Tarihsel Saptamalar (1)
Korporatist Kemalizm kapitalizmin her türlü versiyonunu almış ve
eklektik bir tarzda birleştirmiştir. O nedenle hiçbir burjuva ideolojisi
Korporatist Kemalizme cepheden karşı çıkmamaktadır. Onun şu ya da bu yönüne
eleştiri yöneltmektedir. Korporatist Kemalizm bu eklektik burjuva özü nedeniyle
Ziya Gökalpçidir, Durkheimcidir, Tevfik Fikretçidir, Yusuf Akçuracıdır,
Mussolinicidir, Mehmet Emin Yurdakulcudur, Abdullah Cevdetçidir.
Batılılaşma taraftarlarının 1880 yılında Mısır da çıkarmaya
başladığı ve 1930 yılına kadar yayınını sürdürmüş olan İçtihad adlı dergi
oldukça geniş bir çevrenin sesini yansıtıyordu. Abdullah Cevdet, Celal
Nuri, Süleyman Nazif, İsmail Hami, Kılıçzade Hakkı, Ahmet
Muhtar, Ali Kemal Bey bu
çevrenin unsurlarıydı.
İçtihad dergisi çevresi "Pek
Uyanık Bir Uyku" başlıklı bir yazıda, Batıcıların tüm isteklerini
ortaya koyuyordu. Korporatist Kemalizme de esin kaynağı olan bu yazının birçok
maddesini buraya almakta yarar var:
1. Fes kamilen defedilip
yerine yeni bir serpuş kabul olunacaktır.
2. Kadınlar diledikleri tarzda
giyinecekler, yalnız israf etmeyeceklerdir. Kadınlar, vatanın en büyük
velinimeti sayılarak, kendilerine erkekler tarafından o yolda hürmet ve riayet
edilecektir.
3. Mevcut kumaş fabrikaları
genişletilecek ve yenileri açılacaktır. Padişah ve hanedan saltanattan itibaren
bütün vekiller, senato ve milletvekilleri, amirler, subaylar ve bütün memurlar,
askerler ve fabrika işçileri bu fabrikaların mamulatından giymeye mecbur
tutulacaktır. Halk da gerek gazeteler ve gerek okullar aracılığı ile uyarılarak
yerli mallarımızın sürümü çoğaltılacaktır.
4. Kadınlar ve genç kızlar,
Müslüman, Boşnak ve Çerkezlerde olduğu gibi erkekten kaçmayacaktır. Her erkek
gözü ile gördüğü kızla evlenecektir. Görücülük geleneğine son verilecektir.
5. Kızlar için diğer okullardan
başka bir de tıbbiye açılacaktır.
6. Birer tembellik yuvası olan
bütün tekkeler ve zaviyeler ilga olunarak gelir ve ödenekleri kesilip milli
eğitim bütçesine ilave edilecektir.
7. Bütün medreseler ilga
edilecektir.
8. Sarık sarmak ve cübbe
giymek yalnız din büyüklerine tahsis edilecektir.
9. Evliyalara adak yasak
edilecektir.
10.
Okuyucular, üfürükçüler, sıtma bağcıları ve benzerleri tümden
uzaklaştırılarak sıtmaya yakalananlar mutlaka sulfata içmeye mecbur
tutulacaklardır.
11. Her
mahallede okula gitmemiş veya gidememiş yaşlılar için uygulamalı (yani ağızdan
öğretim) okullar açılacaktır.
12.
Arazi ve Evkaf Kanunlarından başlanarak tüm yasalar ıslah edilecektir.
13.
Mecelle ilga veya o derece değiştirilecektir.
14. Mevcut Osmanlı alfabesi atılarak yerine
Latin harfleri kabul edilecektir.
15.
Avrupa Medeni Kanunu kabul edilerek, bugünkü evlenme ve boşanma şartları
tamamıyla değiştirilecektir. Birden fazla kadınla evlenmek ve bir sözle karı
boşamak usulleri kaldırılacaktır.
** ** **
Tarihsel Saptamalar (2)
226. Osmanlı devletinin son dönemine kadar şu
tuhaflık dikkat çekicidir. Osmanlı komprador kapitalizminin temsilcileri
yabancılardır. Ancak kapitalist-burjuva kültürü demek olan Batı kültürü ve
düşüncesinin temsilcileri yabancılardan ziyade Osmanlı bürokratlarının bir
kesimidir. Tanzimatçılardan tutalım da son günlerin İttihat ve Terakki
Partililerine kadar hepsi komprador kapitalist ideolojinin yayıcılarıdır. Batı
kapitalist kültürünün Osmanlı toplumunda kolay kolay benimsenmemesinin temelinde
ise Osmanlı'da kapitalizmin Batı'ya göre devede kulak misali bir gelişmeye
sahip olması yatmaktadır. Batı kapitalist kültürü kapitalist üretim biçimi
eşliğinde ortaya çıkıp gelişirken, Osmanlı'daki Batı Kültürü ithal komprador
kapitalizm gibi aynı yolu izlemiştir. İthal yoldur bu.
Batı düşüncesi savunucuları ile Osmanlı feodal düşüncesi
savunucuları arasındaki çelişki ve çatışmalar iki farklı hayvani rejim
arasındaki çelişki ve çatışmalar olagelmiştir. Tarih yüzyıllar boyu yaşlı
hayvan feodalizm ile genç hayvan kapitalizmin çatışmasına sahne olmuştur. Bu
durum Osmanlı toplumunda olduğu gibi Korporatist Kemalist Cumhuriyet toplumunda
da süregelmiştir. Ancak Cumhuriyet dönemiyle birlikte üstünlük önce bürokrat
kapitalistlerin ardından komprador kapitalistlerin eline geçmiştir.
Cumhuriyet dönemi boyunca aydın kültürü bürokratik kapitalist bir
karakter taşımıştır. Bunun böyle olması gayet olağandır. Aydın her dönemde
devletten beslenir. Ve aynı zamanda ideolojik-siyasi olarak ve de yönetim
kademelerindeki pratik çabasıyla da devleti besler. Bu besleme devletin
varlığının idame ettirilmesi anlamındadır.
Aydınlar, çağdaştırlar ve bu sözcüğü çok severler. Onların
çağdaşlığı çağın egemen ideolojisinin versiyonlarından birine dahil olmaktan
başka bir şey değildir. İşte tam da bu bakımdan TC aydını ithal kafalıdır.
Kapitalizmin beşiği bu topraklar olmadığından, dışarıdan ithal edildiğinden
ideoloji de mecburen ithal olmaktadır. Uluslararası kapitalizme uygun
düşmektedir.
Ayrıca ve özellikle TC aydını kirlidir. TC aydınını kirli yapan
para ve mevkiidir. Ve bu iktisadi ve toplumsal temelden doğar. İKTİDARDAKİ EGEMEN
KORPORATİST SINIFLAR sınıfsal egemenliklerini gizlemek için
korporatizmin demagoji ilkesini devreye sokarlar. Ve yine korporatist bir ilke
olan dayanışmacılık ilkesi gereği milliyetçiliğe vurgu yaparlar. Bu iki
tutumlarında onlar aydınları kullanırlar. Ve zaten aydınların geneli bu
girişimin gönüllü araçlarıdır. Korporatist rejim bu durumda entellektüellerin
ve proleteryanın düşünür ve yol göstericilerini karşısına alır.
Aslında Osmanlı aydınının (ki ulema ve Batı yanlıları olarak iki
farklı kanattır) ikinci kanadı olan Batı yanlıları emperyalizmin birer
işbirlikçisinden başka bir şey değillerdi. Burjuva ideolojisi bunlar
vasıtasıyla Osmanlı topraklarına girmiştir. Feodal üstyapının uzun zaman
diliminde giderek burjuvalaşması bunlar vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir.
