13 Ağustos 2012 Pazartesi

Tarihsel Saptamalar (1)

     Korporatist Kemalizm kapitalizmin her türlü versiyonunu almış ve eklektik bir tarzda birleştirmiştir. O nedenle hiçbir burjuva ideolojisi Korporatist Kemalizme cepheden karşı çıkmamaktadır. Onun şu ya da bu yönüne eleştiri yöneltmektedir. Korporatist Kemalizm bu eklektik burjuva özü nedeniyle Ziya Gökalpçidir, Durkheimcidir, Tevfik Fikretçidir, Yusuf Akçuracıdır, Mussolinicidir, Mehmet Emin Yurdakulcudur, Abdullah Cevdetçidir.

Batılılaşma taraftarlarının 1880 yılında Mısır da çıkarmaya başladığı ve 1930 yılına kadar yayınını sürdürmüş olan İçtihad adlı dergi oldukça geniş bir çevrenin sesini yansıtıyordu. Abdullah Cevdet, Celal Nuri, Süleyman Nazif, İsmail Hami, Kılıçzade Hakkı, Ahmet Muhtar, Ali Kemal Bey bu çevrenin unsurlarıydı.

İçtihad dergisi çevresi "Pek Uyanık Bir Uyku" başlıklı bir yazıda, Batıcıların tüm isteklerini ortaya koyuyordu. Korporatist Kemalizme de esin kaynağı olan bu yazının birçok maddesini buraya almakta yarar var:

 1.  Fes kamilen defedilip yerine yeni bir serpuş kabul olunacaktır.

 2.  Kadınlar diledikleri tarzda giyinecekler, yalnız israf etmeyeceklerdir. Kadınlar, vatanın en büyük velinimeti sayılarak, kendilerine erkekler tarafından o yolda hürmet ve riayet edilecektir.

 3.  Mevcut kumaş fabrikaları genişletilecek ve yenileri açılacaktır. Padişah ve hanedan saltanattan itibaren bütün vekiller, senato ve milletvekilleri, amirler, subaylar ve bütün memurlar, askerler ve fabrika işçileri bu fabrikaların mamulatından giymeye mecbur tutulacaktır. Halk da gerek gazeteler ve gerek okullar aracılığı ile uyarılarak yerli mallarımızın sürümü çoğaltılacaktır.

 4.  Kadınlar ve genç kızlar, Müslüman, Boşnak ve Çerkezlerde olduğu gibi erkekten kaçmayacaktır. Her erkek gözü ile gördüğü kızla evlenecektir. Görücülük geleneğine son verilecektir.

 5.  Kızlar için diğer okullardan başka bir de tıbbiye açılacaktır.

 6.  Birer tembellik yuvası olan bütün tekkeler ve zaviyeler ilga olunarak gelir ve ödenekleri kesilip milli eğitim bütçesine ilave edilecektir.

 7.  Bütün medreseler ilga edilecektir.

 8.  Sarık sarmak ve cübbe giymek yalnız din büyüklerine tahsis edilecektir.

 9.  Evliyalara adak yasak edilecektir.
10.  Okuyucular, üfürükçüler, sıtma bağcıları ve benzerleri tümden uzaklaştırılarak sıtmaya yakalananlar mutlaka sulfata içmeye mecbur tutulacaklardır.

11.  Her mahallede okula gitmemiş veya gidememiş yaşlılar için uygulamalı (yani ağızdan öğretim) okullar açılacaktır.

12.  Arazi ve Evkaf Kanunlarından başlanarak tüm yasalar ıslah edilecektir.

13.  Mecelle ilga veya o derece değiştirilecektir.

14. Mevcut Osmanlı alfabesi atılarak yerine Latin harfleri kabul edilecektir.

15.  Avrupa Medeni Kanunu kabul edilerek, bugünkü evlenme ve boşanma şartları tamamıyla değiştirilecektir. Birden fazla kadınla evlenmek ve bir sözle karı boşamak usulleri kaldırılacaktır.
          **  **  **
Tarihsel Saptamalar (2)

226. Osmanlı devletinin son dönemine kadar şu tuhaflık dikkat çekicidir. Osmanlı komprador kapitalizminin temsilcileri yabancılardır. Ancak kapitalist-burjuva kültürü demek olan Batı kültürü ve düşüncesinin temsilcileri yabancılardan ziyade Osmanlı bürokratlarının bir kesimidir. Tanzimatçılardan tutalım da son günlerin İttihat ve Terakki Partililerine kadar hepsi komprador kapitalist ideolojinin yayıcılarıdır. Batı kapitalist kültürünün Osmanlı toplumunda kolay kolay benimsenmemesinin temelinde ise Osmanlı'da kapitalizmin Batı'ya göre devede kulak misali bir gelişmeye sahip olması yatmaktadır. Batı kapitalist kültürü kapitalist üretim biçimi eşliğinde ortaya çıkıp gelişirken, Osmanlı'daki Batı Kültürü ithal komprador kapitalizm gibi aynı yolu izlemiştir. İthal yoldur bu.

Batı düşüncesi savunucuları ile Osmanlı feodal düşüncesi savunucuları arasındaki çelişki ve çatışmalar iki farklı hayvani rejim arasındaki çelişki ve çatışmalar olagelmiştir. Tarih yüzyıllar boyu yaşlı hayvan feodalizm ile genç hayvan kapitalizmin çatışmasına sahne olmuştur. Bu durum Osmanlı toplumunda olduğu gibi Korporatist Kemalist Cumhuriyet toplumunda da süregelmiştir. Ancak Cumhuriyet dönemiyle birlikte üstünlük önce bürokrat kapitalistlerin ardından komprador kapitalistlerin eline geçmiştir.

Cumhuriyet dönemi boyunca aydın kültürü bürokratik kapitalist bir karakter taşımıştır. Bunun böyle olması gayet olağandır. Aydın her dönemde devletten beslenir. Ve aynı zamanda ideolojik-siyasi olarak ve de yönetim kademelerindeki pratik çabasıyla da devleti besler. Bu besleme devletin varlığının idame ettirilmesi anlamındadır.
Aydınlar, çağdaştırlar ve bu sözcüğü çok severler. Onların çağdaşlığı çağın egemen ideolojisinin versiyonlarından birine dahil olmaktan başka bir şey değildir. İşte tam da bu bakımdan TC aydını ithal kafalıdır. Kapitalizmin beşiği bu topraklar olmadığından, dışarıdan ithal edildiğinden ideoloji de mecburen ithal olmaktadır. Uluslararası kapitalizme uygun düşmektedir.

Ayrıca ve özellikle TC aydını kirlidir. TC aydınını kirli yapan para ve mevkiidir. Ve bu iktisadi ve toplumsal temelden doğar. İKTİDARDAKİ EGEMEN KORPORATİST SINIFLAR sınıfsal egemenliklerini gizlemek için korporatizmin demagoji ilkesini devreye sokarlar. Ve yine korporatist bir ilke olan dayanışmacılık ilkesi gereği milliyetçiliğe vurgu yaparlar. Bu iki tutumlarında onlar aydınları kullanırlar. Ve zaten aydınların geneli bu girişimin gönüllü araçlarıdır. Korporatist rejim bu durumda entellektüellerin ve proleteryanın düşünür ve yol göstericilerini karşısına alır.

Aslında Osmanlı aydınının (ki ulema ve Batı yanlıları olarak iki farklı kanattır) ikinci kanadı olan Batı yanlıları emperyalizmin birer işbirlikçisinden başka bir şey değillerdi. Burjuva ideolojisi bunlar vasıtasıyla Osmanlı topraklarına girmiştir. Feodal üstyapının uzun zaman diliminde giderek burjuvalaşması bunlar vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir.

Türk büyük burjuvazisi de diyebileceğimiz bürokrat ve komprador burjuvazinin yıllar içinde giderek iktisadi anlamda gelişme sağlaması beraberinde kapitalizme özgü olan her türlü özelliğini göstermesine yol açmıştır.

TC aydınlarının hepsi TC'nin ideolojik-siyasi tezgahından geçmiştir.

Ve onlar bu geçişten itibaren ve sonrasında TC'nin ideolojik kurum ve kuruluşlarının birer parçası haline gelmişlerdir. İstisnalar da çıkmamış değildir. Ancak bunlar rejim dışına itilmişlerdir. TC'de rejim dışı olmak, cezaevlerinde ömür tüketmektir. Herhangi bir hain pusuda kurşunlanmaktır. İşkencehanede can vermektir. Ya da en hafifi rejim sınırları dahilinde ekonomik anlamda yaşayamaz hale getirilmektir. Kısacası işsiz bıraktırılmaktır.

TC aydınları Kemalisttir. Çünkü rejimin ideolojik- siyasi resmi söylemi budur. Proletaryanın düşünürleri ve yol göstericileri ise anti-Kemalisttir. Çünkü onlar kendilerini rejime ne kafa olarak ne de midelerinden bağlı hissetmeden yaşarlar
          **  **  **


Tarihsel Saptamalar (3)

124. Korporatist egemenler arasındaki çelişme 1960 darbesi döneminde Kürt Bölgeleri'nde de görülmüştür. Darbe sonrası tutuklu sayısı 485'e ulaşmıştır. Bunlar toprak ağası, aşiret reisi, şıh ve şeyhlerin büyük kısmını oluşturduğu egemen kesimdir. Bu tutuklanma deden meydana gelmiştir? Çünkü o dönemde Güney Kürdistan'da Molla Mustafa Barzani Irak Hükümeti'ne karşı bir ayaklanma düzenlemişti. Yankıları Hakkari, Van, Siirt, Mardin, Diyarbakır yörelerine kadar ulaşmıştı. Bu yörelerde Barzani kuvvetleri için yardım toplama faaliyetleri başlamıştı. Ayaklanmanın bu illere de sıçrayabileceği ve yaygınlık kazanabilceği düşüncesi darbecileri tutuklama girişiminde bulunmaya yöneltti.

125. Korporatist Kemalizmin karşısına aldığı veya karşısına çıkan üç temel güç bugüne dek daima varolagelmiştir. Bunlar sırasıyla İslamcılar, Solcular ve Kürtlerdir. Her üç gücü zaman ve zemine göre karşısına almış, hem denetim uygulamış hem de ittifak kurmuştur. Bu korporatist Kemalizmin çelişkili gibi görünen ama gerçek olan siyasi hattının kaderidir bir bakıma. Kemal'in,İnönü'nün, Fevzi Çakmak'ın, Fethi Orbay'ın, Kazım Karabekir'in, Celal Bayar'ın, Adnan Menderes'in, Demirel'in, Ecevit'in, Türkeş'in 1960 Darbecilerinin ve 12 Mart 1971 Darbecilerinin, 12 Eylül 1980 darbecileri Kenan Evren ve işbirlikçilerinin, Özal'ın ve daha nicelerinin siyasi kaderi, bu Kemalist kaderin derin ve vazgeçilmez izleri ile örülmüştür.

126. 1960 Darbesi genellikle "sol" içerikli bir darbe olarak bilinir. Nedenine gelince en Amerikancı Menderes Hükümeti'ni devirmesidir. Bu görüntünün verdiği aldatıcı bir yanılsamadır. İkinci Emperyalist Dünya Savaşı'ndan sonra ülkeye giren ABD'nin köklü bir denetim ve yönlendirme mekanizması kurmadığı düşünülebilir mi? Girişinden on beş yıl sonra ABD'ye rağmen bir darbenin gerçekleşmiş olması düşünülebilir mi? Ve en önemli soru darbeciler ABD emperyalizminden bağımsız veya ona karşı olan bağımsızlıkçı unsurlar mıdır? Eğer böyleyse bunun kanıtları nerededir?

127. ABD emperyalizminin darbe tezgahında iki temel çıkarı bulunmaktaydı. Birinci temel çıkarı ülkedeki siyasi yaşamın istikrar kazanmasıydı. Siyasi yaşam istikrarsız bir sürece girmişti. Korporatist egemenlerin iki kanadı olan bürokratik kanat ile özel sermayeci kanadın kapışması hızlanmış, halk kitleleri ve gençlik de bu kapışmanın içine girmekteydi. Bu ise istikrarsızlığı gitgide artırıyordu. Özel sermayeci kanadın politikacıları korporatist yapıdaki hiyerarşik yapıda tek söz sahibi olup, iktidar gücünü ele geçirerek bürokratik güçleri dışlamak, ezmek, denetimine almak ve safına katmak amacını taşıyordu. Oysa bu durum ABD açısından olumsuz sonuçlara yol açabilirdi. ABD'nin çıkarı farklı egemen çıkarlarının parlamentoda da edeplice temsiliydi. Özel sermayeci kanat parlamentoyu kendi denetimine alarak onu bir dikta aracına dönüştürmeyi amaç edinmişti. Hem de bu dikta bürokratik kanadı hedef alacak olan bir dikta olacaktı.

128. Emperyalizmin ve özellikle yanke emperyalizminin İkinci Emperyalist Savaş'tan sonraki yeni-sömürgecilik döneminde esas tercihi temsili parlamenter sistemler ile egemenliğini sürdürmekti. Bu iki bakımdan onun avantajıydı. Bürokratik veya kraliyetçi diktaların üzerinde egemenlik kurmak daha bir zordu. Çünkü bu yöneticiler zaman zaman kendisine kafa tutabiliyordu ve ABD bunlara karşı o anda ülke içinde bir alternatif güç veya kanat bulamayabiliyordu. Oysa parlamente sistemde bu böyle olmayacaktı ve olmuyordu. Güçler bölünüyor ve bölünen güçleri yönetmek zor olmuyordu.  İkincisi; halk güçlerinin bölünmesi amacı parlamenter sistem yoluyla daha kolaylıkla gerçekleşebiliyordu. Bölünen halk devlete karşı mücadele yerine kendi içinde bir mücadeleye tabi oluyordu. Halkın partilere bölünmesi ezen ezilen çelişkisini gizlemeye yarıyordu. Yalnızca bu iki neden dahi parlamenter sistemin dayanıklılığını övenlerin emperyalizmin ve egemenlerin dayanıklılığını övdüklerini gösterir.

129. Korporatist rejimin üçlü ayağı olan, bürokrat, hür teşebbüsçü, feodal sınıflardan sonuncusunu Kürt egemenler oluşturmuştur. Asimile olmuş-edilmiş veya çıkarını Türkleşmekte, Türklükte bulan feodaller-toprak ağası, aşiret reisi, şeyh, şıh-bulundukları bölgede veya bölgelerde feodal çıkarlarını, feodal ünvanlarını koruma ve sürdürme gayreti içinde olmuşlardır. Bu nedenle ulusallığın karşısına çıkmışlar, TC'nin o bölgelerdeki eli ayağı haline gelmişler, ajanlaşmışlardır. Bunlar korporatist rejimin ittifakı olmaktan ziyade, işbirlikçisi durumundadırlar. İşbirlikçi konumlarını terkettikleri taktirde TC korporatistlerinin karşısına ulusal bir güç olarak çıkmakla karşı karşıyadırlar.

130. Ancak bu mümkün müdür? Bir açıdan mümkün, diğer açıdan mümkün değildir. Birinci ve mümkün olan durumda bunlar, o bölgelerdeki diğer sınıfların da önderliğini üstlenerek bağımsız-devlet bağımsızlığı
              **  **  **
Tarihsel Saptamalar (4)

Her toplum biçiminin insanları hangi sınıfın mensubu olurlarsa olsunlar daima altı tür doyumun arayışı içindedirler. 1) Barınmadan doğan doyum  2) Beslenmeden doğan doyum 3) Duygusal doyum  4) Cinsel doyum  5) Güvenlikten doğan doyum  6) Geleceğinin garanti altında olmasından doğan doyum.

Türkiye'de devletin feodal korporatizmden kapitalist korporatizme yönelmesiyle bu altı tür doyumda da beklentiler farklılaştı. Özellikle kadın sorunu söz konusu olduğunda onu da içeren cinsel doyum şekli önemli değişikliğe uğradı. Feodal korporatist toplumda erkek erken yaşta evlenerek cinsel doyumu şu veya bu şekilde yaşayabiliyordu. Oysa kapitalist korporatizmim toplum ilişkileri erken evlenmelere yol açmayan ilişki biçimiydi. Kapitalist korporatizm onbinlerce bekar genç için buna çözüm olarak tarihin en eski mesleğini meşrulaştırarak sunuyordu. Genelevler toplumun hizmetindeydi.   Hem kadının hem erkeğin cinselliğinin metalaşması devlet tarafından organize ediliyordu. Korporatizm burada korporatist karakterini nedense unutuyordu. O kapitalist korporatizmin en önemli dayanağı milliyetçilik unutulan bir olgu haline geliyordu. Türk milletinin kadını ve kızı oralarda yine Türk milletinin ve başka milletlerin "erkekleri" tarafından para karşılığında "düzülüyordu". "Yüce Türk Milleti"nin kadını ve kızı "namusunu" para ile değiş tokuş ediyordu. "Yüce Türk Milleti"nin fertleri devletlerinin himayesinde "vesikalı" oluyordu.  "Türk erkeğinin" gözünde ise "orospu". Fahişeliğin tarihinin Korporatist Türk bölümü TC ile başlıyor ve devlet garantisi altında sürüyordu.
            **  **  **

Tarihsel Saptamalar (5)

131. Şefik Hüsnü TKP'sinden itibaren Türk Solunun en vahim hatası, TÜRKLERİN TÜRKLERİ,  KÜRTLERİN KÜRTLERİ kurtarabileceğini görmemek olmuştur. Türkler Türkleri, Kürtler Kürtleri kurtarmalı derken iki temel olguyu da belirtiyoruz. Birincisi, ezilen Türklerin, ezen Türklerden ve emperyalizmden ve de mevcut tüm ayakbağı sınıflardan kurtuluştur. İkinci temel olgu, gerek ezen gerekse ezilen milletler iki kanattan oluşmaktadır. Birinci kanat olan ezilen kanadın, diğer ezilen kanatlarla olan, çıkara dayanmayan, hegemonya amacı gütmeyen enternasyonal dayanışma anlayışına sahip olunmasıdır. Ezilen Türkün, Ezilen Kürdün, Ezilen Ermeninin, Ezilen Fransızın, Ezilen Çinlinin enternasyonal dayanışmasıdır söz konusu olan.

132. Devrimci Türklerin esas sorunu, kapitalizm ve emperyalizm iledir. Ve söz  konusu kapitalizm, öncelikli olarak komprador kapitalizmdir, sonra bürokrat kapitalizm ve ardından milli kapitalizm gelmektedir. Daha kısacası devrimle birlikte bütün sınıflardan kurtulmaktır.

133. Devrimci Kürtlerin esas sorunu bağımsızlık, ardından işbirlikçi feodal Kürtlerin tasfiyesi, cılız olan bürokrat-burjuva kapitalizminin tasfiyesidir. Ardından diğer sınıfların ortadan kaldırılmasıdır. Devrim ile birlikte gerek Devrimci Türklerin gerekse Devrimci Kürtlerin devleti "BÜTÜN HALKIN DEVLETİ" olmadığı takdirde o devlet kapitalizme geri dönüşe daha o andan itibaren aday demektir.

134. İsmail Beşikçi doğru bir biçimde şeyhler ile TC arasındaki ilişkiyi şöyle ortaya koyar: "Demek ki şeyhler İslam enternasyonalizmi ileri sürerken, aslında, resmi ideolojinin propagandasını yapıyorlar, ulusal uyanışı, ulusal canlanışı, Kürt halkının bilincinin açılmasını engellemeye çalışıyorla Şeyhlerin çok büyük bir kısmı böyle. Bunun için de devlet tarafından, maddi, manevi her yönden destekleniyorlar. Devlet bunların ekonomik olarak güçlenmesini istiyor, teşvik ediyor. Çünkü ekonomik bakımdan güçlendikleri oranda, şeyhler yığınlar üzerindeki denetimlerini daha fazla arttırıyorlar. Banka kredileri daha çok bu insanlara ve bunların adamlarına veriliyor. Traktör kredileri, tohumluk kredileri, çeşitli ticari ve tarımsal krediler bunlara veriliyor. Benzin istasyonu açılacaksa iş bunlara veriliyor. Bunların topraklarını genişletmelerine göz yumuluyor. vs."  İsmail Beşikçi, Devletlerarası Sömürge Kürdistan, Yurt Yayınları.

135. Korporatist rejimin siyasal yönetiminin tepe noktasındaki asker-sivil bürokrat klik daima ve daima hem egemenler arasındaki hem de egemenlerin bir kesimi ile halk güçleri arasındaki çelişkilerden faydalanmıştır.

Örneğin Kürt bölgelerinde Kürt ulusal uyanışına karşı İslamcı güçleri kullanmıştır. Türkiye'de ise İslamcı güçlere karşı kullanılmaya elverişli bulduğu sol çevreleri kullanmıştır. Bunu laiklik elden gidiyor demagojisiyle yapmıştır. Bir başka dönemde ise solun güçlenmesini önlemek için karşısına ırkçı Türkçüleri ve İslamcı güçleri çıkarmıştır. Zaman zaman da askeri bürokrasi dışındaki tüm güçleri karşısına almıştır.

Ayrıca ve özellikle Ermeni ve Yunan düşmanlığına önem vermişlerdir. Amaç ırkçı-milliyetçiliğin bilinçlere tekrar tekrar sokulmasıdır.

136. Bütün dini ideolojiler korporatisttir. Korporatizmin dört temel özelliği olan (1) Hiyerarşik örgütlenme,(2) Dayanışmacılık,  (3) Demagojik karakter, (4) Kapsayıcı-yayılmacı yön, dini ideolojilerde de mevcuttur. Korporatizmin bu dört temel özelliği kollektif mülkiyet ve "herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar"  temel ilkesi ile esaslı çelişme (uzlaşmaz çelişme) halindedir. Bu nedenle din kendi iç çatışmalarında esas saldırı hedefi olarak "sol"un özelliklerini onlara vehmederek onlarda göstererek yapar. Alevi-sünni ayrımı ve laik anti-laik ayrımı bu temelde ele alındığında daha anlamlı olacaktır.

Türkiye'de dini ideoloji temeline dayanan feodal korporatizm "sol"a karşı saldırılarında desteğini kapitalist korporatizmden almıştır. Aynı şekilde kapitalist korporatizm, köleci ve feodal korporatizmi yani dini ideolojiyi "sol"a karşı dalgakıran olarak kullanmıştır.
            **  **  **
Tarihsel Saptamalar (6)

107. Korporatist Kemalist rejim laiklik temeline oturtulmuştur. Bu temele oturtulmasının ilericilik veya gericilikle ilgili bir tercih olduğu söylenemez. Bu olması gereken bir durumdur. Tarihsel bir olgudur. Teokratik bir temele oturtulması zaten mümkün değildi. Osmanlı Devleti miadını doldurarak son nefesini teokratik temelde veriyordu. M.Kemal ve çevresi bürokrat burjuva unsurlardı. Anti-sömürgeci Kurtuluş Savaşı'nın baş destekçisi de ticaret burjuvazisiydi. Böyle bir durumda yeni devletin tekrar teokratik temele oturtulması söz konusu olamazdı. Korporatist Kemalistler bir sosyalist devletin veya bütün halkın devletinin savunucuları olmadıklarından, yeni devletin de ateist temele oturması beklenemezdi. Bu nedenle zorunlu bir sonuç olan, devletin laiklik temeline oturtulmasıydı. Devletin laik temele oturtulması serbest rekabetçi kapitalizm veya tekelci kapitalizm dönemiyle ilgili olan birine ya da diğerine bağlı olan bir durumdur. Tamamen burjuva iktidar kurumunun üst yapı kurumu ile ilgilidir. Köleci ve feodal iktidar biçimlerinin üst yapı kurumları teokratik karakterdeydi. O dönemler tanrı-kral dönemiydi. Oysa burjuva iktidar ve kurumları laik karakterdedir. Burjuva dönem, tanrı-burjuva dönemidir. Köleci ve feodal dönemlerde toplumun tanrısı kral ve soyudur, senyörlerdir, toprak ağalarıdır, şeyhler, şıhlardır. Burjuva dönem buna laiklikle son verir. Burjuva dönemde toplumun tanrısı, burjuva sınıflardır. En ulu tanrı da en büyük burjuva sınıftır. En büyük burjuva sınıf emperyalist ülkelerde tekelci burjuvazidir. Bay laikler ya da bir başka deyimle bay baş tanrılar onlardır. Yeni ve yarı sömürge laik rejimlerinde ise en büyük burjuva sınıf komprador kapitalistler ve büyük bürokrat burjuvazidir. Bay laikler ya da diğer bir deyimle bay baş tanrılar onlardır. Laik korporatist rejimin hiyerarşisinin tepe noktasında bay laikler veya bay baş tanrı komprador veya büyük bürokrat burjuvalar bulunur.

Korporatist kapitalistler için uygun düşen biçim laikliktir. Onlar toplumu ne feodaller ne de kral-padişahlar gibi dini esaslara dayalı olarak teokratik biçimde yönetemezler. Burjuvazi için dogma yığınları değil akıl önemlidir, bilim önemlidir. Kapitalizm dogmalara sarılarak, dogmaların yol göstericiliğinde asla gelişemez. Kapitalizmin yol göstericisi akıl ve bilimdir. Kapitalist artı-değer sömürüsü için, pazarda rekabet için, fabrika kurup meta ihraç etmek için, teknolojik gelişme sağlamak için akla ve bilime ihtiyaç duyar. Bir pozitivist felsefenin köleci veya feodal topluma özgü olmayıp, kapitalist topluma özgü olması bu nedenledir. İşletmecilik biliminin, Fayol'un, Taylor'un kapitalizm döneminde ortaya çıkması buna bağlanabilir. Kapitalizmin ayrıntılı ticari yasalara, ayrıntılı medeni hukuka sahip olması laik karakteri nedeniyledir. Teokratik rejimde böyle ayrıntılı yasalara gerek yoktur. En kaba ve en basit bir gerçektir ki,  teokratik rejimde-İslamiyet'te- bir erkeğin bir kadını boşaması için b o ş o l demesi yeterlidir. Kapitalizm meseleyi bu kadar hafife almaz. Devreye aklı sokar. Kapitalistlerin ağzından düşürmediği bir sözcük vardır: Sağduyu derler. İşte bu "sağduyu" , "akıl"dan başka bir şey değildir. Kapitalist için akıl ya da sağduyu kapitalist rejimin ve dolayısıyla onun bireyinin çıkarının gözetilmesidir. Çıkar'ın adı akıl olmuştur. Akla ve mantığa ters düşen şey ne ise kapitalizmin "çıkar"ına ters düşen de odur. Birey elbette soyut değil somut burjuva bireydir.

Kapitalistler teokratik rejimi yıkıp laik rejimi onun yerine ikame ederken iki ölçüt kullanırlar. Laiklik denilen işte bu iki ölçüt iki ilkedir. Birincisi, dinin devlet ve toplumun işlerinden elini ayağını çekmesi ve dinin tanrı ile insan arasındaki bir mesele haline gelmesi. Dinin vicdanlara hapsedilmesidir. Laik rejimde din, vicdan meselesi haline getirilmiştir. İkincisi ise devletin dinden elini çekmesidir. Devlet dini denetimine ve yönetimine almıştır. Ama bu alış dine hizmet etme amacıyla değil, dini başıboş bırakmama, ona kendi istediği özgürlüğü değil, devletin tanıdığı özgürlük alanını bırakarak dinden elini çeker. Devlet örgütlenmesini din yoluyla yapmaz. Devletin dini yoktur. Devletin dininin olmaması demek ruhban sınıfının, halifenin, hocanın, müderrisin, imamın, müftünün devlet adına hüküm verememesi demektir. Devletin simgesi olmaktan çıkması demektir.

Bu iki temel ilkeden, bu iki temel ölçütten dolayıdır ki, laik - anti laik çatışması basit bir tanrıya inanıp inanmama çatışması değildir. Toplumu kralların, padişahların, feodallerin, papaların, köle sahiplerinin, halfelerin mi yoksa kapitalist ideolojinin sahibi burjuvaların mı yöneteceği sorunudur. Ve toplumun üretim biçiminin ne olacağı sorunudur. Ve üretim ilişkilerinin nasıl düzenleneceği sorunudur. Ve toplumun üretim biçiminin ne olacağı sorunudur. Kısacası köleler bellidir, ancak sorun efendinin kim olacağı sorunudur. Ya da kurban belli kasap kim sorunudur?!

Korporatist kapitalizmin laik rejimi burjuva cumhuriyetidir. Parlamenter rejimi esas alır. Feodalizmin teokratik rejimi saray ve halife ve papa cumhuriyetidir. Bugün İran buna İslam Cumhuriyeti demektedir. Yani Molla Cumhuriyeti. Onlar parlamenter cumhuriyetin -ki bu burjuvazinin icadıdır- çıkardığı yasaların yerine, sarayı, halifenin, papanın ve güya bunların kaynağı olan Tanrı'nın yasalarını koyarlar. Yürütme yani hükümet tanrıdan aldıkları bir bahştır onlara. Yasalar itiraz kabul etmez, eleştiriye kapalıdır ve yasaların uygulayıcıları da bu uygulama yürütme gücünü Tanrı'dan aldığından ve Tanrı'nın yasalarının uygulayıcısı -emir kulu- olduğundan onlar da eleştiri ve itirazdan muaftır. Oysa laik parlamenter cumhuriyet eleştiriye, itiraza açıktır. Bu açık oluş kapitalizmin eşit olmayan gelişme yasası nedeniyledir. Eşit olmayan gelişme eşit olmayan güçte sınıflar yaratır. Ve eşit olmayan güçteki bu sınıfların temsilcileri eşit olmayan bir şekilde korporatist kapitalist rejimin hiyerarşik yapısında konumlanırlar bu konumlanış güçler ayrılığı temelindedir, zaman ve koşullara göre yer değiştirme özelliğine sahiptir. Bu nedenle parlamenter rejim farklı burjuva çıkarlarının söz konusu olduğu bir arenadır. Farklı çıkarlar dolayısıyla farklı görüşleri ki bunların hepsi burjuva görüş olmasına rağmen- ortaya çıkarır ve gündeme getirir. Gündeme gelen eleştiriye açık oluş korporatist kapitalizmin temellerine yönelen türden, onu imha etmeyi, ortadan kaldırmayı esas almayan türden olmadığından hiçbir sakınca taşımamaktadır.

            **  **  **

Tarihsel Saptamalar (7)

219. Stalin, Kemalist Milli Devletin ve diğer  "milli devletler"in geleceğini çok açık ve net olarak 10 Şubat 1921 tarihli Milli Meselede Partinin Önündeki Görevler Üzerine adlı yazısında şöyle ortaya koyar:

"Gelgelelim yeni bağımsız milli devletlerin oluşması milliyetlerin barış içinde birarada yaşamalarını getirmedi, getiremezdi de. Bu gelişme ne milli eşitsizliği ne de milli baskıyı yok ediyordu; edemezdi de. Çünkü özel mülkiyete ve sınıf farklılıklarına dayanan yeni milli devletler,  a) Kendi milli azınlıklarını ezmeksizin (Polonya Byelo Rusları, Yahudileri, Litvanyalıları, Ukraynalıları eziyor; Gürcistan Osetleri, Abhazaları, Ermenileri eziyor; Yugoslavya Hırvatları, Boşnakları eziyor vb.)  b) Komşuları zararına çatışmalara ve savaşlara yol açan fetihlere girişmeksizin (Polonya Litvanya'nın, Ukrayna Rusya'nın zararına, Yugoslavya Bulgaristan zararına, Gürcistan Ermenistan ve Türkiye zararına vb.), c) Emperyalist 'büyük ' devletlere mali, ekonomik ve askeri bakımdan bağımlı duruma düşmeksizin yaşayamazlar. "Lenin, Stalin, Mao Türkiye Yazıları, Kaynak  Yayınları, Şubat 1991

220. Ve yine Stalin 13 Mayıs 1927 tarihinde Sun Yat-sen Üniversitesi öğrencileriyle yaptığı konuşmada Çin Devrimi ile Kemalist Hareketi şöyle karşılaştırmaktadır.

"Kemalist bir devrim Çin'de mümkün müdür?

"Ben bunu ihtimal dışı ve bu sebeple imkansız görüyorum.

"Kemalist bir devrim,  sadece Türkiye, İran ve Afganistan gibi sanayi proletaryası hiç olmayan veya hiç denecek kadar az olan, köylüleri güçlü bir toprak devriminin gelişmediği ülkelerde mümkündür. Kemalist devrim, bir üst tabaka devrimidir, milli ticaret burjuvazisinin devrimidir. Bu devrime, yabancı emperyalistlere karşı mücadele içinde varıldı, ve devrimin daha sonraki gelişmesi esas olarak köylü ve işçilere karşı, evet toprak devrimi imkanlarına karşı yöneliyor.

"Kemalist bir devrim Çin'de imkansızdır.

" a) Çünkü orada, Çin'de köylüler arasında güçlü bir otoritesi olan, belli bir asgari sayıda, mücadeleci ve aktif sanayi proletaryası vardır.

" b) Çünkü orada, yolu üzerindeki feodal kalıntıları silip süpüren, gelişmiş bir toprak devrimi ilerlemektedir.

"Birçok eyaletlerde şimdiden topraklara el koyan ve mücadelesine devrimci Çin proletaryasının önderlik ettiği milyonlarca köylü, işte bu Kemalist Devrim adı verilen devrim imkanına karşı panzehirdir.

"Kemalistlerin partisi ve Vuhan'daki sol Goumindang'ın partisi aynı kefeye konamaz. Tıpkı Türkiye ve Çin'in aynı kefeye konamayacağı gibi. Türkiye'de Şanghay, Vuhan, Nanking, Tienzin vb. gibi merkezler yoktur. Nasıl Ankara Vuhan ile boy ölçüşemezse, Kemalistlerin partisi de hiçbir zaman Guomindang ile boy ölçüşemez.

"Çin ve Türkiye'nin milletlerarası durum açısından farklarını da göz ardı etmemek gerekir. Türkiye ile ilgili olarak, emperyalizm başlıca isteklerinin bir çoğunu zaten elde etmişti. Türkiye'nin elinden Suriye, Filistin, Mezopotamya ve emperyalistler için önemli diğer bölgeler alınmıştı. Türkiye şimdi 10-12 milyon nüfuslu küçük bir devlet haline getirildi. Türkiye, emperyalizm için ne önemli bir pazar, ne de belirleyici bir yatırım alanıdır. Diğer sebeblerin yanında bu gelişme şu sebepten olabildi: Çünkü eski Türkiye, milliyetlerin bir bileşiminden oluşuyordu ve yoğun bir Türk nüfusu sadece Anadolu'da vardı.

"Çin'in durumu başkadır. Çin, bütün dünyada en önemli bir sürüm pazarı ve en önemli sermaye ihraç pazarı olan, birkaç yüz milyon nüfusuyla bir milletin yoğun olduğu bir ülkedir. Emperyalizm orada, yani Türkiye'de eski Türkiye içindeki Türkler ve Araplar arasındaki uzlaşmaz milli çelişmelerden yararlanarak, doğu'daki birçok büyük önemde bölgeyi kopartmakla yetinebildiği halde, emperyalizm burada yani Çin'de eğer eski durumunu korumak veya en azından bu durumun bir kısmını elde tutmak istiyorsa bıçağı milli Çin'in diri vücuduna saplamak onu parçalara ayırmak ve bütün eyaletlerini elinden almak zorundadır.

"Orada yani Türkiye'de emperyalizme karşı mücadele Kemalistlerin cılız kalan bir anti-emperyalist devrimiyle sona erebildi. Buna karşılık burada Çin'de emperyalizme karşı mücadele, gerçek bir halk karakteri, tam anlamıyla milli bir karakter almak, adım adım derinleşmek, emperyalizme karşı şiddetli savaşlara yönelmek ve hatta bütün dünyada emperyalizmin temelini sarsmak zorundadır.

"Muhalefet'in (Zinovyev, Radek, Troçki) en büyük hatası, Türkiye ve Çin arasındaki bütün bu farkları göremeyişinde, Kemalist devrimi toprak devrimi ile karıştırmasında ve hepsini ayırmadan aynı sepete atmasındadır.

"Çin milliyetçileri arasında Kemalizm taraftarlarının olduğunu biliyorum. Kemal'in rolüne talip olan şimdi orada az değildir. Bunların arasında en başta geleni Çan Kay-şek'tir. Bazı Japon gazetecilerinin Çan Kay-şek'i Çin'in Kemal'i olarak görme eğiliminde olduğunu biliyorum.

"Fakat bütün bunlar rüyadır, korkuya kapılan burjuvazinin hayalleridir.

Ayrıca Mao Tse-toung şunu da söylemektedir: "1927'deki Birinci Büyük Devrim başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra, Çin burjuvazisinin bazı mensupları Kemalizmi ateşli bir şekilde savunmamışlar mıydı? Ama Çin'in Kemal'i nerede? Zaten Kemalist Türkiye bile gittikçe daha çok bir yarı-sömürge haline, gerici emperyalist dünyanın bir parçası haline gelerek sonunda kendini İngiliz-Fransız emperyalizminin kollarına atmak zorunda kalmıştır." (Ocak 1940, Yeni Demokrasi, Seçme Eserler, Cilt 2, Aydınlık Yayınları, Kasım 1979, s.
                  **  **  **

Tarihsel Saptamalar (8)

19. Kurtuluş Savaşı öncesinin son on yılında Osmanlı Devleti İngiliz emperyalizminin denetiminden çıkmış, Alman emperyalizminin denetimine girmişti. Alman emperyalizminin yanı sıra Fransız emperyalizmi de Osmanlı Devletinde önemli iktisadi-siyasi nüfuza sahip bulunuyordu.

20. Almanya'nın pazara girişi 1880 sonrasına rastlar. Bu giriş İngiliz emperyalizmi aleyhine olmuştur. Duyunu Umumiye kurulduğunda %3 hissesi olan Almanya 1914 yılına gelindiğinde bu hisseyi %33'e çıkarmıştır. İngiliz emperyalizmi hisseleri ise %29'dan %5'e inmiştir. Ancak Fransız emperyalizmi Almanya karşısında durumunu korumuş ve hatta geliştirmiştir. %40 olan hisselerini 1914'e doğru %58'e çıkarmıştır.

21. Kurtuluş Savaşı'nın korporatist nitelikteki ilk örgütlü güçleri Kuvayi Milliye Cemiyetleridir. Bu örgütlerin kuruluşları M.Kemal ve arkadaşlarının Erzurum ve Sivas Kongreleri'nden önceye rastlar.

22. Anti-sömürgeci karakterli Kurtuluş Savaşı daha 1921 başlarında bu karakterinin yerine yarı-sömürgeye razı olan karakterini koymuştur.

23. Lozan Anlaşması emperyalizm ile uzlaşmadan ziyade emperyalizme teslimiyet ve emperyalizmin işbirlikçisi haline gelme karakteri taşır.

24. Lozan Anlaşması ile ülkenin bütün mali, ticari ve sanayi kuruluşları el değiştirmemiş aynen emperyalistlerin elinde kalmıştır.

25. Lozan Anlaşmasıyla, emperyalistlere 1929'a kadar gümrük serbestisi tanınmış, Boğazlar üzerinde egemenlik hakları emperyalistlere bırakılmış, vatan hainleri Lozan hükmüyle affedilmiştir.

26. Azınlık burjuvazisi Osmanlı ekonomisinin sömürgeleştirilmesinde ve dışa bağımlılığında önemli rol oynamıştır. Azınlık burjuvazisinin tasfiyesine İttihat ve Terakki döneminde nüfus mübadeleleriyle başlanmıştır. Mübadele edilmeyen kesim ise Türk ortaklar ile birleşmek durumunda kalmıştır. Gerek Türk ortaklar gerekse azınlık burjuvazisi komprador karakterdeydi.

27. Toptan ticaret, ithalat ve ihracat yerli ticari burjuvaziye terkedilmiştir. Bunlar devlet eliyle, devlet kanalıyla desteklenmiş, komprador karakterleri pekişmiş, bazıları ise yeni yeni komprador karakter kazanmıştır. Dış ekonomilerle rekabet edecek, iç ekonomide ulusal ekonomiyi kurmaya yönelecek girişimler değildir bunlar.

28. Kırsal kesimde ise feodal, yarı-feodal üretim ilişkilerinin tasfiyesine gidilmemiş. Bu üretim biçimi aynen varlığını korumuştur. Kırsal kesim tamamen büyük toprak sahiplerinin, şeyh ve şıhların geleneksel üretim ve yaşam biçimine terkedilmiştir.

29. Devlet yönetimi tarihsel olarak tecrübe birikimine sahip olan, yönetim yeteneği kazanmış olan asker-sivil bürokrasi tarafından üstlenilmiştir.

30. Yeni devletin egemenleri daha 1923 Kongresi'nde -İzmir İktisat Kongresi- belirgin olarak ortaya çıkmıştır.

31. Kompradorlaşan ya da kompradorlaştırılan yerli ticari burjuvazi, büyük toprak ağaları, asker-sivil bürorasi devletin egemenleri durumuna gelmiştir.

32. Komprador-bürokrat-feodal üçlüsünün ittifakı temeline dayanan yeni devlet, eski ümmetçi-feodal-patrimonial devletin yerine geçmiştir. Yeni devlet, komprador-bürokrat-feodal üçlüsünün elinde milliyetçi korporatist özellikler kazanmıştır.

33. 1923 İzmir İktisat Kongresi bu milliyetçi korporatist özelliği çok belirgin olarak ortaya koymuştur. Kongre'de sınıfların varlığı inkar edilmiş, sınıf mücadelesi inkar edilmiş, işçi hakları örtbas edilmiş, feodal üretimin tasfiyesinden söz edilmemiş, köylünün topraklandırılması gündeme getirilmemiş, bunların yerine "İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz"  tezi hakim kılınmıştır. Sınıf farklılıklarının örtbas edilmesi amacıyla  "sınıf dayanışması"  tezi işlenmiştir. Bu perspektifle yola çıkıldığından ezilen sınıfların sendikalarda, partilerde örgütlenmelerinin yerine bütün ulusu kapsayan Halk Fırkası (Partisi) kurulmuştur. Halk Fırkası ulusun ezilenlerinin değil ezenlerinin bir çeşit ittifak partisi olmuştur.

34. Bu korporatist yapı bir tür ittifak, bir egemenler koalisyonu olduğu gibi hangi kanadın iktidara ağırlığını koyacağının da aralarındaki çelişmeler ve mücadelelerine sahne olmaktan kurtulamamıştır. Her ne kadar çelişmelere ve mücadelere sahne olsa da korporatist devletin egemen kanadını Kemal-İnönü kliği oluşturmuştur. Muhalefet kanadında daha işbirlikçi, daha gelenekçi, kısmen Tanzimatçı, kısmen ırkçı-Turancı, kısmen ümmetçi olanlar yer almıştır. Kemal-İnönü kliği bürokrat-burjuva milliyetçi sınıf karakteri arzederken, Fethi Okyar, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Celal Bayar, Adnan Menderes çizgisi tam anlamıyla emperyalist işbirlikçisi, komprador kapitalizmin ve feodal yapının temsilcisi olmuşlardır. Kemal-İnönü kliği ile Bayar-Menderes kliği arasında cereyan eden mücadele yönetenler arası bir mücadele olagelmiştir. O nedenle ne Kemalistler devrimcidirler ne de Bayar-Menderes faşist-feodal kliği tarihsel ilerlemeyi temsil etmektedir.
           **  **  **

Tarihsel Saptamalar (9)

101. "Mustafa Kemal, Ziya Gökalp'e 'fikrimin babasıdır' yargısında bulunuyordu. "Prof.Dr.Orhan Türkdoğan, Kemalist Modelde Fert ve Devlet İlişkileri

102. Mustafa Kemal 1923'te şöyle der: "Kaç milyonerimiz var? Hiç. Binaenaleyh biraz parası olanlara da düşman olacak değiliz. Bilakis memleketimizde milyonerlerin, hatta milyarderlerin yetişmesine çalışacağız." Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, Kemalist Modelde Fert ve Devlet İlişkileri.

103. Mustafa Kemal, İktisat Kongresi'nde şöyle der:

"Efendiler, iktisadiyat sahasında düşünür ve konuşurken zannolunmasın ki yabancı sermayeye düşmanız; hayır, bizim ülkemiz geniştir. Çok emek ve sermayeye ihtiyacımız var. Kanunlarımıza riayet şartıyla yabancı sermayelerine lazım gelen teminatı vermeye her zaman hazırız. Yabancı sermaye bizim emeğimize inzimam etsin ve bizimle onlar için faydalı sonuçlar versin."

104. Mustafa Kemal 1931 yılında CHP programında ve Medeni bilgiler adlı kitapta-ki bu kitap Milli Eğitim Bakanlığı'nın 7.9.1931 tarihli kararıyla basılıp ortaokullarda ders kitabı olarak okutulmuştur- "Devletçilik" ilkesini şöyle açıklamaktadır.

"Bizim takip ettiğimiz devletçilik ferdi mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi mamuriyete eriştirmek için milletin umummi ve yüksek menfaatlerinin gerektirdiği işlerde, özellikle iktisadi sahada, devleti fiilen alakadar etmektir.

1930 yılında da aynı konuda şöyle diyordu:

"Cumhuriyetimiz henüz çok gençtir. Maziden kendine miras kalan bütün hayati işler, zamanın mecburiyetlerini tatmin edecek derecede değildir. Siyasi ve fikri hayatta olduğu gibi iktisadi işlerde de fertlerin teşebbüsleri neticesini beklemek, doğru olmaz. Mühim ve büyük işleri ancak milletin umum servetine ve devletin bütün teşkilat ve kuvvetine dayanarak, milli egemenliğin tatbik ve icrasını düzenleme ile görevli olan hükümetin mümkün olduğu kadar üzerine alıp başarması tercih olunmalıdır."

105. Korporatist Kemalizmin, devletin ve milletin birliğini ve bütünlüğünü sağlamanın ve devam ettirmenin dört temel ilkesinden biri olan demagojik karakter onun kapsayıcılık mantığını da ifade etmektedir. Milli birlik ve bütünlük esasını ilke edinen korporatist Kemalizm ister istemez kapsayıcı olmak zorundadır. Bu kapsayıcılığı ve bu kapsayıcılığın meşruiyetinin sağlanması için de başvurulan ilke demagojik karakterdi. Korporatist Kemalizmin demagojik karakterine en sık rastlanan konuların başında bağımsızlık olgusu gelmektedir. Bağımsızlık konusundaki demagojik karakterini onun "Kadro" cuları da kapsayıcılığına alırken görüyoruz. Bilindiği gibi  "Kadro"cular korporatist Kemalizme ciddi ciddi sol aşı yapmaya çalışmışlardı. Ve "Kadro"cuların bu aşılamada çıkış noktası Kemalizmin bağımsızlıkçı olduğu iddiasıydı. Tabii üç buçuk yıl süren Kadrocuların bu aşı yapma süreleri daha uzun süremezdi. Ve nihayet fos çıkmıştı. Kadrocuların Kemalizmi sol gösterme çabalarında en sık kullandıkları Korpo Kemal'in şu sözleriydi: (1923'te söylenmiştir.)

"Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün şark milletlerinin uyanışını da öyle görüyorum. İstiklal ve hürriyetlerine kavuşacak olan daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih olacaktır. Bu milletler, bütün güçlüklere, bütün engellere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır. Müstemlekecilik ve emperyalizm, yer yüzünden yok olacak ve yerlerine milletlerin aralarında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeden yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır."  Vedat Nedim Tör, Kemalizmin Dramı, İkinci Baskı 1983.

Zannedersiniz ki bu satırların yazarı bir Marksisttir. Demagoji yoğun ve incelikli. Bu sözlerin sahibi aynı zamanda faşist İtalya'dan 141. ve 142. faşist yasaları ithal eden değil adeta. Ve bu sözlerin sahibi, döneminde komünist önderleri Mustafa Suphi ve yoldaşları Karadeniz sularında boğdurulmadı sanki. Büyük şair Nazım Hikmet yıllar yılı cezaevinde yaşamadı adeta ve bu rejim döneminde öz olarak Kemalizmden kopamamış olan Şefik Hüsnü ve Hikmet Kıvılcımlılar baskı ve şiddete, cezaevine MAHKUM EDİLMEDİLER zannedersiniz, bu sözleri söyleyenler var ise ve rejimin başı ise

Demagojik karakter Kemalizmin baş dayanağıdır. Olguların öğrettiği budur.
          **  **  **

Tarihsel Saptamalar (10)

36. Korporatist devlette egemen güç daima asker-sivil bürokratlarda olmuştur. Komprador-feodal ittifak zaman zaman siyaset sahnesine bağımsız güç olarak çıkmayı denemiştir. Bundan amaç kitlenin de desteğini alarak bürokrat burjuva egemen konuma kendi komprador-feodal kliğini getirmek olmuştur. Terakki Perver Cumhuriyetçi Parti ve Serbest Fırka komprador-feodal kliğin partileri olarak siyaset sahnesine çıkmışlar, ancak KEMAL-iNÖNÜ KLİĞİ TARAFINDAN tehlikeli bulunup parti faaliyetleri sona erdirilmiştir.

37. Korporatist devlet siyasal ve ekonomik süreçlere yapısı gereği geniş halk kitlelerinin katılımını engellemiştir.

38. Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni, Yahudi, Rum vb. ulus ve azınlıklar devlet yönetiminde Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni vb. olarak değil Türk vatandaşı olarak yer almışlardır. Kendi dilleriyle okuma yazmaları (Hristiyan ve Museviler hariç) ulusal özelliklerini devam ettirmeleri, kendi kaderlerini tayin hakkı korporatist devlet tarafından engellenmiştir.

39. Koçgiri, Dersim, Ağrı, vb. Kürt ayaklanmaları kanla bastırılmıştır.

40. 1930'da bürokrat burjuvazi tarafından başlatılan sanayileşme girişimi 1950 başlarında komprador-feodal kliğin insiyatifine geçmiştir. ABD emperyalizminin has işbirlikçisi olan komprador-feodal Bayar-Menderes kliği ülke ekonomisinin yönetim ve denetimini, İnönü ile birlikte ABD emperyalizmine teslim etmiştir.

41. İkinci emperyalist savaş yıllarında dış ticaret ve toptan ticaret devlet kanalıyla gerçekleştirilmemiştir. Bu yıllar kompradorların ve ticaret burjuvazisinin iyice palazlanmaya başladığı yıllardır.

42. Halk kitleleri 1940'lı yıllarda bir yandan bürokrat burjuvazinin, diğer yandan spekülatör ve karaborsacıların tam anlamıyla ağına düşmüştür.

43. İkinci emperyalist dünya savaşı yılları bürokrat burjuvazinin itibarının kitlelerin gözünden düşmesiyle sarsıldığı ve komprador-feodal ittifakın güçlenerek yerini sağlamlaştırdığı yıllar olmuştur.

44. Kitlelerin bürokrat burjuvaziye karşı artan hoşnutsuzluğu komprador-feodal ittifak tarafından kullanılmıştır. Komprador-feodal ittifak bu zor yıllar sayesinde kitle desteğine sahip olabilmiş varolan desteğini de kemikleştirmiştir.

45. İkinci emperyalist dünya savaşı yılları korporatist rejim içinde varolan farklı sınıf çıkarlarını daha da arttırmış ve hakim durumda olan bürokrat burjuva kanada karşı komprador-feodal kanadın egemen hale geleceği bir alternatif haline getirmiştir.

46. İkinci emperyalist dünya savaşından en karlı emperyalist olarak çıkan ABD empaeryalizmi, bu güçlü kalma durumunu kullanarak komprador-feodal kanat ile ilişkiye geçmiş, böylelikle ülkeye girişin yolunu bulmuştur.

47. Bu giriş ile ülkede kapitalizmin ulusal tarzda gelişmesi tamamen söz konusu olmaktan çıkmış. Ulusal kapitalizm yerine dış destekle evrilen çarpık bir kapitalizm hızla boy atmıştır. Bu tür kapitalizm montaj sanayiidir. Patent hakkına dayalı bir kapitalizmdir. Baş aşağı bir kapitalizmdir.

48. 1921-1931 yılları arasında %37

         1931- 1941 yılları arasında %62

1941- 1951 yılları arasında %154 oranında sanayi kuruluşları artışı gerçekleşmiştir. Bu dönem korporatist devlete bürokratik kapitalizmin hakim olduğu dönemdir.

1951- 1961 döneminde ise %465 oranında bir artış söz konusudur. Bu durumda göstermektedir ki ABD emperyalizmine bağımlılık doludizgin ilerlemektedir.

49. ABD emperyalizmine bağımlılık 1960'a doğru bir yandan ülkeyi iktisadi-siyasi bunalıma sürüklemiş diğer yandan da sınıflar üstü devlet imajı silinerek toplum iki hasım kampa ayrılmıştı. Çelişmenin giderek derinleşmesi askeri-bürokratik kadronun da varlığını tehlikeye sokmuştu. Bu gidişe dur demek, toplumda varolan çelişmeli süreci kesintiye uğratıp bir bakıma da törpülemek amacıyla 27 Mayıs darbesi gerçekleştirilmiştir.

50. 27 Mayıs darbesi korporatist rejim için bir daha tekrarlanması olanaksız bir darbe olaması bakımından önemlidir. Korporatist rejimin devamlılığına darbe indiren birinci girişim komprador-feodal ittifakın seçimlerden burjuva bürokrat kliğe karşı zafer kazanarak çıkmasıydı. Ve yine korporatist rejim ittifakına darbe indiren ikinci gelişme ABD emperyalizmi ile kompradorların işbirliğinin yoğunlaşarak artmasıydı. Korporatist rejimi ölüme götüren son gelişme ise askeri-bürokrat burjuvazinin sivil bürokrasinin de desteğini alarak 27 Mayıs 1960 darbesini gerçekleştirmesiydi. Artık korporatist rejim ittifakının içine kan da girmişti.

51. Sözde de olsa, kısmen de olsa, liberal kapitalizme doğru atılmış bir adım gereği de olsa, İkinci emperyalist savaşı çıkaran Hitler-Mussolini faşistlerinden ülke içindeki etkilenmeleri kırmayı amaçlamış da olsa; 27 Mayıs darbesi sonucu bütün sınıflar için yasal örgütlenmeler gerçekleştirerek ekonomik-demokratik hak ve özgürlüklerini savunma yolu açılmıştı. Egemenler arası çelişmenin şiddetlenmesi ezilen sınıfların kısmen de olsa yararına bir durumdu.

52. 27 Mayıs darbesinden sonra egemen sınıf kesimleri de siyasal-iktisadi örgütlerini kurmakta gecikmedi. 15 Ekim 1961'de İstanbul İşverenler Birliği Sendikaları kuruldu. 1962 Ocak ayında, Ticaret ve Sanayi Odaları ve Borsaları Birliği de bu Birliğe katıldı. 20 Aralık 1962'de de ülke çapında Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu kuruldu.

53. Demokrat, devrimci işçileri bünyesinde toplayan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 13 Şubat 1967'de kuruldu.

59. Korporatistlerin yeni ve daha güçlü emperyalist olarak tercih ettikleri ABD ikinci emperyalist savaş sonrası emperyalizme yeni bir özellik kazandırarak sahneye çıkmıştı. Bu yeni özellik ABD emperyalizminin karakteristik yönünü ifade ediyordu. Bu yeni özellik "yeni-sömürgecilik"ten başka bir şey değildi. Yeni-sömürgeci Yanke emperyalizmi ilk işbirlikçisini ikinci korporatist şef (Milli Şef) İsmet İnönü'nün şahsında bulmuştu. İşbirlikçi korporatist İnönü bayrağı en kısa sürede faşist korporatist işbirlikçiler Bayar-Menderes'e teslim etti.

60. Faşist korporatist işbirlikçi Bayar-Menderes kliği 1950 iktidarı ile birlikte hızla ABD'nin Orta Doğu jandarmalığını üstlendi. Bu kliğin iktidarı döneminde baş aşağı kapitalizm olan komprador kapitalizm hızla gelişti. Ve ülkede feodalizmin ağır bastığı yarı-feodal yapıyı büyük bir hızla baş aşağı kapitalizm ağırlıklı bir yapı haline getirmeye koyuldu. Yarı-sömürge Türkiye yeni-sömürge Türkiye haline gelirken yarı-feodal Türkiye de yarı-feodallikten kapitalist Türkiye'ye doğru hızla yol alıyordu. Artık yarı-feodalliği kendilerine değil Kürt bölgelerine layık görüyorlardı.

62. Bazılarının iddia ettiği gibi Kemalistler küçük burjuva radikalleri değildir ve olamazlar. Her şeyden önce Kemalistlerin sınıf yapısı buna elvermez. Çünkü Kemalistler Osmanlı askeri sınıfına mensuptular. Ve korporatist devletin kuruluşu ile birlikte de yeni devletin askeri ve sivil bürokrasisinin tepe noktasını oluşturdular. İkincisi emperyalizm çağında küçük burjuvazinin bir devlet kurması akla ve mantığa aykırıdır. Küçük burjuvazi genel olarak burjuvazinin en aşağı sınıfıdır. Çağımızda burjuvazi aşağı burjuvazi, orta burjuvazi ve büyük veya yüksek burjuvazi olmak üzere üç bölüm halindedir. Aşağı burjuvazi olan küçük burjuvazinin toplumsal yapıdaki gücü ve konumlanışı ve yeteneği onun devlet kurmasına elverişli değildir. Küçük burjuvazinin veya küçük burjuva ideolojinin radikal olması gerçekçi bir saptama olamaz. Küçük burjuvazinin karakteristik özelliği istikrarsız bir haleti ruhiyeye sahip olmasıdır. Hangi dönemde kim güçlü ise onun safına geçmekte tereddüt etmemesidir. Önderlik eden değil, önderlik edilen olmasıdır. Zor anlarda bayrağı omuzlamak yerine yılgınlığa ve teslimiyete kapılmasıdır. Küçük burjuvazinin boş ve tatlı hayali, orta veya büyük burjuva olmaktır. Ancak kapitalizmin eşit olmayan gelişmesi onu hayal kırıklığına uğratır. Çünkü kapitalizm gelişip yaygınlaştıkça küçük burjuvazi geriler ve daralır ve giderek proleterleşir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder