusu feodal korporatizm tarafından yer aldırtılmış olan ''gavur'' imajı bambaşka bir imaja dönüşüyordu. Bunun böyle sürüp gitmesi ortaya her iki korporatizmin çatışması olan kuşak çatışmasını gündeme sokuyordu. Kız babasına, dedesine kapitalist korporatist anlamda da olsa başkaldırıyordu. Feodal korporatizm için ünlü terane başlıyordu. ''Din elden gidiyor'', ''Ahir zamanlara geldik.''  Laik ile anti-laik çatışmasınn temelleri atılmış, çatışma korporatist devletin egemenlik şemsiyesi altında sürebilirdi. Ama korporatist kapitalizmi bu çatışmada laik kadını fazla bilimsel düşünmeye itmez, onu kendi kalıpları içinde tutabilir ve de onu bu çatışmada kapitalist ahlak ve kültürün dejenere ilişkilerine sürükleyebilirdi. Bunu yapması kapitalist korpuratizmin lehine olurdu. Çatışmanın kapitalist-feodal korporatizm çatışmasına ve sol ile kapitalist korporatizmin çatışmasına dönüşmesinin önlenmesi korporatist devletin geleceği ile ilgili bir durumdu.

Tarihsel
          Saptamalar (30)

30. 1914 -1918 döneminin Alman-Osmanlı işbirliği en az araştırılan konular arasındadır. Osmanlı o dönemde Padişah ve halifeden ziyade Enver, Talat ve Cemal Paşalarda simgeleniyordu. Bu Paşalar ve onların izlediği politikalar ve pratik bilinmesi istenmeyen olgular mı içeriyor diye düşünmemek elde değil.

"Alman sömürgeciliği 1880'lerde yerine oturdu ve önce Afrika'ya (Alman-Doğu Afrika Şirketi) yöneldi. Ama daha 1878 Berlin Kongresi'nde bu kongrede Ermeni sorunu da ele alınmıştı. (Madde 61), Kayzer Almanyası, o zamana kadar Fransa, İngiltere ve Rusya'nın yönlendirdiği Doğu politikasında söz sahibi olmaya uğraşmıştı.

"Deutsche Bank'ın 99 yıllık bir faiz garantisi karşılığında İstanbul ile Ankara arasında demiryolu hattı inşasının haklarını alması, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki ilk Alman projesiydi. Daha önce Baron Hirsch tarafından inşası başlanan Orient Hattı sona erdirilmeden bırakılmıştı. Sultan Abdülhamit özellikle Asya'daki bölgelerde hiç geliştirilmemiş olan ulaşım ağının kurulması ve böylece saltanatını sağlamlaştırmak istiyordu."  (Asur Soykırımı, Gabriele Yonan, PencereYayınları, Birinci Baskı 1999)

" Kayzer II. Wilhelm eşiyle birlikte İstanbul'a ilk ziyaretini yaptı ve bu ziyaret Avrupa'nın öfkesini kabarttı." (Age)

" Kayzer'in ziyaretinden sonra, bir Alman şirketi Anadolu'da demiryolu hattı inşa etme ve işletme hakkını ve ayrıca diğer bir hattın Bağdat demiryolu hattının da ön haklarını elde etti.1890'da bir ticaret anlaşması imzalandı, Osmanlı ekonomisinin yeniden yapılanması için planlar hazırlanıyordu. Deutsche Bank İstanbul ve Halep'te şube açtı. Ayrıca bir Alman okulu ve hastane açıldı." (Age)

"Baron Calmar von Goltz 1883'ten 1895'e kadar hantallaşmış Osmanlı ordusunu yenilemek için kurulan askeri bir komiteyi yönetti. Osmanlı İmparatorluğu'nun dört bir yanında Alman konsoloslukları ve ticaret acentaları açıldı. (Age)

"Bu yayılmacı sömürge politikası, Almanya'dan ve Pan Alman Birliği tarafından yönetiliyordu." (Age)

"İngiliz diplomasisi 1895 yazında, Almanya'yı Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasına ortak etmek istedi." (Age)

"Kayzer Almanyasının politikasında ağır endüstrinin çıkarları yön vericiydi. II. Wilhelm 1890'dan sonra ağır endüstrinin etkisi altına girmişti. Kayzer 1898'de İstanbul, Filistin ve Şam'ı ziyaret etti. Beş hafta süren gezide Alman-Osmanlı dostluğunun propagandası yapıldı ve bu propagandanın doruk noktası Kayzer'in Şam'da onuruna verilen bir yemek sırasında yaptığı konuşmaydı." (Age)

"Sultan ve dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olarak yaşayan ve Sultan'a halifeleri olarak bağlılıklarını ve saygılarını gösteren üç yüz milyon müslüman çok yaşasınlar ve bilsinler ki Alman Kayzer'i her zaman onların dostu olarak kalacaktır." (Age)

"Kadehimi Majesteleri Sultan Abdülhamit'in sağlığına kaldırıyorum.

"Kayzer, Krup, Sunnes ve diğer endüstriyellere gezi dönüşü armağanı olarak, Haydarpaşa Limanı'nın yapım imtiyazını getirdi. Arkasından 1902'de Bağdat hattının Ortadoğu'daki kısmının Nusaybin-Musul-Bağdat hattının yapım imtiyazları geldi. Kendini ebedileştirmek için bugün İstanbul'da Atmeydanı'ndaki Obeliskin karşısında duran ve Alman Çeşmesi denilen, turistlerin fotoğraflarını çektiği çeşmeyi yaptırttı." (Age, s.85,86,879

"Tanınmış İslambilimcisi ve Bonn Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Karl Becker 1910 yılında bir tür 'İslam işleri baş ideoloğu oldu. İslam üzerine yaptığı tarih çalışmalarının yanı sıra, İslam'ı Avrupa'ya tanıtmak ve Avrupa sosyetesine sevdirmek için bir dizi propaganda buroşürü yayınladı. Almanya kendi ekonomik çıkarlarının doğrultusunda Türkiye'nin yeniden yapılanmasını istiyordu. Becker, bilgisini Birinci Dünya Savaşı'nda ve savaşın öncesinde Kayzer Almanyası propaganda mekanizmasının emrine amade kılmaktan çekinmiyordu." (Age)

"Türkiye 1914 Kasım'ında Almanya ile birlikte Mukaddes Cihat ilan ettikten sonra Becker'in baş görevi, Kayzer Hükümeti'nin isteğine uyarak, bu İslami geleneğin günün (1914) Türkiye'sinin anayasasıyla çelişmediğini Alman kamuoyuna göstermek, kamuoyunu buna inandırmaktı. 'Cihat' kavramı çoktan Avrupalılaşmıştı ve Türkiye haklı bir ulusal savaş yürütüyordu." (Age)

"Mukaddes Cihat'ın ilan edilmesi, ulusal  'anavatan'  kavramını henüz bilmeyen halk kitlelerine yönelikti." (Age)

"Çok geçmeden görüldüğü gibi, müslüman halk kitleleri Genç Türk Milliyetçilerinin Cihat çağrısını, başka inançlara bağlı olanlara karşı bir savaş olarak algıladılar ve sözcüğün tam anlamıyla ve geleneksel olarak Mukaddes Cihat'ın kurbanları yerli Hristiyanlar oldular."  (Age, s.92)

Tabii kimdi bu Hristiyanlar sorusunun cevabı çok açıktı: Özellikle Ermeniler ve arkasından Asurlar. Asur katliamları az biliniyor. 1914 -1918 arası öğrenildikçe gerçekler daha da belirgin olarak bilinçlere yerleşecek.

Tarihsel
          Saptamalar (31)


187.  Korporatist Kemal anti-sömürgeci Kurtuluş Savaşı döneminde Kürt ulusunun varlığını kabul etmiştir. Hatta korporatist İnönü Lozan Konferansı'nda ülkenin Türkler ve Kürtler tarafından kurtarıldığını belirtmiştir. Ancak Kurtuluş Savaşı sonrasında özellikle 1924 sonrası Kürtler'in varlığı inkar edilmiştir. İnkar politikası, asimile politikası ve imha politikasıyla sürdürülegelmiştir. Korporatist Özal'ın Cumhurbaşkanlığı döneminde Kürt ulusal mücadelesinin dayatmaları sonucunda Kürt'ün varlığı kabul edilmiş, ancak hiçbir hakkı ve hukuku olmayan bir Kürt'tür bu Kürt. Ve bu Kürt halk ve ulus olmayan soyut bir Kürt'tür.

"Kürt milletinin varlığını inkar edenler, Kürtçe'nin Arapça, Farsça ve Türkçe'nin karışımından meydana geldiğini iddia ediyorlar. Kürtçe gericilerin iddiasını aksine, bağımsız bir dildir. Bugün yurdumuzda altı milyon (1972) nüfusun ana dili olan Kürtçe, Türkçe'den sonra en çok konuşulan dildir. Türkçe'nin Ural-Altay dil grubundan olmasına karşılık, Kürtçe Hint-Avrupa dillerindendir. Türkçe ile köken ve yapı bakımından bir ilgisi yoktur. İslam Ansiklopedisi bu konuda şöyle diyor:

'Farsça gibi Kürtçe de Batı İran dillerinden kabul edilmektedir. Kürt dillerinin Batı İran dillerine mensup olması başlı başına Kürtler'in İrani kaimlerden sayılmasına temel teşkil edecek kadar kuvvetli bir delil addedilmektedir.'  (Cilt 6, Kürtler maddesi)

" Komşu dillerden Kürtçe'ye kelimeler geçmesi, onun başlı başına bir dil olduğunu değiştirmez. Sadece diller arasında tabii bir etkilenme olduğunu gösterir. Yoksa savcıların Kürtçe gibi Türkçe'yi de inkar etmeleri gerekirdi. Çünkü Türkçe'de de yabancı asıllı binlerce kelime vardır."  (TİİKP, Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Davası / Savunma,
Aydınlık Yayınları)

" Kürt halkının zengin bir kültürü vardır. Kürtlerde yazılı edebiyat, 11.yüzyıldan itibaren başlamıştır. O günden bu güne, bütün baskılara rağmen, Kürtçe birçok eser yazıldı. Harir'li Ali, Şeyh Ahmet, Mela-e Ceziri, Fakih Teyran, Mela-e Bate, Ahmed-e Xani, Beyazıtlı İsmail, Bitlis'li Şerefhan, Murat Han, Şerif Han, Peramahlı Ali, Tonay Kubasi, Molla Rahim Tovcavzi, Şeyh Mustafa-i Desaramin, Yusuf Yasga, Şeyh Ahmed-i Abdullah el Kürdi gibi şair ve yazarlar, Kürt dilinde divanlar, hikayeler, mevlüt, destan ve sözlükler yazmışlardır. Kürdistan'ın çeşitli yerlerinde yüzden çok şair yetişti. Siyamed-e Sılivi, Kerro-ü Külik, Mem-ü Zin gibi büyük destanlar yaratıldı. Zaloğlu Rüstem, kayaları sabırla delip su yolu yapan Ferhat, Kürt destan ve hikayelerine konu olan kahramanlardır."  (Adı geçen eser)

" Kürt halkının kendine özgü bir hayatı ve kültürü vardır. Kürt halkında ortak olan iş ve güç şekilleri, yerleşme ve konut tipi aile hayatı, yardımlaşma, folklor, gelenek ve görenekler, tarih, hukuk, sanat, eğitim ve öğretim, beslenme alışkanlıkları ayrı bir Kürt kültürü olduğunu ifade etmektedir. Kürt halkının yaşadığı bilgelerde feodalizm çözüldükçe, ortak bir kültür gelişiyor. Kürt halk kültürü ve edebiyatı bütün baskılara rağmen boy atıyor ve serpiliyor. Günümüzde Kürt halkının anti-emperyalist ve anti-feodal mücadelesini dile getiren sanatçılar yetişiyor ve eserleri yayılıyor." (Adı geçen eser)

" Kürt halkının tarihi, hakim sınıfların sömürüsüne, köleci ve feodal imparatorluklarla emperyalistlerin istila ve tahakkümlerine karşı mücadeleler tarihidir." (Age)

"M.Ö.2000 yıllarına ait iki Sümer eşik taşında, Kardaka adlı bir ülkenin varlığından söz edilmektedir. Karduklar, Kürtler'in atalarıdır. Kardaka ülkesi, bugün Kürtler'in yaşadığı Cudi dağı, Dicle nehri ve Urmiye gölü arasındaki bölgedir." (Age)

"Yunan tarihçisi Ksenefon O n b i n l e r i n   D ö nü ş ü adlı eserinde İskender ordularının Kardaka ülkesinde uğradığı yenilgileri ve Kardak halkının, çetin direnişini, boyun eğmeyen tabiatını anlatır." (Age)

" Bugünkü Kürdistan, yüzyıllar boyunca çeşitli kavimlerin istila ve tahakkümüne uğradı. Sırayla Urartular ve Medler, bu ülkede devlet kuran yerli halklardır. Ermeniler, Helenler, Persler, Romalılar ve Bizanslılar, bölgeyi ele geçirmek için birçok istila seferleri yaptılar." (Age)

"Arap devletlerinin tahakkümüne karşı Kürtler İslamlığı kabul etmemek için direndiler ve genellikle Haricilerle birlik siyaseti izlediler. Kürt toplumundaki sınıf mücadelesi, Harici ayaklanmalarıyla birleşti. Hz.Ömer zamanında ayaklanan Kürtler, Karna Havzası'nın orta kısımlarına saldırdılar. 645'te Beluz ve Balascan Ayaklanmaları oldu."  (Age)

"708'de Fars bölgesindeki Kürtler ayaklandılar. 830'da Musul ayaklanması yıllarca devam etti. Ve yayıldı. Ardından Cibal, İsfahan ve Fars bölgelerinde yeni ayaklanmalar oldu. 866'da Musul Kürtleriyle birleşen Hariciler, Musul bölgesini ele geçirdiler. Kürtler 875'de Basra'lı zenci kölelerin başlattığı ve kısa zamanda anti-feodal bir halk ayaklanmasına dönüşen Köle savaşına, Abu Layla ve Hazbani ayaklanmaları da uzun yıllar sürüp gitti." (Age)

"Kürtler, Bizans saldırılarına da karşı koydular. MS 1000 yıllarında Ahmet bin Zahhak adlı Kürt önderi, Bizans saldırılarını durdurmayı başardı. Henüz Türkler İran'a girerlerken, yani 11.yüzyılın ortalarında, Kuzey batı İran'da Ermeni-Bizans ve Ermeni-Kafkas sınırları üzerinde Sünni Kürt beylikleri bulunuyordu.1055 yılında Tuğrul bey, Bağdat'ı aldıktan sonra adım adım Kürdistan'ı fethe girişti. Bundan sonra Kürtler, ayrı bir kavim olarak, Selçuklu İmparatorluğu'nda tıpkı Araplar, Farslar ve Ermeniler gibi kendi yerleşme bölgelerini korudular. Sultan Sincar zamanında Cibal'in batısında bir Kürdistan eyaleti kuruldu." (Age)

" Kürtler, 13 -15.yüzyıllardaki Moğol istilalarına karşı da mücadele ettiler. Bu yüzyıllarda birçok Kürt devleti ve beyliği ortaya çıktı." (Age)

" 16. yüzyıldan başlayarak üç yüzyıl boyunca Kürdistan, Osmanlı-Safevi hakimiyet mücadelesine sahne oldu." (Age)

" Yavuz Selim, Çaldıran Seferine giderken en az kırk bin Türk ve Alevi köylüsünü katletti. İdris-i Bitlisi'nin de yardımıyla Kürdistan beylerinin çoğunu kendine bağladı." (Age)

" Tımar sistemi, Kürdistan'da uygulanmadı. Kürt beyliklerinin çoğu kendi feodal bünyelerini korudular." (Age)

" 1638 Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla, Osmanlı-İran sınırı belirlendi. Kürdistan, iki imparatorluğun yayılma ve tahakküm mücadelesinin sonucu olarak parçalandı. Büyük bölümü Osmanlı hakimiyetinde kaldı. Bu parçalanma bugünkü durumun tarihi temellerinden birini oluşturmaktadır. İşte bugün Türk ve İran hakim sınıfları, feodal sultanlardan kalan böyle bir mirası paylaşmaktadırlar." (Age)

" 1806 Abdurrahman Paşa isyanından sonra, 1818 yılında Bilbas isyanı başladı. Van ve Beyazıt dolaylarındaki paşalıklarda bulunan Kürtler ayaklandılar. İranlı göçebe Kürtlerle birleştiler." (Age)

" Emir Muhammed Paşa (Mirani Soran), 1826'da istiklalini ilan etti. Kendi adına para bastırdı. İran ve Mısır'la siyasi ilişkiler kurdu." (Age)

" Yezdan Şer 1828 -1829 yıllarında Hakkari ve Botan'da ayaklandı. Musul ve Bitlis'i ele geçirdi. Van'dan Bağdat'a kadar egemenlik kurdu. İsyan İngilizlerin de yardımıyla Osmanlılar tarafından bastırıldı." (Age)

" 1829 -1830 yıllarında Kürtler, Cizre hükümdarı, Emir Bedirhan Sait Bey, Revanduzlu Mehmet Paşa ve İsmail Bey önderliğinde ayaklandılar." (Age)

" 1843'te Hakkarili Nurullah Bey ve Cizreli Bedirhan'ın ayaklanmöaları başladı." (Age)

"1853 -1858 yıllarında Botan'da Yezdan Şer önderliğinde büyük bir milli isyan oldu. ...... 1881-1885 arasında ve 1895'te Hakkari bölgesinde Kürtler yeniden ayaklandı." (Age)

Bütün bu olgulara rağmen Kürt halkının, Kürt ulusunun varlığını kabul etmemek milli inkar politikası olmaktan ziyade tam anlamıyla Türk ırkından başka ırk tanımamak anlamına gelen ve diğer ırkları yok etmeyi hedef alan bir anlayıştır. Ayrıca böyle bir kültüre, dile, tarihe, mücadelelere sahip olan Kürtlerin ulusal mücadelesini ve sosyal mücadelesini Türk Solu bünyesine almak ve Kürtlerin kaderini Türk halkının kurtuluşuna bağlamak bu çizgide program üretmek ve örgütsel inşaya girişmek her şeyden önce bir ulusun kimliğine yapılan büyük bir haksızlık ve büyük bir saygısızlıktır. Aynı zamanda ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını kendi çizgisine (Türk Solu çizgisine) endekslemektir. Enternasyonalizmi yanlış kavramaktır. Enternasyonalist olmak, her şeyden önce her bakımdan bir ulusun ayrı ve bağımsız tavrını öngörür. Siyasette, kültürde, teoride, örgütsel inşada ayrı ve bağımsız bir güzergah tanınmıyorsa bu enternasyonal tavır değil dar, bencil bir milliyetçi çizgidir. Enternasyonal tavır her konudaki karar ve tavır hakkının Kürt devrimcilerine kayıtsız şartsız tanınmasıdır. Kürt halkı için en doğru kararı halkın kendisi ve kendi bağrından çıkardığı Marksistler verir. Bir başka ulusun Marksistlerinin Kürt halkının geleceği hakkında karar vermeleri veya şu veya bu şekilde girişimlerde bulunmaları daima yanlış bir tavır yanlış bir girişim olacaktır.



  Tarihsel
            Saptamalar (32)


35. Korporatist yapı nedir? Bundan ne anlıyoruz? Korporatist yapı, sınıflı toplum biçimlerinin tümüne verdiğimiz genel bir adlandırmadır. Sadece snıfsız toplum biçimi ve onun evreleri korporatist değildir? ''Bütün Halkın Devleti'' bir sınıfsız toplum biçiminin ilk evresidir ve anti-korporatisttir. Korporatizm dışı bir sistemdir. Halbuki köleci, feodal, kapitalist ve Lenin ve Mao döneminde yaşanan sosyalist toplum biçimleri de sınıflı toplum olmaları nedeniyle korporatisttir. Ve de sınıflı toplum biçimi niteliklerini korudukları için yaptıkları devrim ''Tamamlanmamış Devrim'' dir. Tamamlanmış devrim iki türlü içerik taşımaktadır. Birinci içeriği, devrimi yapan sınıfın, eğer bu devrim proleter devrim ise kendinden önce varolmuş bütün sınıfları ve bu sınıfların varlığı demek olan üretim biçimi ve biçimlerini bir tek ileri hamlede ortadan kaldırır. Kampuchea Devrimi bu tür bir devrimdir ve hala dünyada ilk olma özelliğindedir. Bundan sonraki devrimler bu yolu izlemediği takdirde Sovyet Bloğu'nda yer almış önce sosyalist daha sonra revizyonistleşmiş devrimler ve Çin tipi devrimler gibi (sosyalizm koşulları altında iki çizgi mücadelesini sürdürme şeklinde olsa bile, kültür devrimleri yapılsa bile) kaçınılmaz olarak geriye dönüşle sonuçlanacaktır. Kampuchea Devrimi geri dönüşle sonuçlanmamış, Sovyet sosyal emperyalizminin uşağı olan Vietnamlı saldırgan sosyal-faşist klik tarafından işgale uğramıştır. Çünkü bu komünist model gerek Sovyet revizyonist  kliğini gerekse Vietnamlı ve Çinli revizyonist Teng Siao-ping kliğini rahatsız etmiştir.

Tamamlanmış Devrimin ikinci tür içeriği sınıflı toplum devrimlerinde görülür. Köleci sınıflı topluma karşı feodal sınıfın diğer sınıflarla birlikte yaptığı ve köleciliği tamamen ortadan kaldıran yani eski toplum köleciliğin kalıntılarının dahi kalmadığı bir iktidar ve iktidarı ele geçirme biçimidir. Aynı şekilde burjuvazinin feodal sınıflara, toprak ağalığına, derebeyliğine, krallığa, padişahlığa karşı yaptığı devrimde eğer söz konusu sınıflar tamamen ortadan kaldırıldıysa, onların kalıntıları dahi artık söz konusu değilse bu burjuva devrimi tamamlanmış devrimdir. Korpo Kemal'in yaptığı burjuva devrim toprak ağalığını ortadan kaldırmadığı için tamamlanmamış bir burjuva devrimdir. Fransız devrimi ise Tamamlanmış bir burjuva devrimdir. Çünkü gerek krallığı gerekse derebeyliğini tamamen ortadan kaldırmıştır. Bu tür sınıflı toplum devrimleri ister Tamamlanmış Devrim karakterinde isterse Tamamlanmamış Devrim karakterinde olsun esasa ilişkin bir değişiklik getirmemiştir. Çünkü toplum yine sınıflı toplumdur.

Tekrar korporatist yapıya dönelim. Korporatist yapı farklı çıkarları bulunan egemen sınıfların aralarında it dalaşına girmeden daha centilmence, daha edeplice, tek elden ve tepeden, uzlaşma temelinde devleti yönetme biçimidir. Onlar için esas düşman ve ikincil düşman vardır. Esas düşman geleceği temsil edendir. Yani proletaryadır. İkincil düşman ise kendi aralarında yer alan sistemin meşruiyetine (snıflı toplum olmasına) itiraz etmeyen geçmişi temsil eden sınıftır. Bu sınıf feodalleri temsil eder, muhafazakardır, tutucudur, burjuvaziden daha gerici, daha ilkel, daha medeniyetsiz, daha görgüsüz, bilimden ve teknikten nasibini almamış olmakla birlikte bilim ve tekniğin ürünü olan malları edinmek yüzsüzlüğünü de göstermekten çekinmeyen sığır takımıdır.

Öte yandan, korporatist yapıda, proletaryanın, yoksul köylülüğün, küçük burjuvazinin temsil olanağı yoktur. Onların devlet yapısı içindeki temsili kendi içlerinden çıkan unsurlarca değil, devletin tepesi tarafından tayin edilen unsurlarca sağlanır. Bu unsurlar uzun süreli mücadele yoluyla burjuvazinin iradesini ve direncini, otoritesini yıprattıkça ve kırdıkça kendi temsil olanaklarını elde ederler. Aksi halde işçi-köylü-küçük burjuvanın bağımsız örgütlenmesi kendi sesini duyurması toplumsal yapıya şu ya da bu oranda ağırlığını koyması söz konusu değildir. Korporatist yapının, sözde de olsa parlamenter rejime, çok partili sisteme geçilmesiyle başlayan süreçte göstermelik de olsa bağımsız sendikalar, bağımsız partiler, bağımsız dernekler kurabilmiştir. Kesintiye uğramalarına, ağır baskı koşullarına, bedeller ödenmesine karşın kısmi demokratik gelişme sağlanabilmiştir. Bu da göstermektedir ki, Kemalist hareket ve onun ittifakları Kurtuluş Savaşının başından itibaren bir halk hareketi karakteri taşımamıştır. Ve hatta Fransız Devriminde olduğu gibi bir jakoben karakter değildir bu. Jakoben karakter kendi iç dinamiğiyle gelişen burjuvazinin gönüllülük ve haklara saygı temelinde işçi-köylüyü peşine takarak feodal yapıyı kılıç zoruyla iktidardan alaşağı etme hareketidir. Bir geri üretim biçimi olan feodalizmden tam anlamıyla kapitalist olan daha ileri bir üretim biçimine geçiştir.

Korporatizmin temel nitelikteki başlıca özellikleri nelerdir. Bunlar şöyle sıralanabilir. 1. Hegemonik-hiyerarşik yön; 2. Dayanışmacı yön; 3. Kapsayıcı-yayılmacı yön; 4. Demagojik yön. Bu temel özellikler yine sınıflı toplumların felsefi düşünüş biçimi olan, pragmatist felsefeye dayanırlar.

Hegemonik-hiyerarşik yön. Her toplum biçiminde egemen durumda olan bir sınıf vardır. Kapitalizmin egemen sınıfı gelişmiş kapitalist ve emperyalist ülkelerde tekelci burjuvazidir. Bu birinci ve ikinci dünyada böyledir. Üçüncü Dünyada işbirlikçi burjuvazi veya bürokrat burjuvazidir. Buradaki işbirlikçi burjuvazi komprador karakterdedir. Hiyerarşik skalada o sisteme dahil olan her sınıf ekonomik-siyasi-kültürel vb.gücü oranında katılır. Hegemonik sınıf kendi bulunduğu ülkede hegemonyasını kurduktan sonra kapitalizmin eşit olmayan gelişme ilkesi uyarınca diğer ülkelere hegemonik amaçlarla yönelir. Her ülkede olduğu gibi dünya çapında da hiyerarşik sistem hegemonik olarak varlığını sürdürür. İşte bu hegemonya mücadelesi keskinleşirse bütün dünya pazarına dığer emperyalist-kapitalistlerin aleyhine olarak egemen olma yönünde ilerlediğinde esas akım savaş olur. Artık bir emperyalist-kapitalist dünya savaşı gündemi belirlemektedir. Mao Tse-toung’un belirttiği gibi bu savaş devrime yol açar. Birinci emperyalist paylaşım savaşı Büyük Ekim Devrimine yol açmıştır. İkinci eperyalist dünya savaşı ise Doğu Avrupa'da Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya, Arnavutluk, Polonya gibi ülkelerde devrime yol açmıştır. Bu tür devrimler emperyalist savaş sürecinde ortaya çıkan ''Genel Ayaklanma'' yoluyla gerçekleşen devrimlerdir. Emperyalist savaş süreci dışında hiçbir devrim ''Genel Ayaklanma'' yoluyla gerçekleşmemiştir. Emperyalist savaş süreci dışında esas akımın devrim olduğu dönemde gerçekleşen Çin, Kampuchea, Vietnam, Kore devrimleri Uzun Süreli Savaş Stratejisini (Halk Savaşı) esas almıştır.

Dayanışmacı yön; burada egemen sınıfın sistem muhalifi olmayan sınıflarla dayanışması söz konusudur. Ve hatta sisteme muhalif olan sınıfı dahi sistemin içine dahil etmek amacıyla söz konusu sınıfı milletin dayanışma halinde olması gereken bir parçası olarak niteler. Kimi zaman sınıfların varlığını gizlemek amacıyla mesleklerin bulunduğu ileri sürülür. Dayanışmacılığın en önemli argümanlarından biri de milliyetçiliktir. Milliyetçilik toplumun sınıflardan oluştuğunu dolayısıyla toplumsal üretimden her sınıfın gücü-etkinliği-hegemonyası oranında pay aldığını unutturmayı amaçlar. Milliyetçilik toplumun ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen, zengin ve yoksul, ilerici ve gerici, devrimci ve karşı-devrimci, kızıl ve faşist olarak ikiye bölündüğünün bilinmedini istemez. Dayanışmacılık ilkesinin bir diğer önemli argümanı da vatanseverliktir. Bu yön vatanda yani ülkede yaşayan herkesin çıkarının ortak olduğunu ve ülkenin iç ve dış düşmanları bulunduğunu dolayısıyla iç çelişmeleri örtbas ederek yanıltma yoluyla dikkatlerin başka yöne çekilmesini amaçlar. Kendileri işbirlikçi olduğu halde ülkenin bağımsızlığını savunanları ''vatan haini'' olmakla suçlar.

Kapsayıcı-yayılmacı yön. Egemen sınıf kendi çıkarlarını korumak amacıyla kendi karşıtının olumlu yönlerini argümanlarını sahte bir şekilde kendisi savunuyor görüntüsünü verir. Adalet isteyen topluma karşı adalet kavramını dejenere ederek kullanımdan kaldırmak için onu kapsar. Partisinin adını Adalet Partisi koyabilir. Kendisi din dışı bir yaşama sahip olduğu halde yeri geldikçe din iman söylemine başvurur. Veya da ülkenin laik olduğu anayasada belirtildiği halde din adamı sınıfı oluşturarak bunları maaşa bağlar ve kendi denetiminde bir söyleme zorunlu kılar. Ülkede veya dünyada daha etkili olmak, gücüne güç katmak amacıyla yayılmacı politikalar izler.

Demagojik yön. İktidarların en önemli araçlarından biri de demagojidir. ''Dün dündür, bugün bugündür.'' sözü bir demagojidir. Siyasal partiler demagojiye daha ziyade vaatlerde bulunma yoluyla başvurur. Her vaat bir beklentidir. Her vaat karşı tarafa fren yaptırmaktır. Bütün bunlar iktidarların veya gerici sınıfların başvurduğu ''Hile Yolu'' dur. Hile yapmak, yanıltmak demagojinin unsurlarıdır.

Korporatizmin bu yönleri zaman ve zemine göre devreye sokulur. Bazen biri bazen ikisi bazen hepsi aynı süreçte kullanım alanına sokulur.

Korporatizmin eğitim kurumları bu doğrultuda insan yetiştirir. Bu doğrultuda yetişmeyi reddeden insan toplum dışına itilmeye çalışılır. Bu da başarılamazsa cezaevleri vardır korporatizmin. Cezaevlerinin çözüm olamadığı durumlarda karanlık cinayetler faili meçhuller, yargısız infazlar vardır.