Türk büyük burjuvazisi de diyebileceğimiz bürokrat ve komprador
burjuvazinin yıllar içinde giderek iktisadi anlamda gelişme sağlaması beraberinde
kapitalizme özgü olan her türlü özelliğini göstermesine yol açmıştır.
TC aydınlarının hepsi TC'nin ideolojik-siyasi tezgahından
geçmiştir.
Ve onlar bu geçişten itibaren ve sonrasında TC'nin ideolojik kurum
ve kuruluşlarının birer parçası haline gelmişlerdir. İstisnalar da çıkmamış
değildir. Ancak bunlar rejim dışına itilmişlerdir. TC'de rejim dışı olmak,
cezaevlerinde ömür tüketmektir. Herhangi bir hain pusuda kurşunlanmaktır.
İşkencehanede can vermektir. Ya da en hafifi rejim sınırları dahilinde ekonomik
anlamda yaşayamaz hale getirilmektir. Kısacası işsiz bıraktırılmaktır.
TC aydınları Kemalisttir. Çünkü rejimin ideolojik- siyasi resmi
söylemi budur. Proletaryanın düşünürleri ve yol göstericileri ise
anti-Kemalisttir. Çünkü onlar kendilerini rejime ne kafa olarak ne de
midelerinden bağlı hissetmeden yaşarlar
** ** **
Tarihsel Saptamalar (3)
124. Korporatist egemenler arasındaki çelişme
1960 darbesi döneminde Kürt Bölgeleri'nde de görülmüştür. Darbe sonrası tutuklu
sayısı 485'e ulaşmıştır. Bunlar toprak ağası, aşiret reisi, şıh ve şeyhlerin
büyük kısmını oluşturduğu egemen kesimdir. Bu tutuklanma deden meydana
gelmiştir? Çünkü o dönemde Güney Kürdistan'da Molla Mustafa Barzani
Irak Hükümeti'ne karşı bir ayaklanma düzenlemişti. Yankıları Hakkari, Van, Siirt,
Mardin, Diyarbakır yörelerine kadar ulaşmıştı. Bu yörelerde Barzani kuvvetleri için yardım toplama
faaliyetleri başlamıştı. Ayaklanmanın bu illere de sıçrayabileceği ve yaygınlık
kazanabilceği düşüncesi darbecileri tutuklama girişiminde bulunmaya yöneltti.
125. Korporatist Kemalizmin karşısına aldığı
veya karşısına çıkan üç temel güç bugüne dek daima varolagelmiştir. Bunlar
sırasıyla İslamcılar, Solcular ve Kürtlerdir. Her üç gücü zaman ve zemine göre
karşısına almış, hem denetim uygulamış hem de ittifak kurmuştur. Bu korporatist
Kemalizmin çelişkili gibi görünen ama gerçek olan siyasi hattının kaderidir bir
bakıma. Kemal'in,İnönü'nün, Fevzi Çakmak'ın, Fethi Orbay'ın,
Kazım Karabekir'in, Celal Bayar'ın, Adnan Menderes'in, Demirel'in,
Ecevit'in, Türkeş'in 1960 Darbecilerinin ve 12 Mart 1971 Darbecilerinin, 12
Eylül 1980 darbecileri Kenan Evren
ve işbirlikçilerinin, Özal'ın ve
daha nicelerinin siyasi kaderi, bu Kemalist kaderin derin ve vazgeçilmez izleri
ile örülmüştür.
126. 1960 Darbesi genellikle "sol" içerikli
bir darbe olarak bilinir. Nedenine gelince en Amerikancı Menderes Hükümeti'ni devirmesidir. Bu görüntünün verdiği aldatıcı
bir yanılsamadır. İkinci Emperyalist Dünya Savaşı'ndan sonra ülkeye giren
ABD'nin köklü bir denetim ve yönlendirme mekanizması kurmadığı düşünülebilir
mi? Girişinden on beş yıl sonra ABD'ye rağmen bir darbenin gerçekleşmiş olması
düşünülebilir mi? Ve en önemli soru darbeciler ABD emperyalizminden bağımsız
veya ona karşı olan bağımsızlıkçı unsurlar mıdır? Eğer böyleyse bunun kanıtları
nerededir?
127. ABD emperyalizminin darbe tezgahında iki
temel çıkarı bulunmaktaydı. Birinci temel çıkarı ülkedeki siyasi yaşamın
istikrar kazanmasıydı. Siyasi yaşam istikrarsız bir sürece girmişti.
Korporatist egemenlerin iki kanadı olan bürokratik kanat ile özel sermayeci
kanadın kapışması hızlanmış, halk kitleleri ve gençlik de bu kapışmanın içine
girmekteydi. Bu ise istikrarsızlığı gitgide artırıyordu. Özel sermayeci kanadın
politikacıları korporatist yapıdaki hiyerarşik yapıda tek söz sahibi olup,
iktidar gücünü ele geçirerek bürokratik güçleri dışlamak, ezmek, denetimine
almak ve safına katmak amacını taşıyordu. Oysa bu durum ABD açısından olumsuz
sonuçlara yol açabilirdi. ABD'nin çıkarı farklı egemen çıkarlarının
parlamentoda da edeplice temsiliydi. Özel sermayeci kanat parlamentoyu kendi
denetimine alarak onu bir dikta aracına dönüştürmeyi amaç edinmişti. Hem de bu
dikta bürokratik kanadı hedef alacak olan bir dikta olacaktı.
128. Emperyalizmin ve özellikle yanke
emperyalizminin İkinci Emperyalist Savaş'tan sonraki yeni-sömürgecilik
döneminde esas tercihi temsili parlamenter sistemler ile egemenliğini
sürdürmekti. Bu iki bakımdan onun avantajıydı. Bürokratik veya kraliyetçi
diktaların üzerinde egemenlik kurmak daha bir zordu. Çünkü bu yöneticiler zaman
zaman kendisine kafa tutabiliyordu ve ABD bunlara karşı o anda ülke içinde bir
alternatif güç veya kanat bulamayabiliyordu. Oysa parlamente sistemde bu böyle
olmayacaktı ve olmuyordu. Güçler bölünüyor ve bölünen güçleri yönetmek zor
olmuyordu. İkincisi; halk güçlerinin
bölünmesi amacı parlamenter sistem yoluyla daha kolaylıkla gerçekleşebiliyordu.
Bölünen halk devlete karşı mücadele yerine kendi içinde bir mücadeleye tabi
oluyordu. Halkın partilere bölünmesi ezen ezilen çelişkisini gizlemeye yarıyordu.
Yalnızca bu iki neden dahi parlamenter sistemin dayanıklılığını övenlerin
emperyalizmin ve egemenlerin dayanıklılığını övdüklerini gösterir.
129. Korporatist rejimin üçlü ayağı olan,
bürokrat, hür teşebbüsçü, feodal sınıflardan sonuncusunu Kürt egemenler
oluşturmuştur. Asimile olmuş-edilmiş veya çıkarını Türkleşmekte, Türklükte
bulan feodaller-toprak ağası, aşiret reisi, şeyh, şıh-bulundukları bölgede veya
bölgelerde feodal çıkarlarını, feodal ünvanlarını koruma ve sürdürme gayreti
içinde olmuşlardır. Bu nedenle ulusallığın karşısına çıkmışlar, TC'nin o
bölgelerdeki eli ayağı haline gelmişler, ajanlaşmışlardır. Bunlar korporatist
rejimin ittifakı olmaktan ziyade, işbirlikçisi durumundadırlar. İşbirlikçi
konumlarını terkettikleri taktirde TC korporatistlerinin karşısına ulusal bir
güç olarak çıkmakla karşı karşıyadırlar.
130. Ancak bu mümkün müdür? Bir açıdan mümkün,
diğer açıdan mümkün değildir. Birinci ve mümkün olan durumda bunlar, o
bölgelerdeki diğer sınıfların da önderliğini üstlenerek bağımsız-devlet
bağımsızlığı
** ** **
Tarihsel Saptamalar (4)
Her toplum biçiminin insanları hangi sınıfın mensubu olurlarsa
olsunlar daima altı tür doyumun arayışı içindedirler. 1) Barınmadan doğan
doyum 2) Beslenmeden doğan doyum
3) Duygusal doyum 4) Cinsel doyum 5) Güvenlikten doğan doyum 6) Geleceğinin garanti altında olmasından
doğan doyum.
Türkiye'de devletin feodal korporatizmden kapitalist korporatizme
yönelmesiyle bu altı tür doyumda da beklentiler farklılaştı. Özellikle kadın
sorunu söz konusu olduğunda onu da içeren cinsel doyum şekli önemli değişikliğe
uğradı. Feodal korporatist toplumda erkek erken yaşta evlenerek cinsel doyumu
şu veya bu şekilde yaşayabiliyordu. Oysa kapitalist korporatizmim toplum
ilişkileri erken evlenmelere yol açmayan ilişki biçimiydi. Kapitalist
korporatizm onbinlerce bekar genç için buna çözüm olarak tarihin en eski
mesleğini meşrulaştırarak sunuyordu. Genelevler toplumun hizmetindeydi. Hem kadının hem erkeğin cinselliğinin
metalaşması devlet tarafından organize ediliyordu. Korporatizm burada
korporatist karakterini nedense unutuyordu. O kapitalist korporatizmin en
önemli dayanağı milliyetçilik unutulan bir olgu haline geliyordu. Türk
milletinin kadını ve kızı oralarda yine Türk milletinin ve başka milletlerin
"erkekleri" tarafından para karşılığında "düzülüyordu".
"Yüce Türk Milleti"nin kadını ve kızı "namusunu" para ile
değiş tokuş ediyordu. "Yüce Türk Milleti"nin fertleri devletlerinin
himayesinde "vesikalı" oluyordu.
"Türk erkeğinin" gözünde ise "orospu". Fahişeliğin
tarihinin Korporatist Türk bölümü TC ile başlıyor ve devlet garantisi altında
sürüyordu.
** ** **
Tarihsel Saptamalar (5)
131. Şefik
Hüsnü TKP'sinden itibaren Türk Solunun en vahim hatası, TÜRKLERİN
TÜRKLERİ, KÜRTLERİN KÜRTLERİ kurtarabileceğini görmemek olmuştur. Türkler Türkleri,
Kürtler Kürtleri kurtarmalı derken iki temel olguyu da belirtiyoruz. Birincisi,
ezilen Türklerin, ezen Türklerden ve emperyalizmden ve de mevcut tüm ayakbağı
sınıflardan kurtuluştur. İkinci temel olgu, gerek ezen gerekse ezilen milletler
iki kanattan oluşmaktadır. Birinci kanat olan ezilen kanadın, diğer ezilen
kanatlarla olan, çıkara dayanmayan, hegemonya amacı gütmeyen enternasyonal
dayanışma anlayışına sahip olunmasıdır. Ezilen Türkün, Ezilen Kürdün, Ezilen
Ermeninin, Ezilen Fransızın, Ezilen Çinlinin enternasyonal dayanışmasıdır söz
konusu olan.
132. Devrimci Türklerin esas sorunu, kapitalizm
ve emperyalizm iledir. Ve söz konusu
kapitalizm, öncelikli olarak komprador kapitalizmdir, sonra bürokrat kapitalizm
ve ardından milli kapitalizm gelmektedir. Daha kısacası devrimle birlikte bütün
sınıflardan kurtulmaktır.
133. Devrimci Kürtlerin esas sorunu
bağımsızlık, ardından işbirlikçi feodal Kürtlerin tasfiyesi, cılız olan
bürokrat-burjuva kapitalizminin tasfiyesidir. Ardından diğer sınıfların ortadan
kaldırılmasıdır. Devrim ile birlikte gerek Devrimci Türklerin gerekse Devrimci
Kürtlerin devleti "BÜTÜN HALKIN DEVLETİ" olmadığı takdirde
o devlet kapitalizme geri dönüşe daha o andan itibaren aday demektir.
134.
İsmail Beşikçi doğru bir
biçimde şeyhler ile TC arasındaki ilişkiyi şöyle ortaya koyar: "Demek ki
şeyhler İslam enternasyonalizmi ileri sürerken, aslında, resmi ideolojinin
propagandasını yapıyorlar, ulusal uyanışı, ulusal canlanışı, Kürt halkının
bilincinin açılmasını engellemeye çalışıyorla Şeyhlerin çok büyük bir kısmı
böyle. Bunun için de devlet tarafından, maddi, manevi her yönden
destekleniyorlar. Devlet bunların ekonomik olarak güçlenmesini istiyor, teşvik
ediyor. Çünkü ekonomik bakımdan güçlendikleri oranda, şeyhler yığınlar
üzerindeki denetimlerini daha fazla arttırıyorlar. Banka kredileri daha çok bu
insanlara ve bunların adamlarına veriliyor. Traktör kredileri, tohumluk
kredileri, çeşitli ticari ve tarımsal krediler bunlara veriliyor. Benzin
istasyonu açılacaksa iş bunlara veriliyor. Bunların topraklarını
genişletmelerine göz yumuluyor. vs."
İsmail Beşikçi, Devletlerarası Sömürge Kürdistan, Yurt Yayınları.
135. Korporatist rejimin siyasal yönetiminin
tepe noktasındaki asker-sivil bürokrat klik daima ve daima hem egemenler
arasındaki hem de egemenlerin bir kesimi ile halk güçleri arasındaki
çelişkilerden faydalanmıştır.
Örneğin Kürt bölgelerinde Kürt ulusal uyanışına karşı İslamcı
güçleri kullanmıştır. Türkiye'de ise İslamcı güçlere karşı kullanılmaya
elverişli bulduğu sol çevreleri kullanmıştır. Bunu laiklik elden gidiyor
demagojisiyle yapmıştır. Bir başka dönemde ise solun güçlenmesini önlemek için
karşısına ırkçı Türkçüleri ve İslamcı güçleri çıkarmıştır. Zaman zaman da
askeri bürokrasi dışındaki tüm güçleri karşısına almıştır.
Ayrıca ve özellikle Ermeni ve Yunan düşmanlığına önem vermişlerdir.
Amaç ırkçı-milliyetçiliğin bilinçlere tekrar tekrar sokulmasıdır.
136. Bütün dini ideolojiler korporatisttir.
Korporatizmin dört temel özelliği olan (1) Hiyerarşik örgütlenme,(2) Dayanışmacılık, (3) Demagojik karakter, (4)
Kapsayıcı-yayılmacı yön, dini
ideolojilerde de mevcuttur. Korporatizmin bu dört temel özelliği kollektif
mülkiyet ve "herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar"
temel ilkesi ile esaslı çelişme (uzlaşmaz çelişme) halindedir. Bu
nedenle din kendi iç çatışmalarında esas saldırı hedefi olarak
"sol"un özelliklerini onlara vehmederek onlarda göstererek yapar.
Alevi-sünni ayrımı ve laik anti-laik ayrımı bu temelde ele alındığında daha
anlamlı olacaktır.
Türkiye'de dini ideoloji temeline dayanan feodal korporatizm
"sol"a karşı saldırılarında desteğini kapitalist korporatizmden
almıştır. Aynı şekilde kapitalist korporatizm, köleci ve feodal korporatizmi
yani dini ideolojiyi "sol"a karşı dalgakıran olarak kullanmıştır.
** ** **
Tarihsel Saptamalar (6)
107. Korporatist Kemalist rejim laiklik
temeline oturtulmuştur. Bu temele oturtulmasının ilericilik veya gericilikle
ilgili bir tercih olduğu söylenemez. Bu olması gereken bir durumdur. Tarihsel
bir olgudur. Teokratik bir temele oturtulması zaten mümkün değildi. Osmanlı
Devleti miadını doldurarak son nefesini teokratik temelde veriyordu. M.Kemal ve çevresi bürokrat burjuva
unsurlardı. Anti-sömürgeci Kurtuluş Savaşı'nın baş destekçisi de ticaret
burjuvazisiydi. Böyle bir durumda yeni devletin tekrar teokratik temele
oturtulması söz konusu olamazdı. Korporatist Kemalistler bir sosyalist devletin
veya bütün halkın devletinin savunucuları olmadıklarından, yeni devletin de
ateist temele oturması beklenemezdi. Bu nedenle zorunlu bir sonuç olan,
devletin laiklik temeline oturtulmasıydı. Devletin laik temele oturtulması
serbest rekabetçi kapitalizm veya tekelci kapitalizm dönemiyle ilgili olan
birine ya da diğerine bağlı olan bir durumdur. Tamamen burjuva iktidar
kurumunun üst yapı kurumu ile ilgilidir. Köleci ve feodal iktidar biçimlerinin
üst yapı kurumları teokratik karakterdeydi. O dönemler tanrı-kral dönemiydi.
Oysa burjuva iktidar ve kurumları laik karakterdedir. Burjuva dönem,
tanrı-burjuva dönemidir. Köleci ve feodal dönemlerde toplumun tanrısı kral ve
soyudur, senyörlerdir, toprak ağalarıdır, şeyhler, şıhlardır. Burjuva dönem
buna laiklikle son verir. Burjuva dönemde toplumun tanrısı, burjuva
sınıflardır. En ulu tanrı da en büyük burjuva sınıftır. En büyük burjuva sınıf
emperyalist ülkelerde tekelci burjuvazidir. Bay laikler ya da bir başka deyimle
bay baş tanrılar onlardır. Yeni ve yarı sömürge laik rejimlerinde ise en büyük
burjuva sınıf komprador kapitalistler ve büyük bürokrat burjuvazidir. Bay
laikler ya da diğer bir deyimle bay baş tanrılar onlardır. Laik korporatist
rejimin hiyerarşisinin tepe noktasında bay laikler veya bay baş tanrı komprador
veya büyük bürokrat burjuvalar bulunur.
Korporatist kapitalistler için uygun düşen biçim laikliktir. Onlar
toplumu ne feodaller ne de kral-padişahlar gibi dini esaslara dayalı olarak
teokratik biçimde yönetemezler. Burjuvazi için dogma yığınları değil akıl
önemlidir, bilim önemlidir. Kapitalizm dogmalara sarılarak, dogmaların yol
göstericiliğinde asla gelişemez. Kapitalizmin yol göstericisi akıl ve bilimdir.
Kapitalist artı-değer sömürüsü için, pazarda rekabet için, fabrika kurup meta
ihraç etmek için, teknolojik gelişme sağlamak için akla ve bilime ihtiyaç
duyar. Bir pozitivist felsefenin köleci veya feodal topluma özgü olmayıp,
kapitalist topluma özgü olması bu nedenledir. İşletmecilik biliminin, Fayol'un, Taylor'un kapitalizm döneminde ortaya çıkması buna bağlanabilir.
Kapitalizmin ayrıntılı ticari yasalara, ayrıntılı medeni hukuka sahip olması
laik karakteri nedeniyledir. Teokratik rejimde böyle ayrıntılı yasalara gerek
yoktur. En kaba ve en basit bir gerçektir ki,
teokratik rejimde-İslamiyet'te- bir erkeğin bir kadını boşaması için b o
ş o l demesi yeterlidir. Kapitalizm meseleyi bu kadar hafife almaz. Devreye
aklı sokar. Kapitalistlerin ağzından düşürmediği bir sözcük vardır: Sağduyu
derler. İşte bu "sağduyu" , "akıl"dan başka bir şey
değildir. Kapitalist için akıl ya da sağduyu kapitalist rejimin ve dolayısıyla
onun bireyinin çıkarının gözetilmesidir. Çıkar'ın adı akıl olmuştur. Akla ve mantığa
ters düşen şey ne ise kapitalizmin "çıkar"ına ters düşen de odur.
Birey elbette soyut değil somut burjuva bireydir.
Kapitalistler teokratik rejimi yıkıp laik rejimi onun yerine ikame
ederken iki ölçüt kullanırlar. Laiklik denilen işte bu iki ölçüt iki ilkedir.
Birincisi, dinin devlet ve toplumun işlerinden elini ayağını çekmesi ve dinin
tanrı ile insan arasındaki bir mesele haline gelmesi. Dinin vicdanlara
hapsedilmesidir. Laik rejimde din, vicdan meselesi haline getirilmiştir.
İkincisi ise devletin dinden elini çekmesidir. Devlet dini denetimine ve
yönetimine almıştır. Ama bu alış dine hizmet etme amacıyla değil, dini başıboş
bırakmama, ona kendi istediği özgürlüğü değil, devletin tanıdığı özgürlük
alanını bırakarak dinden elini çeker. Devlet örgütlenmesini din yoluyla yapmaz.
Devletin dini yoktur. Devletin dininin olmaması demek ruhban sınıfının, halifenin,
hocanın, müderrisin, imamın, müftünün devlet adına hüküm verememesi demektir.
Devletin simgesi olmaktan çıkması demektir.
Bu iki temel ilkeden, bu iki temel ölçütten dolayıdır ki, laik -
anti laik çatışması basit bir tanrıya inanıp inanmama çatışması değildir.
Toplumu kralların, padişahların, feodallerin, papaların, köle sahiplerinin,
halfelerin mi yoksa kapitalist ideolojinin sahibi burjuvaların mı yöneteceği
sorunudur. Ve toplumun üretim biçiminin ne olacağı sorunudur. Ve üretim
ilişkilerinin nasıl düzenleneceği sorunudur. Ve toplumun üretim biçiminin ne
olacağı sorunudur. Kısacası köleler bellidir, ancak sorun efendinin kim olacağı
sorunudur. Ya da kurban belli kasap kim sorunudur?!
Korporatist kapitalizmin laik rejimi burjuva cumhuriyetidir.
Parlamenter rejimi esas alır. Feodalizmin teokratik rejimi saray ve halife ve
papa cumhuriyetidir. Bugün İran buna İslam Cumhuriyeti demektedir. Yani Molla
Cumhuriyeti. Onlar parlamenter cumhuriyetin -ki bu burjuvazinin icadıdır-
çıkardığı yasaların yerine, sarayı, halifenin, papanın ve güya bunların kaynağı
olan Tanrı'nın yasalarını koyarlar. Yürütme yani hükümet tanrıdan aldıkları bir
bahştır onlara. Yasalar itiraz kabul etmez, eleştiriye kapalıdır ve yasaların
uygulayıcıları da bu uygulama yürütme gücünü Tanrı'dan aldığından ve Tanrı'nın
yasalarının uygulayıcısı -emir kulu- olduğundan onlar da eleştiri ve itirazdan
muaftır. Oysa laik parlamenter cumhuriyet eleştiriye, itiraza açıktır. Bu açık
oluş kapitalizmin eşit olmayan gelişme yasası nedeniyledir. Eşit olmayan
gelişme eşit olmayan güçte sınıflar yaratır. Ve eşit olmayan güçteki bu
sınıfların temsilcileri eşit olmayan bir şekilde korporatist kapitalist rejimin
hiyerarşik yapısında konumlanırlar bu konumlanış güçler ayrılığı temelindedir,
zaman ve koşullara göre yer değiştirme özelliğine sahiptir. Bu nedenle
parlamenter rejim farklı burjuva çıkarlarının söz konusu olduğu bir arenadır.
Farklı çıkarlar dolayısıyla farklı görüşleri ki bunların hepsi burjuva görüş
olmasına rağmen- ortaya çıkarır ve gündeme getirir. Gündeme gelen eleştiriye
açık oluş korporatist kapitalizmin temellerine yönelen türden, onu imha etmeyi,
ortadan kaldırmayı esas almayan türden olmadığından hiçbir sakınca
taşımamaktadır.
** ** **
Tarihsel Saptamalar (7)
219. Stalin, Kemalist Milli Devletin ve diğer "milli devletler"in geleceğini çok
açık ve net olarak 10 Şubat 1921 tarihli Milli Meselede Partinin Önündeki Görevler
Üzerine adlı yazısında şöyle ortaya koyar:
"Gelgelelim yeni
bağımsız milli devletlerin oluşması milliyetlerin barış içinde birarada
yaşamalarını getirmedi, getiremezdi de. Bu gelişme ne milli eşitsizliği ne de
milli baskıyı yok ediyordu; edemezdi de. Çünkü özel mülkiyete ve sınıf
farklılıklarına dayanan yeni milli devletler,
a) Kendi milli azınlıklarını ezmeksizin (Polonya Byelo Rusları,
Yahudileri, Litvanyalıları, Ukraynalıları eziyor; Gürcistan Osetleri,
Abhazaları, Ermenileri eziyor; Yugoslavya Hırvatları, Boşnakları eziyor
vb.) b) Komşuları zararına çatışmalara
ve savaşlara yol açan fetihlere girişmeksizin (Polonya Litvanya'nın, Ukrayna
Rusya'nın zararına, Yugoslavya Bulgaristan zararına, Gürcistan Ermenistan ve
Türkiye zararına vb.), c) Emperyalist 'büyük ' devletlere mali, ekonomik ve
askeri bakımdan bağımlı duruma düşmeksizin yaşayamazlar. "Lenin, Stalin, Mao Türkiye Yazıları, Kaynak Yayınları, Şubat
1991
220. Ve yine Stalin 13 Mayıs 1927 tarihinde Sun
Yat-sen Üniversitesi öğrencileriyle yaptığı konuşmada Çin Devrimi ile
Kemalist Hareketi şöyle karşılaştırmaktadır.
"Kemalist bir devrim
Çin'de mümkün müdür?
"Ben bunu ihtimal dışı
ve bu sebeple imkansız görüyorum.
"Kemalist bir
devrim, sadece Türkiye, İran ve
Afganistan gibi sanayi proletaryası hiç olmayan veya hiç denecek kadar az olan,
köylüleri güçlü bir toprak devriminin gelişmediği ülkelerde mümkündür. Kemalist
devrim, bir üst tabaka devrimidir, milli ticaret burjuvazisinin devrimidir. Bu
devrime, yabancı emperyalistlere karşı mücadele içinde varıldı, ve devrimin daha
sonraki gelişmesi esas olarak köylü ve işçilere karşı, evet toprak devrimi
imkanlarına karşı yöneliyor.
"Kemalist bir devrim
Çin'de imkansızdır.
" a) Çünkü orada, Çin'de
köylüler arasında güçlü bir otoritesi olan, belli bir asgari sayıda, mücadeleci
ve aktif sanayi proletaryası vardır.
" b) Çünkü orada, yolu
üzerindeki feodal kalıntıları silip süpüren, gelişmiş bir toprak devrimi
ilerlemektedir.
"Birçok eyaletlerde
şimdiden topraklara el koyan ve mücadelesine devrimci Çin proletaryasının
önderlik ettiği milyonlarca köylü, işte bu Kemalist Devrim adı verilen devrim
imkanına karşı panzehirdir.
"Kemalistlerin partisi
ve Vuhan'daki sol Goumindang'ın partisi aynı kefeye konamaz. Tıpkı Türkiye ve
Çin'in aynı kefeye konamayacağı gibi. Türkiye'de Şanghay, Vuhan, Nanking,
Tienzin vb. gibi merkezler yoktur. Nasıl Ankara Vuhan ile boy ölçüşemezse,
Kemalistlerin partisi de hiçbir zaman Guomindang ile boy ölçüşemez.
"Çin ve Türkiye'nin
milletlerarası durum açısından farklarını da göz ardı etmemek gerekir. Türkiye
ile ilgili olarak, emperyalizm başlıca isteklerinin bir çoğunu zaten elde
etmişti. Türkiye'nin elinden Suriye, Filistin, Mezopotamya ve emperyalistler
için önemli diğer bölgeler alınmıştı. Türkiye şimdi 10-12 milyon nüfuslu küçük
bir devlet haline getirildi. Türkiye, emperyalizm için ne önemli bir pazar, ne
de belirleyici bir yatırım alanıdır. Diğer sebeblerin yanında bu gelişme şu
sebepten olabildi: Çünkü eski Türkiye, milliyetlerin bir bileşiminden
oluşuyordu ve yoğun bir Türk nüfusu sadece Anadolu'da vardı.
"Çin'in durumu başkadır.
Çin, bütün dünyada en önemli bir sürüm pazarı ve en önemli sermaye ihraç pazarı
olan, birkaç yüz milyon nüfusuyla bir milletin yoğun olduğu bir ülkedir.
Emperyalizm orada, yani Türkiye'de eski Türkiye içindeki Türkler ve Araplar
arasındaki uzlaşmaz milli çelişmelerden yararlanarak, doğu'daki birçok büyük
önemde bölgeyi kopartmakla yetinebildiği halde, emperyalizm burada yani Çin'de
eğer eski durumunu korumak veya en azından bu durumun bir kısmını elde tutmak
istiyorsa bıçağı milli Çin'in diri vücuduna saplamak onu parçalara ayırmak ve
bütün eyaletlerini elinden almak zorundadır.
"Orada yani Türkiye'de
emperyalizme karşı mücadele Kemalistlerin cılız kalan bir anti-emperyalist
devrimiyle sona erebildi. Buna karşılık burada Çin'de emperyalizme karşı
mücadele, gerçek bir halk karakteri, tam anlamıyla milli bir karakter almak,
adım adım derinleşmek, emperyalizme karşı şiddetli savaşlara yönelmek ve hatta
bütün dünyada emperyalizmin temelini sarsmak zorundadır.
"Muhalefet'in (Zinovyev, Radek, Troçki) en büyük
hatası, Türkiye ve Çin arasındaki bütün bu farkları göremeyişinde, Kemalist
devrimi toprak devrimi ile karıştırmasında ve hepsini ayırmadan aynı sepete
atmasındadır.
"Çin milliyetçileri
arasında Kemalizm taraftarlarının olduğunu biliyorum. Kemal'in rolüne talip olan şimdi orada az değildir. Bunların arasında
en başta geleni Çan Kay-şek'tir. Bazı
Japon gazetecilerinin Çan Kay-şek'i
Çin'in Kemal'i olarak görme eğiliminde olduğunu biliyorum.
"Fakat bütün bunlar
rüyadır, korkuya kapılan burjuvazinin hayalleridir.
Ayrıca Mao Tse-toung
şunu da söylemektedir: "1927'deki
Birinci Büyük Devrim başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra, Çin burjuvazisinin
bazı mensupları Kemalizmi ateşli bir şekilde savunmamışlar mıydı? Ama Çin'in Kemal'i nerede? Zaten Kemalist Türkiye
bile gittikçe daha çok bir yarı-sömürge haline, gerici emperyalist dünyanın bir
parçası haline gelerek sonunda kendini İngiliz-Fransız emperyalizminin
kollarına atmak zorunda kalmıştır."
(Ocak 1940, Yeni Demokrasi, Seçme Eserler, Cilt 2, Aydınlık Yayınları, Kasım
1979, s.
** ** **
Tarihsel Saptamalar (8)
19. Kurtuluş Savaşı öncesinin son on yılında
Osmanlı Devleti İngiliz emperyalizminin denetiminden çıkmış, Alman
emperyalizminin denetimine girmişti. Alman emperyalizminin yanı sıra Fransız
emperyalizmi de Osmanlı Devletinde önemli iktisadi-siyasi nüfuza sahip
bulunuyordu.
20. Almanya'nın pazara girişi 1880 sonrasına
rastlar. Bu giriş İngiliz emperyalizmi aleyhine olmuştur. Duyunu Umumiye
kurulduğunda %3 hissesi olan Almanya 1914 yılına gelindiğinde bu hisseyi %33'e
çıkarmıştır. İngiliz emperyalizmi hisseleri ise %29'dan %5'e inmiştir. Ancak
Fransız emperyalizmi Almanya karşısında durumunu korumuş ve hatta
geliştirmiştir. %40 olan hisselerini 1914'e doğru %58'e çıkarmıştır.
21. Kurtuluş Savaşı'nın korporatist nitelikteki
ilk örgütlü güçleri Kuvayi Milliye Cemiyetleridir. Bu örgütlerin kuruluşları M.Kemal ve arkadaşlarının Erzurum ve
Sivas Kongreleri'nden önceye rastlar.
22. Anti-sömürgeci karakterli Kurtuluş Savaşı
daha 1921 başlarında bu karakterinin yerine yarı-sömürgeye razı olan
karakterini koymuştur.
23. Lozan Anlaşması emperyalizm ile uzlaşmadan
ziyade emperyalizme teslimiyet ve emperyalizmin işbirlikçisi haline gelme
karakteri taşır.
24. Lozan Anlaşması ile ülkenin bütün mali, ticari
ve sanayi kuruluşları el değiştirmemiş aynen emperyalistlerin elinde kalmıştır.
25. Lozan Anlaşmasıyla, emperyalistlere 1929'a
kadar gümrük serbestisi tanınmış, Boğazlar üzerinde egemenlik hakları
emperyalistlere bırakılmış, vatan hainleri Lozan hükmüyle affedilmiştir.
26. Azınlık burjuvazisi Osmanlı ekonomisinin
sömürgeleştirilmesinde ve dışa bağımlılığında önemli rol oynamıştır. Azınlık
burjuvazisinin tasfiyesine İttihat ve Terakki döneminde nüfus mübadeleleriyle
başlanmıştır. Mübadele edilmeyen kesim ise Türk ortaklar ile birleşmek
durumunda kalmıştır. Gerek Türk ortaklar gerekse azınlık burjuvazisi komprador
karakterdeydi.
27. Toptan ticaret, ithalat ve ihracat yerli
ticari burjuvaziye terkedilmiştir. Bunlar devlet eliyle, devlet kanalıyla desteklenmiş,
komprador karakterleri pekişmiş, bazıları ise yeni yeni komprador karakter
kazanmıştır. Dış ekonomilerle rekabet edecek, iç ekonomide ulusal ekonomiyi
kurmaya yönelecek girişimler değildir bunlar.
28. Kırsal kesimde ise feodal, yarı-feodal
üretim ilişkilerinin tasfiyesine gidilmemiş. Bu üretim biçimi aynen varlığını
korumuştur. Kırsal kesim tamamen büyük toprak sahiplerinin, şeyh ve şıhların
geleneksel üretim ve yaşam biçimine terkedilmiştir.
29. Devlet yönetimi tarihsel olarak tecrübe
birikimine sahip olan, yönetim yeteneği kazanmış olan asker-sivil bürokrasi
tarafından üstlenilmiştir.
30. Yeni devletin egemenleri daha 1923
Kongresi'nde -İzmir İktisat Kongresi- belirgin olarak ortaya çıkmıştır.
31. Kompradorlaşan ya da kompradorlaştırılan
yerli ticari burjuvazi, büyük toprak ağaları, asker-sivil bürorasi devletin
egemenleri durumuna gelmiştir.
32. Komprador-bürokrat-feodal üçlüsünün
ittifakı temeline dayanan yeni devlet, eski ümmetçi-feodal-patrimonial devletin
yerine geçmiştir. Yeni devlet, komprador-bürokrat-feodal üçlüsünün elinde
milliyetçi korporatist özellikler kazanmıştır.
33. 1923 İzmir İktisat Kongresi bu milliyetçi
korporatist özelliği çok belirgin olarak ortaya koymuştur. Kongre'de sınıfların
varlığı inkar edilmiş, sınıf mücadelesi inkar edilmiş, işçi hakları örtbas
edilmiş, feodal üretimin tasfiyesinden söz edilmemiş, köylünün
topraklandırılması gündeme getirilmemiş, bunların yerine "İmtiyazsız,
sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz"
tezi hakim kılınmıştır. Sınıf farklılıklarının örtbas edilmesi
amacıyla "sınıf
dayanışması" tezi işlenmiştir. Bu
perspektifle yola çıkıldığından ezilen sınıfların sendikalarda, partilerde
örgütlenmelerinin yerine bütün ulusu kapsayan Halk Fırkası (Partisi)
kurulmuştur. Halk Fırkası ulusun ezilenlerinin değil ezenlerinin bir çeşit
ittifak partisi olmuştur.
34. Bu korporatist yapı bir tür ittifak, bir
egemenler koalisyonu olduğu gibi hangi kanadın iktidara ağırlığını koyacağının
da aralarındaki çelişmeler ve mücadelelerine sahne olmaktan kurtulamamıştır.
Her ne kadar çelişmelere ve mücadelere sahne olsa da korporatist devletin
egemen kanadını Kemal-İnönü kliği oluşturmuştur. Muhalefet kanadında daha
işbirlikçi, daha gelenekçi, kısmen Tanzimatçı, kısmen ırkçı-Turancı, kısmen
ümmetçi olanlar yer almıştır. Kemal-İnönü
kliği bürokrat-burjuva milliyetçi sınıf karakteri arzederken, Fethi Okyar, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Celal Bayar, Adnan Menderes
çizgisi tam anlamıyla emperyalist işbirlikçisi, komprador kapitalizmin ve
feodal yapının temsilcisi olmuşlardır. Kemal-İnönü
kliği ile Bayar-Menderes kliği
arasında cereyan eden mücadele yönetenler arası bir mücadele olagelmiştir. O
nedenle ne Kemalistler devrimcidirler ne de Bayar-Menderes faşist-feodal kliği tarihsel ilerlemeyi temsil
etmektedir.
** ** **
Tarihsel Saptamalar (9)
101. "Mustafa
Kemal, Ziya Gökalp'e 'fikrimin babasıdır' yargısında bulunuyordu. "Prof.Dr.Orhan
Türkdoğan, Kemalist Modelde Fert ve Devlet İlişkileri
102. Mustafa
Kemal 1923'te şöyle der:
"Kaç milyonerimiz var? Hiç. Binaenaleyh biraz parası olanlara da düşman
olacak değiliz. Bilakis memleketimizde milyonerlerin, hatta milyarderlerin
yetişmesine çalışacağız." Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, Kemalist Modelde
Fert ve Devlet İlişkileri.
103. Mustafa
Kemal, İktisat Kongresi'nde şöyle der:
"Efendiler, iktisadiyat sahasında düşünür ve konuşurken
zannolunmasın ki yabancı sermayeye düşmanız; hayır, bizim ülkemiz geniştir. Çok
emek ve sermayeye ihtiyacımız var. Kanunlarımıza riayet şartıyla yabancı
sermayelerine lazım gelen teminatı vermeye her zaman hazırız. Yabancı sermaye
bizim emeğimize inzimam etsin ve bizimle onlar için faydalı sonuçlar
versin."
104. Mustafa
Kemal 1931 yılında CHP
programında ve Medeni bilgiler adlı kitapta-ki bu kitap Milli Eğitim
Bakanlığı'nın 7.9.1931 tarihli kararıyla basılıp ortaokullarda ders kitabı
olarak okutulmuştur- "Devletçilik" ilkesini şöyle açıklamaktadır.
"Bizim takip ettiğimiz devletçilik ferdi mesai ve faaliyeti
esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve
memleketi mamuriyete eriştirmek için milletin umummi ve yüksek menfaatlerinin
gerektirdiği işlerde, özellikle iktisadi sahada, devleti fiilen alakadar
etmektir.
1930 yılında da aynı konuda şöyle diyordu:
"Cumhuriyetimiz henüz çok gençtir. Maziden kendine miras kalan
bütün hayati işler, zamanın mecburiyetlerini tatmin edecek derecede değildir.
Siyasi ve fikri hayatta olduğu gibi iktisadi işlerde de fertlerin teşebbüsleri
neticesini beklemek, doğru olmaz. Mühim ve büyük işleri ancak milletin umum
servetine ve devletin bütün teşkilat ve kuvvetine dayanarak, milli egemenliğin
tatbik ve icrasını düzenleme ile görevli olan hükümetin mümkün olduğu kadar
üzerine alıp başarması tercih olunmalıdır."
105. Korporatist Kemalizmin, devletin ve
milletin birliğini ve bütünlüğünü sağlamanın ve devam ettirmenin dört temel
ilkesinden biri olan demagojik karakter onun kapsayıcılık mantığını da ifade
etmektedir. Milli birlik ve bütünlük esasını ilke edinen korporatist Kemalizm
ister istemez kapsayıcı olmak zorundadır. Bu kapsayıcılığı ve bu kapsayıcılığın
meşruiyetinin sağlanması için de başvurulan ilke demagojik karakterdi.
Korporatist Kemalizmin demagojik karakterine en sık rastlanan konuların başında
bağımsızlık olgusu gelmektedir. Bağımsızlık konusundaki demagojik karakterini
onun "Kadro" cuları da kapsayıcılığına alırken görüyoruz. Bilindiği
gibi "Kadro"cular korporatist
Kemalizme ciddi ciddi sol aşı yapmaya çalışmışlardı. Ve
"Kadro"cuların bu aşılamada çıkış noktası Kemalizmin bağımsızlıkçı
olduğu iddiasıydı. Tabii üç buçuk yıl süren Kadrocuların bu aşı yapma süreleri
daha uzun süremezdi. Ve nihayet fos çıkmıştı. Kadrocuların Kemalizmi sol
gösterme çabalarında en sık kullandıkları Korpo Kemal'in şu sözleriydi:
(1923'te söylenmiştir.)
"Bugün günün ağardığını
nasıl görüyorsam, uzaktan bütün şark milletlerinin uyanışını da öyle görüyorum.
İstiklal ve hürriyetlerine kavuşacak olan daha çok kardeş millet vardır.
Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih olacaktır.
Bu milletler, bütün güçlüklere, bütün engellere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini
bekleyen istikbale ulaşacaklardır. Müstemlekecilik ve emperyalizm, yer yüzünden
yok olacak ve yerlerine milletlerin aralarında hiçbir renk, din ve ırk farkı
gözetmeden yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim
olacaktır." Vedat
Nedim Tör, Kemalizmin Dramı, İkinci Baskı 1983.
Zannedersiniz ki bu satırların yazarı bir Marksisttir. Demagoji
yoğun ve incelikli. Bu sözlerin sahibi aynı zamanda faşist İtalya'dan 141. ve
142. faşist yasaları ithal eden değil adeta. Ve bu sözlerin sahibi, döneminde
komünist önderleri Mustafa Suphi ve yoldaşları Karadeniz sularında boğdurulmadı
sanki. Büyük şair Nazım Hikmet
yıllar yılı cezaevinde yaşamadı adeta ve bu rejim döneminde öz olarak
Kemalizmden kopamamış olan Şefik Hüsnü
ve Hikmet Kıvılcımlılar baskı ve
şiddete, cezaevine MAHKUM EDİLMEDİLER zannedersiniz, bu sözleri söyleyenler var ise ve rejimin başı ise
Demagojik karakter Kemalizmin baş dayanağıdır. Olguların öğrettiği
budur.
** ** **
Tarihsel Saptamalar (10)
36. Korporatist devlette egemen güç daima
asker-sivil bürokratlarda olmuştur. Komprador-feodal ittifak zaman zaman
siyaset sahnesine bağımsız güç olarak çıkmayı denemiştir. Bundan amaç kitlenin
de desteğini alarak bürokrat burjuva egemen konuma kendi komprador-feodal
kliğini getirmek olmuştur. Terakki Perver Cumhuriyetçi Parti ve Serbest Fırka
komprador-feodal kliğin partileri olarak siyaset sahnesine çıkmışlar, ancak KEMAL-iNÖNÜ KLİĞİ TARAFINDAN tehlikeli
bulunup parti faaliyetleri sona erdirilmiştir.
37. Korporatist devlet siyasal ve ekonomik
süreçlere yapısı gereği geniş halk kitlelerinin katılımını engellemiştir.
38. Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni, Yahudi, Rum vb.
ulus ve azınlıklar devlet yönetiminde Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni vb. olarak
değil Türk vatandaşı olarak yer almışlardır. Kendi dilleriyle okuma yazmaları
(Hristiyan ve Museviler hariç) ulusal özelliklerini devam ettirmeleri, kendi
kaderlerini tayin hakkı korporatist devlet tarafından engellenmiştir.
39. Koçgiri, Dersim, Ağrı, vb. Kürt
ayaklanmaları kanla bastırılmıştır.
40. 1930'da bürokrat burjuvazi tarafından
başlatılan sanayileşme girişimi 1950 başlarında komprador-feodal kliğin
insiyatifine geçmiştir. ABD emperyalizminin has işbirlikçisi olan
komprador-feodal Bayar-Menderes
kliği ülke ekonomisinin yönetim ve denetimini, İnönü ile birlikte ABD emperyalizmine
teslim etmiştir.
41. İkinci emperyalist savaş yıllarında dış
ticaret ve toptan ticaret devlet kanalıyla gerçekleştirilmemiştir. Bu yıllar
kompradorların ve ticaret burjuvazisinin iyice palazlanmaya başladığı
yıllardır.
42. Halk kitleleri 1940'lı yıllarda bir yandan
bürokrat burjuvazinin, diğer yandan spekülatör ve karaborsacıların tam
anlamıyla ağına düşmüştür.
43. İkinci emperyalist dünya savaşı yılları
bürokrat burjuvazinin itibarının kitlelerin gözünden düşmesiyle sarsıldığı ve
komprador-feodal ittifakın güçlenerek yerini sağlamlaştırdığı yıllar olmuştur.
44. Kitlelerin bürokrat burjuvaziye karşı
artan hoşnutsuzluğu komprador-feodal ittifak tarafından kullanılmıştır.
Komprador-feodal ittifak bu zor yıllar sayesinde kitle desteğine sahip olabilmiş
varolan desteğini de kemikleştirmiştir.
45. İkinci emperyalist dünya savaşı yılları
korporatist rejim içinde varolan farklı sınıf çıkarlarını daha da arttırmış ve
hakim durumda olan bürokrat burjuva kanada karşı komprador-feodal kanadın
egemen hale geleceği bir alternatif haline getirmiştir.
46. İkinci emperyalist dünya savaşından en
karlı emperyalist olarak çıkan ABD empaeryalizmi, bu güçlü kalma durumunu
kullanarak komprador-feodal kanat ile ilişkiye geçmiş, böylelikle ülkeye
girişin yolunu bulmuştur.
47. Bu giriş ile ülkede kapitalizmin ulusal
tarzda gelişmesi tamamen söz konusu olmaktan çıkmış. Ulusal kapitalizm yerine
dış destekle evrilen çarpık bir kapitalizm hızla boy atmıştır. Bu tür
kapitalizm montaj sanayiidir. Patent hakkına dayalı bir kapitalizmdir. Baş
aşağı bir kapitalizmdir.
48. 1921-1931 yılları arasında %37
1931- 1941 yılları arasında %62
1941- 1951 yılları arasında %154 oranında sanayi kuruluşları artışı
gerçekleşmiştir. Bu dönem korporatist devlete bürokratik kapitalizmin hakim olduğu
dönemdir.
1951- 1961 döneminde ise %465 oranında bir artış söz konusudur. Bu
durumda göstermektedir ki ABD emperyalizmine bağımlılık doludizgin
ilerlemektedir.
49. ABD emperyalizmine bağımlılık 1960'a doğru
bir yandan ülkeyi iktisadi-siyasi bunalıma sürüklemiş diğer yandan da sınıflar üstü
devlet imajı silinerek toplum iki hasım kampa ayrılmıştı. Çelişmenin giderek
derinleşmesi askeri-bürokratik kadronun da varlığını tehlikeye sokmuştu. Bu
gidişe dur demek, toplumda varolan çelişmeli süreci kesintiye uğratıp bir
bakıma da törpülemek amacıyla 27 Mayıs darbesi gerçekleştirilmiştir.
50. 27 Mayıs darbesi korporatist rejim için bir
daha tekrarlanması olanaksız bir darbe olaması bakımından önemlidir.
Korporatist rejimin devamlılığına darbe indiren birinci girişim
komprador-feodal ittifakın seçimlerden burjuva bürokrat kliğe karşı zafer
kazanarak çıkmasıydı. Ve yine korporatist rejim ittifakına darbe indiren ikinci
gelişme ABD emperyalizmi ile kompradorların işbirliğinin yoğunlaşarak
artmasıydı. Korporatist rejimi ölüme götüren son gelişme ise askeri-bürokrat
burjuvazinin sivil bürokrasinin de desteğini alarak 27 Mayıs 1960 darbesini
gerçekleştirmesiydi. Artık korporatist rejim ittifakının içine kan da girmişti.
51. Sözde de olsa, kısmen de olsa, liberal kapitalizme
doğru atılmış bir adım gereği de olsa, İkinci emperyalist savaşı çıkaran Hitler-Mussolini faşistlerinden ülke
içindeki etkilenmeleri kırmayı amaçlamış da olsa; 27 Mayıs darbesi sonucu bütün
sınıflar için yasal örgütlenmeler gerçekleştirerek ekonomik-demokratik hak ve
özgürlüklerini savunma yolu açılmıştı. Egemenler arası çelişmenin şiddetlenmesi
ezilen sınıfların kısmen de olsa yararına bir durumdu.
52. 27 Mayıs darbesinden sonra egemen sınıf
kesimleri de siyasal-iktisadi örgütlerini kurmakta gecikmedi. 15 Ekim 1961'de
İstanbul İşverenler Birliği Sendikaları kuruldu. 1962 Ocak ayında, Ticaret ve
Sanayi Odaları ve Borsaları Birliği de bu Birliğe katıldı. 20 Aralık 1962'de de
ülke çapında Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu kuruldu.
53. Demokrat, devrimci işçileri bünyesinde
toplayan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 13 Şubat 1967'de
kuruldu.
59. Korporatistlerin yeni ve daha güçlü emperyalist olarak tercih ettikleri ABD ikinci emperyalist savaş sonrası emperyalizme yeni bir özellik kazandırarak sahneye çıkmıştı. Bu yeni özellik ABD emperyalizminin karakteristik yönünü ifade ediyordu. Bu yeni özellik "yeni-sömürgecilik"ten başka bir şey değildi. Yeni-sömürgeci Yanke emperyalizmi ilk işbirlikçisini ikinci korporatist şef (Milli Şef) İsmet İnönü'nün şahsında bulmuştu. İşbirlikçi korporatist İnönü bayrağı en kısa sürede faşist korporatist işbirlikçiler Bayar-Menderes'e teslim etti.
60. Faşist korporatist işbirlikçi Bayar-Menderes kliği 1950 iktidarı ile
birlikte hızla ABD'nin Orta Doğu jandarmalığını üstlendi. Bu kliğin iktidarı
döneminde baş aşağı kapitalizm olan komprador kapitalizm hızla gelişti. Ve
ülkede feodalizmin ağır bastığı yarı-feodal yapıyı büyük bir hızla baş aşağı
kapitalizm ağırlıklı bir yapı haline getirmeye koyuldu. Yarı-sömürge Türkiye
yeni-sömürge Türkiye haline gelirken yarı-feodal Türkiye de yarı-feodallikten
kapitalist Türkiye'ye doğru hızla yol alıyordu. Artık yarı-feodalliği
kendilerine değil Kürt bölgelerine layık görüyorlardı.
62. Bazılarının iddia ettiği gibi Kemalistler
küçük burjuva radikalleri değildir ve olamazlar. Her şeyden önce Kemalistlerin
sınıf yapısı buna elvermez. Çünkü Kemalistler Osmanlı askeri sınıfına
mensuptular. Ve korporatist devletin kuruluşu ile birlikte de yeni devletin
askeri ve sivil bürokrasisinin tepe noktasını oluşturdular. İkincisi
emperyalizm çağında küçük burjuvazinin bir devlet kurması akla ve mantığa
aykırıdır. Küçük burjuvazi genel olarak burjuvazinin en aşağı sınıfıdır.
Çağımızda burjuvazi aşağı burjuvazi, orta burjuvazi ve büyük veya yüksek
burjuvazi olmak üzere üç bölüm halindedir. Aşağı burjuvazi olan küçük
burjuvazinin toplumsal yapıdaki gücü ve konumlanışı ve yeteneği onun devlet
kurmasına elverişli değildir. Küçük burjuvazinin veya küçük burjuva ideolojinin
radikal olması gerçekçi bir saptama olamaz. Küçük burjuvazinin karakteristik
özelliği istikrarsız bir haleti ruhiyeye sahip olmasıdır. Hangi dönemde kim
güçlü ise onun safına geçmekte tereddüt etmemesidir. Önderlik eden değil,
önderlik edilen olmasıdır. Zor anlarda bayrağı omuzlamak yerine yılgınlığa ve
teslimiyete kapılmasıdır. Küçük burjuvazinin boş ve tatlı hayali, orta veya
büyük burjuva olmaktır. Ancak kapitalizmin eşit olmayan gelişmesi onu hayal
kırıklığına uğratır. Çünkü kapitalizm gelişip yaygınlaştıkça küçük burjuvazi
geriler ve daralır ve giderek proleterleşir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder