Perinçek
Görev İcabı
Bir Solcudur!!!(1)
BÖLÜM: 1 - 16
BÖLÜM: 1 - 16
Doğu Perinçek'in solculuğu 1965
sonrası başlamıştır. 1942 doğumlu olduğuna göre 23 yaşından sonra
"sol"cu olmuştur. Perinçek'i
kim solcu yapmıştır, hangi çevre sayesinde güvenilerek sol sempatizan kabul
edilmiştir. Eski damatları ve "yoldaş" ı sinsi Ergenekoncu Gün Zileli de pehlivan tefrikasını
andıran nitelikte yazdığı hayat hikayelerinde bu konuyu itinayla es
geçmektedir.
Doğu Perinçek, 1964 öncesinde Adalet Partisi yanlısı Ekrem Alican'ın kurduğu Yeni Türkiye Partisi'nin üyesidir. Politikadaki ilk göz ağrısı Yeni Türkiye Partisi'dir. Önderi de Ekrem Alican'dır. Babası da partinin kurucularındandır. Gerçi babası daha önceleri gerici-faşist Menderes ve Demirel'in partilerinde milletvekilliği yapmış ve hatta Adalet Partisi Genel Başkan Yardımcılığına kadar yükselmiştir.
Anne tarafından dayısı Emekli Tümgeneral Turhan Olcaytu'dur. Bu emekli generalin yeğeni Emcet Olcaytu da Perinçek'in kurduğu devlet yanlısı sahte solcu partilerde yer almıştır. Ancak ailenin bunlara hiçbir tepkisi olmamıştır. Hatta 1978 yılında zaman zaman Doğu Perinçek'in babası Mehmet Sadık Perinçek, Aydınlık Gazetesi'nin yemekhanesine gelerek çeşitli defalar yemek yemekten geri kalmamıştır. "Devrimci" bir topluluğun içinde gönül rahatlığıyla yemek yiyebilen Menderes ve Demirelci bir milletvekiline tarihte ilk defa rastlanmıştır.
Ancak bunlardan daha önemlisi Perinçek'in de imzasını taşıyan 200'ün üzerindeki Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi sanığı tarafından kollektif olarak yazılan ve 12 Mart faşist mahkemelerinde savunulan fikirleri Perinçek ve ona midesinden bağlı "derin solcu" arkadaşlarının yıllar içinde adım adım terketmeleri onların kirli portlerini görmemizi sağlamıştır.
Doğu Perinçek, 1964 öncesinde Adalet Partisi yanlısı Ekrem Alican'ın kurduğu Yeni Türkiye Partisi'nin üyesidir. Politikadaki ilk göz ağrısı Yeni Türkiye Partisi'dir. Önderi de Ekrem Alican'dır. Babası da partinin kurucularındandır. Gerçi babası daha önceleri gerici-faşist Menderes ve Demirel'in partilerinde milletvekilliği yapmış ve hatta Adalet Partisi Genel Başkan Yardımcılığına kadar yükselmiştir.
Anne tarafından dayısı Emekli Tümgeneral Turhan Olcaytu'dur. Bu emekli generalin yeğeni Emcet Olcaytu da Perinçek'in kurduğu devlet yanlısı sahte solcu partilerde yer almıştır. Ancak ailenin bunlara hiçbir tepkisi olmamıştır. Hatta 1978 yılında zaman zaman Doğu Perinçek'in babası Mehmet Sadık Perinçek, Aydınlık Gazetesi'nin yemekhanesine gelerek çeşitli defalar yemek yemekten geri kalmamıştır. "Devrimci" bir topluluğun içinde gönül rahatlığıyla yemek yiyebilen Menderes ve Demirelci bir milletvekiline tarihte ilk defa rastlanmıştır.
Ancak bunlardan daha önemlisi Perinçek'in de imzasını taşıyan 200'ün üzerindeki Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi sanığı tarafından kollektif olarak yazılan ve 12 Mart faşist mahkemelerinde savunulan fikirleri Perinçek ve ona midesinden bağlı "derin solcu" arkadaşlarının yıllar içinde adım adım terketmeleri onların kirli portlerini görmemizi sağlamıştır.
Bence,
bütün Türk ve Kürt solu hatta diğer milliyetlerden sollar bu kitabı muhakkak
okumalıdırlar. Öğretici bir kitaptır. Bunun yanı sıra Perinçek ve güdümündeki derin faşistlerle birlikte bugün özellikle
Türkiye halkını ve gençliğini gerici devletin çıkarları doğrultusunda nasıl
yanılttığı, nasıl manipüle ettiği görülecektir.
Perinçek 12 Mart öncesi ve sürecinde görev icabı
TC Devleti'ni Maoist Halk Savaşı yoluyla yıkmak üzere yola çıkmıştır. Hatta 12
civarında devrimciyi gerilla olarak yetişmesi için Bekaa vadisine Filistin
kamplarına göndermiştir. Nedense bu devrimciler gerilla eğitimlerini tamamlayıp
kamptan ayrılacakları günün gecesinde İsrail faşist askeri güçlerince baskın
sonucu 9'u katledilmiştir. Kurtulan üç devrimciden ikisi ülkeye döndükten sonra
sahipsiz kalmış bir diğeri Faik Bulut
ise Perinçek'in gerçek yüzünü
görmekte oldukça geç kalmıştır. Ancak katledilen devrimcilerin hiçbiri için Perinçek sorumlu tutulmamıştır. Perinçek'in kulağını derin devlet
çekmiş olmalı ki Filistin Kamplarına yeni kadrolar gönderilmemiş ve gerilla
yetiştirme, hazırlama çizgisine son verilmiştir. Perinçek bu yıllardan itibaren habire geri adım atmış illegal
partiyi dağıtmış ve yerine Türkiye İşçi Köylü Partisi'ni kurmuştur. Gerekçesi
ise "artık büyük güçlerle mücadele
edeceğiz" olmuştur. Fakat bu şöyle anlaşılmalıymış "Artık büyük güçlerle işbirliğini illegal değil, legal planda sürdüreceğiz.". Evet Türk ve Kürt solu dışında hemen her
siyasal akım Perinçek'in dost
cephesinde yer almaya başlamıştır. Apo, "eşkiya,
çete çapulcu" ilan edilmiş. Kaypakkaya,
Mahir Çayan, Deniz Gezmiş
çizgileri direniş ruhunu değil maceracılık ruhunu temsil ediyor
şeklinde kapak haberler yapılmış bu doğrultuda yazılar yazılmıştır.
Benim dikkatimi çeken önemli noktalardan biri de şu olmuştur: Perinçek cezaevine girdiği hiçbir
zamanda Ergenekon'dan tutuklandığı dönemdeki gibi vaveyla koparılmamış, hakim
ve savcılar hakkında araştırma, inceleme yapılarak karalama kampanyaları
düzenlenmemiştir. Hatta Perinçek 12
Eylül tutuklamaları sırasında tutuklanmak istemeyenlere baskı yapmış teslim
olmalarını istemiştir. Merkez Komitesi üyesi Mustafa Kemal Çamkıran
ise Almanya'dan istemeye istemeye gelmiştir. Tutuklanmayan tek sanık damatları Gün Zileli olmuştur. Gün Zileli herhalde devlet tarafından
da tutuklanmak istenmemiştir. Çünkü birçok defalar kayınpederi Mehmet Sadık Perinçek ile onun evinde tavla
partileri düzenlemiştir. Yargıtay gibi TC'nin önemli bir kurumunda önemli
görevlerde bulunmuş olan Sadık Perinçek
"sahte vatan haini", "aranan sanık" damadın "Yüce Türk
Devleti'nin Yüce Türk Adaleti"ne teslim etmemiştir. Demek ki, dönen
dolabın farkındadır kayınpeder Mehmet
Sadık ....
Şimdi, temel konularda TİİKP Davası / Savunma'da yer alan fikirleri
ve saptamaları görelim. İşte bu fikirleri savunmuş olan Perinçek ve hempaları ile TC generallerinin nasıl da gönül
rahatlığıyla aynı partide, aynı çizgide, aynı mitingte yer aldığını,
alabildiğini düşünelim. Bu durumdan benim çıkardığım sonuç Perinçek ve çevresindeki bazı "partili"lerin devlet
tarafından solun içine bir truva atı gibi sokularak kullanıldığıdır.
Kurtuluş Savaşı ve Perinçek
"Oysa Kurtuluş Savaşının burjuva önderliği halk kitleleriyle birleşmedi, tam tersine toprak ağalarıyla ittifak yapılarak halkı baskı altına alan bir diktatörlük kurdu. Sovyetler Birliği ve dünya halklarıyla dostluğunu sağlamlaştırmadı, tam tersine emperyalistlerle uzlaştı." TİİKP Davası / Savunma, s.167
Kurtuluş Savaşı ve Perinçek
"Oysa Kurtuluş Savaşının burjuva önderliği halk kitleleriyle birleşmedi, tam tersine toprak ağalarıyla ittifak yapılarak halkı baskı altına alan bir diktatörlük kurdu. Sovyetler Birliği ve dünya halklarıyla dostluğunu sağlamlaştırmadı, tam tersine emperyalistlerle uzlaştı." TİİKP Davası / Savunma, s.167
"Halkın Sırtına Basarak İktidara Geldiler ve Halkı Ezdiler..
"Milli Kurtuluş Savaşı bittikten sonra, Kemalist burjuvazinin
emekçi kitlelerin desteğine ihtiyacı kalmamıştı. Burjuvazi için artık esas
mesele, emekçi yığınların mücadelesinin bastırılmasıydı. Çünkü genç
burjuvazinin palazlanmak için işçi ve köylüleri sömürmeye şiddetle ihtiyacı
vardı.
"Kemalist burjuvazi diktatörlüğünü kurar kurmaz, 'sosyal
barış' politikasıyla emekçi yığınları kendi iktidarına boyun eğdirmeye çalıştı.
'İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz.'
sözleri burjuvazinin şiarı oldu..............
" 'Sosyal barış'ın burjuva diktatörlüğünü gizleyen bir maske
olduğu çok kısa zamanda ortaya çıktı.1923 Temmuz'unda Kemalist iktidar, Türkiye
İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası, Beynelmilel İşçiler İttihadı ve ona bağlı
sendikaları kapattı. Komünistleri ve işçi önderlerini tutukladı......
"Burjuvazi, işçi hareketini bölmek için kurduğu sahte işçi
örgütlerini bile, gerçek işçi örgütleri haline gelebilirler korkusuyla
görevlerini yerine getirir getirmez kapatmıştır. İstanbul Umum Amele Birliği
bunun bir örneğidir.
"Kemalist iktidar, en tabii hakları için mücadele eden
işçilere vahşice saldırdı. Ağır bir baskı rejimi kurdu. Yabancı patronları
destekledi. Onların menfaatleri için işçileri katletti........
"Daha 1922'de, İstanbul Milli Hükümet'in eline yeni geçtiği
sırada, Bomonti Bira Fabrikası'nda İngiliz patrona karşı grev dipçikle
bastırıldı.........
"1925'te Şeyh Sait isyanından sonra Takrir-i Sükun Kanunu
çıkarıldı. Sıkıyönetim ilan edildi. İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Aydınlık
dergisi, Orak-Çekiç ve Yoldaş gazeteleri kapatıldı. Komünistler tutuklandı ve
hapis cezalarına çarptırıldılar....
"Kemalist diktatörlük, Kürt halkına milli baskı ve eritme
politikası uyguladı. Şeyh Sait
isyanı srasında Kürt köylülerini kitleler halinde katletti. İskan Kanunu ile
onbinlercesini yurtlarından, topraklarından sürdü. Türkiye Komünist Partisi,
Kemalist diktatörlüğün bu ırkçı ve intikamcı politikasına karşı mücadele etti. (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi
Davası/Savunma'dan alıntılar)
*** --- ***
Perinçek Görev İcabı
Bir Solcudur !!! (2)
Perinçek, açıktan açığa en devletçi, en cumhuriyetçi, en milliyetçi yüzünü göstermeye başladıktan sonra, el üstünde tuttuğu bir TC faşisti de CHP'de Genel Sekreterlik, milletvekilliği hatta bakanlık yapmış olan RECEP PEKER'di. Onu yere göğe sığdıramaz oldu. Peki Perinçek, 1974'te PEKER hakkında neler düşünüyordu şimdi onu görelim:
Perinçek, açıktan açığa en devletçi, en cumhuriyetçi, en milliyetçi yüzünü göstermeye başladıktan sonra, el üstünde tuttuğu bir TC faşisti de CHP'de Genel Sekreterlik, milletvekilliği hatta bakanlık yapmış olan RECEP PEKER'di. Onu yere göğe sığdıramaz oldu. Peki Perinçek, 1974'te PEKER hakkında neler düşünüyordu şimdi onu görelim:
"Faşist Peker hükümeti, Türkiye Sosyalist Emekçi
Köylü Partisi'nin halkı hızla teşkilatlanma yolunda ilerleyen kararlı
mücadelesine altı ay tahammül edebildi. Şefik
Hüsnü, Emekçinin Sesi adlı günlük bir gazetenin hazırlıkları içindeyken,19
Aralık 1946'da daha birçok parti üyesiyle birlikte Sıkıyönetim tarafından
tutuklandı.
"Komünistleri ve
yurtseverleri, elli yıldır, kendi kanunlarını dahi pervasızca çiğneyerek özel
veya askeri mahkemelerde yargılayan burjuvazi, Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü
Partisi duruşmalarını da halktan gizli olarak yürüttü. Şefik Hüsnü beş yıl hapse mahkum edildi. Ayrıca, elli beş Parti
üyesi, bir ila beş yıl arasında hapis cezasına
çarptırıldı." (Türkiye
İhtilalci İşçi Köylü Partisi Davası / Savunma, s.489, Aydınlık Yayınları, İkinci Baskı: Kasım 1974
)
1974'de PEKER'i ve hükümetini
faşistlikle suçlayan Perinçek
2004'lerde aynı "devlet adamı" nı yere göğe sığdıramıyor. Bu esaslı
çelişkinin sebebi hikmeti Perinçek'in
"görev icabı" konuşmasıdır.
*** --- ***
Perinçek Görev İcabı
Bir Solcudur !!! (3)
"Derin Devlet" tarafından 2000'li yıllardan itibaren geçmişi tersinden okuma ve ifade etme hapı yutturulan Perinçek, yanına avanelerini de alarak milliyetçi-faşist yüzünü gösterirken, bu tavrını özellikle Ferit İlsever ile paylaştı. Nasıl mı? Ferit İlsever'e "Talat Paşa Komitesi" kurdurarak.
"Derin Devlet" tarafından 2000'li yıllardan itibaren geçmişi tersinden okuma ve ifade etme hapı yutturulan Perinçek, yanına avanelerini de alarak milliyetçi-faşist yüzünü gösterirken, bu tavrını özellikle Ferit İlsever ile paylaştı. Nasıl mı? Ferit İlsever'e "Talat Paşa Komitesi" kurdurarak.
Şimdi,
Perinçeklerin 1974 yılında Enver-Cemal-Talat üçlü turancı
faşistleri hakkında neler yazdıklarını hayretle okuyalım:
"1911 yılına kadar İngiliz ve Fransız
emperyalistlerine dayanan komprador-feodal iktidar, 1911'den sonra hızla Alman
emperyalistleriyle işbirliğini geliştirdi. 1913'te 'Alman silahlarının değişmez
satın alma komisyonu başkanı"
Mahmut Şevket Paşa sadrazam oldu.
" Halkın ve milli burjuvazinin
muhalefetini ezen Talat, Enver ve Cemal Paşalar yönetimindeki
komprador-feodal İttihat ve Terakki
diktatörlüğü, Alman emperyalistleriyle birlikte ülkemizi Birinci Dünya
Savaşı'na soktu.......
"Emperyalistler ve işbirlikçileri
kendi emelleri uğruna, Galiçya'dan Arabistan çöllerine kadar çeşitli cephelerde
yüzbinlerce Anadolu köylüsünü kırdırdı. Alman emperyalistlerinin Bakü
petrollerini ele geçirmesine hizmet eden Enver
Paşanın 'Turancı' siyaseti uğruna
yalnız Sarıkamış seferinde 90 bin asker soğuktan donarak öldü.
"Savcıların savunduğu 'üstün ırk', 'üstün millet' teorileri, o zaman Alman emperyalistlerine
hizmet ederek halkımızı felakete sürükledi. Bugün de Amerikan emperyalistlerine hizmet
ediyor."
(Türkiye İhtilalci İçi Köylü Partisi Davası/Savunma, s.130 -131, Aydınlık Yayınları, İkinci Baskı:
Kasım 1974 )
*** --- ***
Perinçek Görev İcabı
Bir Solcudur !!! (4)
Perinçek, 2000'li yılların
başlarında yanına özellikle "Talat Paşa Komitesi" kurucusu Ferit
İlsever'i, ünlü Kıbrıs faşisti Denktaş'ı
ve bilumum Ergenekoncuları alarak Avrupa mitingleri düzenledi.
Amaç İttihat ve Terakki'yi temize çıkarmaktı. Halbuki 1973'te hapishanede yazılan TİİKP Davası / Savunma'da, Perinçek İttihatçılar hakkında tam tersi şeyler söylüyordu.
Şimdi neler söylendiğine bakalım:
" İngiliz-Fransız işbirlikçisi İstanbul hükümeti, işgale hizmet edip halkın mücadelesini bastırmaya çalışırken, bir kısım işbirlikçiler de Amerikan mandasını savunuyorlardı.
"Yeni hükümet ve işgalci emperyalistler, Alman işbirlikçisi İttihatçılar üzerinde baskı uyguluyordu. İktidardan düşmekle imtiyazlarının büyük çoğunluğunu kaybeden ittihatçı kompradorlar, işgale karşı çıkıyorlardı.
"İttihatçı şefler, görünüşte milli nücadeleciler yanında yer alıyorlardı. Ama bütün yaptıkları, silahlı kurtuluş hareketini baltalamaya çalışmaktı. Bunlar, savaşta başarıya ulaşmanın imkansız olduğunu, kurtuluşun ancak bir süre Amerikan mandası altına girmekle olacağını yaymaya gayret ediyorlardı. Amerikan emperyalistleri de onları bu yolda teşvik ediyorlardı. İstanbul'daki Amerikan işbirlikçileri ve bir kısım burjuva aydınları da Amerikan mandası fikrini savunuyorlardı. Eski İttihatçı şeflerinden Rauf Orbay, Kara Vasıf, sonradan Birinci Meclis'in Dışişleri Bakanı olan Bekir Sami, Adnan Adıvar, Halide Edip ve Kara Kemal ile Ahmet Emin (Yalman) bu akımın başını çekiyorlardı." ( Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Davası / Savunma, s.145, Aydınlık Yayınları, İkinci Baskı: Kasım 1974 )
Amaç İttihat ve Terakki'yi temize çıkarmaktı. Halbuki 1973'te hapishanede yazılan TİİKP Davası / Savunma'da, Perinçek İttihatçılar hakkında tam tersi şeyler söylüyordu.
Şimdi neler söylendiğine bakalım:
" İngiliz-Fransız işbirlikçisi İstanbul hükümeti, işgale hizmet edip halkın mücadelesini bastırmaya çalışırken, bir kısım işbirlikçiler de Amerikan mandasını savunuyorlardı.
"Yeni hükümet ve işgalci emperyalistler, Alman işbirlikçisi İttihatçılar üzerinde baskı uyguluyordu. İktidardan düşmekle imtiyazlarının büyük çoğunluğunu kaybeden ittihatçı kompradorlar, işgale karşı çıkıyorlardı.
"İttihatçı şefler, görünüşte milli nücadeleciler yanında yer alıyorlardı. Ama bütün yaptıkları, silahlı kurtuluş hareketini baltalamaya çalışmaktı. Bunlar, savaşta başarıya ulaşmanın imkansız olduğunu, kurtuluşun ancak bir süre Amerikan mandası altına girmekle olacağını yaymaya gayret ediyorlardı. Amerikan emperyalistleri de onları bu yolda teşvik ediyorlardı. İstanbul'daki Amerikan işbirlikçileri ve bir kısım burjuva aydınları da Amerikan mandası fikrini savunuyorlardı. Eski İttihatçı şeflerinden Rauf Orbay, Kara Vasıf, sonradan Birinci Meclis'in Dışişleri Bakanı olan Bekir Sami, Adnan Adıvar, Halide Edip ve Kara Kemal ile Ahmet Emin (Yalman) bu akımın başını çekiyorlardı." ( Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Davası / Savunma, s.145, Aydınlık Yayınları, İkinci Baskı: Kasım 1974 )
*** --- ***
Perinçek Görev İcabı
Bir Solcudur !!! (5)
Halk Savaşı mı, Kemalist Cumhuriyeti Koruma Savaşı mı?
Halk Savaşı mı, Kemalist Cumhuriyeti Koruma Savaşı mı?
Seçimler
oldukça yaklaşıyor ve Perinçek'in
maskesi seçimler vesilesiyle bir kez daha düşüyor. Perinçek ve hempaları bilumum emekli generaller, albaylar ve
binbaşılar Perinçek cephesinde bağımsız aday olarak seçimlere katılıyor.
Perinçek'in adayları "Cumhuriyet Güçbirliği" adı altında seçimlere katılıyor. Ve diyorlar ki ; " Söz verdik Cumhuriyet için birleştik."
Halbuki Perinçek TİİKP Davası / Savunma'da yıllar önce bambaşka şeyler söylüyordu. Perinçek o zaman HALK SAVAŞI'nı savunuyordu şimdi birlikte seçimlere katıldığı dostları olan generalleri, albay ve binbaşıları Halk Savaşı yoluyla tasfiye edecekti. Perinçek o zaman düşman belledikleriyle bugün aynı safta. Halk Savaşı çizgisinin "Görev İcabı" belirlendiğini anlamayanlar hala Perinçek'in kuyruk takımında yer alıyor.
Şimdi 1973'te cezaevinde iken Halk Savaşı konusunda neler savunduklarına bakalım.
Perinçek'in adayları "Cumhuriyet Güçbirliği" adı altında seçimlere katılıyor. Ve diyorlar ki ; " Söz verdik Cumhuriyet için birleştik."
Halbuki Perinçek TİİKP Davası / Savunma'da yıllar önce bambaşka şeyler söylüyordu. Perinçek o zaman HALK SAVAŞI'nı savunuyordu şimdi birlikte seçimlere katıldığı dostları olan generalleri, albay ve binbaşıları Halk Savaşı yoluyla tasfiye edecekti. Perinçek o zaman düşman belledikleriyle bugün aynı safta. Halk Savaşı çizgisinin "Görev İcabı" belirlendiğini anlamayanlar hala Perinçek'in kuyruk takımında yer alıyor.
Şimdi 1973'te cezaevinde iken Halk Savaşı konusunda neler savunduklarına bakalım.
"Devrimci Savaş Halk Yığınlarının
Savaşıdır
"Demokratik devrim ancak silahlı
mücadele yoluyla zafere ulaşabilir. Demokratik devrimin başarılamadığı
yurdumuzda, halkın mücadelesi, daha başından hakim sınıfların silahlı
zorbalığıyla karşılaşmaktadır. Devrimci güçlerin toparlanması, birleştirilmesi
ve iktidar hedefine yöneltilmesinin yolu, hakim sınıfların silahlı zorbalığına,
silahlı mücadele ile karşı koymaktır.
"Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi,
geniş köylü yığınlarına dayanan halk savaşını tek kurtuluş yolu olarak kabul
ediyor. Bugün hakim sınıflar güçlü görünmektedir. Onlar iktidarı ellerinde
tutuyorlar ve büyük bir merkezi orduları vardır. Ancak, nihai olarak güçlü
olan, halktır. Halkın zaafları ve yenilgileri geçicidir. Hakim sınıfların
zaafları ise sürekli ve kaçınılmazdır.
"Halkın güçleri, uzun süreli bir
gerilla savaşı yolunu izleyerek gelişebilir. Geniş köylü kitlelerine dayanan ve
belli üsler edinen silahlı mücadele, uygun yer, zaman ve şartlarda üstün bir
gücü düşmanın zayıf olduğu noktalara yığarak, düşmanı teker teker yok edebilir.
Devamlı bu taktiği uygulayarak halkın güçlerini birleştirebilir ve düzenli
ordular kurabilir. Halk savaşı, halkın silahlı güçleri düşmanı yokedecek güce
ulaşana ve ona nihayi darbeyi indirecek duruma gelene kadar uzayan bir
savaştır.
"İhtilalci halk savaşı halk
yığınlarının savaşıdır. Ancak yığınları seferber ederek ve ancak yığınlara
güvenerek yürütülür. Silahlı mücadelenin tek amacı, her seferinde daha geniş
kitleleri silahlı mücadeleye seferber ederek iktidarı ele geçirmektir. Halk
ordusu, böyle bir mücadele içinde inşa edilebilir. 'Halkın ordusu yoksa hiçbir
şeyi yok demektir.' " ( Türkiye İhtilalci İşçi Köylü
Partisi Davası / Savunma, s.503, Aydınlık Yayınları, İkinci baskı : Kasım 1974
)
12
Mart darbesi koşullarında cezaevinde kollektif olarak Halk Savaşı mantığıyla
kaleme alınan bu savunmadan 38 yıl sonra kendilerine savaş ilan edeceğini
belirttiği Emekli Orgeneral Çetin Doğan,
E.Hava Korgeneral Erdoğan Karakuş,
E.Hava Korgeneral Hasan Atilla Uğur,
E.General Yaşar Müjdeci ve Emekli
Binbaşı Zafer Şen ile birlikte ve
ortak bir zihniyetle seçimlere giriyor.
Perinçek'i bir kez daha tanıyalım.
*** --- ***
Perinçek Görev İcabı
Bir Solcudur !!! (6)
Geçen akşam çok tuhaf, çok komik, Kemal
Sunal filmi tadında bir seçim propagandası izledim, Perinçek'in Ulusal Kanal'ında. Bir emekli binbaşı çıkıyor ve
gösteriye başlıyor. Önceden masanın üzerine yerleştirilmiş bir bol imzalı
renkli bir belgeyi alıyor ve başlıyor konuşmaya ; " bana bu belge 2004
yılında Afganistan'da görev yaptığım sırada NATO tarafından verildi."
diyor. Sonra verilmiş olan bir madalyayı gösteriyor. "Bu da NATO'nun bana verdiği madalya " diyor. Her
ikisini de reddettiğini söylüyor ve verilmiş olan "onur ve başarı
belgesi" ni cart cart diye yırtıyor. NATO'ya karşı olduğunu söylüyor onun
verdiği belgeyi yırtarak reddettiğini gösteriyor. Tabii bu şovu inandırıcı
bulacak düzeyde bir zekaya sahip olanlar heyecanlanıyor, kimileri emekli
binbaşıyı alkışlıyor.
Aziz Nesin'in devrimci bir şahsiyet olduğuna inansaydım "zaten Türklerin yüzde 80'i aptaldır" der geçerdim. Ama öyle değil. Hiç kimse bu binbaşıya "sen bunca sene devrimci bir kimlikle bu NATO ordusunda nasıl barınabildin? Bu illegalite yöntemlerini bize de öğretir misin?" diye bir talepte bulunmuyor. Ve hatta bu genç yaşta neden emekli oldun, bu vatana senin gibi "yiğitler" lazım demiyor. Ayrıca ve önemli olarak şunu sormuyor: " Madem ki bu ordunun NATO'nun hizmetinde olduğunu biliyordun, niye Afganistan görevini kabul ettin? O zaman istifa etseydin daha mantıklı olmaz mıydı? diye soran yok!
Ben şimdi o toplantıya katılan aldatılmış, kandırılmış "emekçi" halkımıza ve safça derin İşçi Partisi saflarında yer alanlara Perinçek'in 1973 TİİKP hapishane savunmasında TC ordusu ve NATO'ya dair neler yazdığını buraya alıyorum.
"Türkiye Ordusu NATO Generallerinin Emrine Verilmiştir.
"Amerikan emperyalizminin yarı-sömürgesi olan Türkiye askeri yönden de emperyalizme bağlıdır. Askerlik şubeleri, bazı idari kuruluşlar ve jandarma birlikleri dışında bütün muharip güçleriyle Türk Ordusu, NATO'ya bağlıdır. NATO generallerinin emri altındaki bu ordu Amerikan emperyalizminin tahakküm ve yayılma emellerinin hizmetine verilmiştir. Amerikan emperyalistleri, Türkiye'deki hakimiyetlerini bizzat Türk ordusu vasıtasıyla korumaktadırlar.
Aziz Nesin'in devrimci bir şahsiyet olduğuna inansaydım "zaten Türklerin yüzde 80'i aptaldır" der geçerdim. Ama öyle değil. Hiç kimse bu binbaşıya "sen bunca sene devrimci bir kimlikle bu NATO ordusunda nasıl barınabildin? Bu illegalite yöntemlerini bize de öğretir misin?" diye bir talepte bulunmuyor. Ve hatta bu genç yaşta neden emekli oldun, bu vatana senin gibi "yiğitler" lazım demiyor. Ayrıca ve önemli olarak şunu sormuyor: " Madem ki bu ordunun NATO'nun hizmetinde olduğunu biliyordun, niye Afganistan görevini kabul ettin? O zaman istifa etseydin daha mantıklı olmaz mıydı? diye soran yok!
Ben şimdi o toplantıya katılan aldatılmış, kandırılmış "emekçi" halkımıza ve safça derin İşçi Partisi saflarında yer alanlara Perinçek'in 1973 TİİKP hapishane savunmasında TC ordusu ve NATO'ya dair neler yazdığını buraya alıyorum.
"Türkiye Ordusu NATO Generallerinin Emrine Verilmiştir.
"Amerikan emperyalizminin yarı-sömürgesi olan Türkiye askeri yönden de emperyalizme bağlıdır. Askerlik şubeleri, bazı idari kuruluşlar ve jandarma birlikleri dışında bütün muharip güçleriyle Türk Ordusu, NATO'ya bağlıdır. NATO generallerinin emri altındaki bu ordu Amerikan emperyalizminin tahakküm ve yayılma emellerinin hizmetine verilmiştir. Amerikan emperyalistleri, Türkiye'deki hakimiyetlerini bizzat Türk ordusu vasıtasıyla korumaktadırlar.
" Ordunun NATO emrinde olması, çıkacak
bir savaşta, emperyalist emeller uğruna Türkiye halkının kırdırılması ve
yurdumuzun bir harabeye çevrilmesi demektir. ABD emperyalistlerinin
menfaatlerini tehdit eden herhangi bir buhranda, Brüksel'deki NATO Genel
Komutanlığı'ndan Napoli'ye, oradan İzmir'deki NATO Güneydoğu Kara Kuvvetleri
Karargahı komutanı olan Amerikalı bir Tümgenerale gelen harekat emirleri,
çeşitli askeri birliklerimizi ve uçaklarımızı, önceden tayin edilen hedeflere
yöneltmeye yetecektir. Böylece Türkiye'nin savaşa girmesi Meclis, hükümet veya
Genel Kurmay tarafından değil, ABD yöneticileri ve Pentagon generalleri
tarafından kararlaştırılacaktır.
"Türkiye bu durumu ilk defa yaşamıyor.
Birinci Dünya Savaşı'ndan önce de ordumuz Alman emperyalizmine tamamen bağımlı
hale getirilmişti. Ve Alman emperyalistleri Osmanlı Devleti'ni Sadrazamın dahi
haberi olmadan savaşa sokmuşlardı........
"Türkiye NATO'nun ucuz asker
deposudur. Bir er için senede yapılan masraf ABD ordusunda 4500 dolar, Türkiye
ordusunda ise 540 dolardır.....
"Milli savunmamıza hizmet etmeyen
ordunun masrafları halkımızın sırtına bindirilmiştir. ABD emperyalistlerinin
saldırgan menfaatleri uğruna her yıl Türkiye bütçesinin üçte biri askeri
giderlere ayrılmaktadır....
"NATO generalleri emrine verilen ve
donatımı ABD emperyalistlerine bağımlı olan Türkiye ordusu Ortadoğu'daki ABD
menfaatlerinin jandarma kuvveti olarak kullanılmak istenmektedir.
"ABD Başkanı Nikson Türk Ordusuna verdikleri bu görevi şu sözlerle
açıklamaktadır:
Yunanistan ile Türkiye'ye yardım
etmeksizin, İsrail'i kurtarmak üzere geçerli bir politika
izlemeliyiz." (27 Temmuz 1972 tarihli
konuşma)
"Nikson'un bu sözlerine, ABD
Genelkurmay Başkanı Oramiral Thomas
Murır'ın Birleşik Amerika Senatosu Tahsisler Komitesi'ndeki bir konuşması
daha da açıklık getirmektedir:
"1974 mali yılında Türkiye'ye 85,5
milyon dolarlık hibe yardım teklif edilmektedir. Bu, zırhlı personel
taşıyıcıları, tank, tanksavar silahları vs. sağlamak için gerekmektedir. Böyle
bir programın mevcut olmaması halinde, Türkiye'nin NATO'nun Güneydoğu kanadını
korumaktaki önemli görevini yerine getirme yeteneği yeterli olmayacak ve
Amerikan çıkarları gittikçe artan bir tehlikeyle karşılaşacaktır.' " (
Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Davası / Savunma, s.381, 382, 388,
Aydınlık Yayınları, İkinci baskı: Kasım 1974 )
Bu
seçimlere birçok Ergenekon sanığı general vb. ordu mensubu Perinçek'in İşçi Partisi desteğiyle giriyor.
İşte
bu subay ve generaller yıllarca ABD emperyalizminin hizmetinde TC ordusunda
görev yaptı. Bunların her biri hesap sorulması gereken işbirlikçi unsurlardır.
Ancak "sol" kisveli Perinçek
partisinin desteğiyle bağımsız aday olarak Meclis'e girerek halkımıza olan
düşmanlıklarını oradan da devam ettirmek istemektedirler.
Unutulmamalı
ki bir başka Ergenekon sanığı olan emekli general Engin Alan da ırkçı-milliyetçi MHP'den aday gösterilmiştir.
*** --- ***
Perinçek Görev İcabı
Bir Solcudur !!! (7)
Perinçek ve Partisi 2000'li yıllardan
itibaren ordu mensubu yzb., bnb., albay ve generallerle ilişkilerini açıkça
ortaya koymaya başladı. Bunu sadece pratiğiyle değil uydurduğu teorik-siyasal
çizginin rehberliğinde yapıyor.
Haziran 2011 Milletvekili Genel Seçimlerinde de hizmetindeki TV'den ve yayın organlarından söz konusu TC ordusu mensuplarının (emekli) propagandasını yapıyor. Onların bağımsız adaylar olarak parlamentoya katılmaları için var gücüyle çalışıyor.
Aynı Perinçek, 1974 TİİKP Davası/Savunma'sında TC ordusu ve mensupları hakkında o zaman da aynı fikirde miydi? Elbette değildi! O zaman savundukları görev icabı idi. Kendisini ve partisini Marksist-Leninist ve Mao Zedung Düşüncesi savunucusu göstermesi gerekiyordu. Ancak o günler bitti. Bugün Perinçek, gerçek kimliğiyle siyaset sahnesinde.
Şimdi Perinçek'in TİİKP Davası/Savunması'nda TC ordusu hakkında neler yazdığına bakalım:
"Demokratik Halk İhtilali
“Hakim Sınıfların Ordusunu Kaldıracak
“Halk Ordusunu Kuracaktır
"Hakim sınıflar bütün tarih boyunca diktatörlüklerini, silah tekelini kendi ellerinde tutarak sürdürmüşlerdir. Sömürü ve baskının devam etmesi, emekçi yığınların silahsız olmasıyla ve halkı baskı altında tutacak silahlı bir gücün varlığıyla mümkündür. Bu sebeple ezilen sınıfların iktidarı ele geçirmesinin tek bir yolu vardır. O da hakim sınıfların ordusunu parçalamak, dağıtmak ve yerine ezilen sınıfların silahlı gücünü koymaktır.
"Bu gerçeklerin ışığında, TİİKP Programı şu esasları savunuyor:
"Demokratik Halk Hükümeti, hakim sınıfların muhafızlığını meslek edinmiş orduyu kaldıracak, işçi ve köylülerin genel silahlandırılmasına dayanan halk ordusunu kuvvetlendirecek ve böylece milli bağımsızlığımızı ve yurdumuzun savunulmasını gerçek teminatına kavuşturacaktır. (Madde 47)
"Demokratik Halk İhtilali, Türkiye'nin NATO gibi emperyalist askeri teşkilatlara bağlı olmasına derhal son verecektir. Bütün ikili anlaşmalar, askeri üs ve imtiyazlar kaldırılacaktır.
"TİİKP hangi ülke olursa olsun, Türkiye'de yabancı ülkelerin askeri birlik ya da üs bulundurmasını kesinlikle reddeder. (Madde 44)
"Yurdumuz Demokratik Halk İhtilali ile milli ekonomisini inşa edecek, ağır sanayisini kuracak, böylece silah ve teçhizat bakımından emperyalist ülkelere bağımlı olmaktan kurtularak herşeyden önce kendi gücüne dayanacaktır.
"Gerçekten bağımsız ve gerçekten milli bir savunmayı ancak halk kitlelerinin genel silahlanmasıyla kurulan Halk Ordusu sağlayabilir. Bağımsız ve demokratik Türkiye'nin Halk Ordusu herhangi bir emperyalistin kardeş halklara karşı saldırı tehdidinin aleti olmayacak, yurt savunması görevini yerine getirecektir.
"Topraklarımızda yabancı asker ve üsleri, sularımızda yabancı donanmaları, göklerimizde yabancı uçakları istemiyoruz! Halkımızın ve bütün hürriyetine aşık halkların özlemi budur. TİİKP bu haklı özlemi gerçekleştirmek için mücadele ediyor. Komünistleri kökü dışarıda olmakla, yabancı emellere hizmet etmekle suçlayan gericiler bunları savunamazlar.
"Halkımızı zulüm ve sömürüden kurtaracak olan Demokratik Halk İhtilali askerlerin ezilmesine de son verecek ve ordu içinde demokrasiyi gerçekleştirecektir.
"Ordudaki her türlü eşitsizlik, rütbe ve ünvanlar kaldırılacak, komutanların seçiminde askerler söz sahibi olacaklardır. Toplanma ve dernek kurma hürriyeti askerlerin en tabii hakkıdır.
"Askerler üzerindeki dayak ve baskılar kesinlikle yasaklanacak, ordunun üretici ve halkın hizmetinde olması gerçekleştirilecektir. (Madde 47)
"Halk Ordusu halkımızın zulüm ve sömürüden kurtuluş mücadelesi içinde işçiler ve köylüler tarafından yaratılacaktır. Halk Ordusu her konuda ve her yerde halkın hizmetinde olacaktır. Ordu ile halk arasında, subaylarla askerler arasında tam bir birlik ve kardeşlik olacaktır. Askerler ve subaylar arasındaki eşitsizliklere son verilecektir. Lüzumsuz ve şekli merasimler ve formaliteler kaldırılacaktır. Askerler fikirlerini serbestçe açıklamak, kararların alınmasına katılmak, komutanlarını eleştirmek hakkına sahiptirler.
Haziran 2011 Milletvekili Genel Seçimlerinde de hizmetindeki TV'den ve yayın organlarından söz konusu TC ordusu mensuplarının (emekli) propagandasını yapıyor. Onların bağımsız adaylar olarak parlamentoya katılmaları için var gücüyle çalışıyor.
Aynı Perinçek, 1974 TİİKP Davası/Savunma'sında TC ordusu ve mensupları hakkında o zaman da aynı fikirde miydi? Elbette değildi! O zaman savundukları görev icabı idi. Kendisini ve partisini Marksist-Leninist ve Mao Zedung Düşüncesi savunucusu göstermesi gerekiyordu. Ancak o günler bitti. Bugün Perinçek, gerçek kimliğiyle siyaset sahnesinde.
Şimdi Perinçek'in TİİKP Davası/Savunması'nda TC ordusu hakkında neler yazdığına bakalım:
"Demokratik Halk İhtilali
“Hakim Sınıfların Ordusunu Kaldıracak
“Halk Ordusunu Kuracaktır
"Hakim sınıflar bütün tarih boyunca diktatörlüklerini, silah tekelini kendi ellerinde tutarak sürdürmüşlerdir. Sömürü ve baskının devam etmesi, emekçi yığınların silahsız olmasıyla ve halkı baskı altında tutacak silahlı bir gücün varlığıyla mümkündür. Bu sebeple ezilen sınıfların iktidarı ele geçirmesinin tek bir yolu vardır. O da hakim sınıfların ordusunu parçalamak, dağıtmak ve yerine ezilen sınıfların silahlı gücünü koymaktır.
"Bu gerçeklerin ışığında, TİİKP Programı şu esasları savunuyor:
"Demokratik Halk Hükümeti, hakim sınıfların muhafızlığını meslek edinmiş orduyu kaldıracak, işçi ve köylülerin genel silahlandırılmasına dayanan halk ordusunu kuvvetlendirecek ve böylece milli bağımsızlığımızı ve yurdumuzun savunulmasını gerçek teminatına kavuşturacaktır. (Madde 47)
"Demokratik Halk İhtilali, Türkiye'nin NATO gibi emperyalist askeri teşkilatlara bağlı olmasına derhal son verecektir. Bütün ikili anlaşmalar, askeri üs ve imtiyazlar kaldırılacaktır.
"TİİKP hangi ülke olursa olsun, Türkiye'de yabancı ülkelerin askeri birlik ya da üs bulundurmasını kesinlikle reddeder. (Madde 44)
"Yurdumuz Demokratik Halk İhtilali ile milli ekonomisini inşa edecek, ağır sanayisini kuracak, böylece silah ve teçhizat bakımından emperyalist ülkelere bağımlı olmaktan kurtularak herşeyden önce kendi gücüne dayanacaktır.
"Gerçekten bağımsız ve gerçekten milli bir savunmayı ancak halk kitlelerinin genel silahlanmasıyla kurulan Halk Ordusu sağlayabilir. Bağımsız ve demokratik Türkiye'nin Halk Ordusu herhangi bir emperyalistin kardeş halklara karşı saldırı tehdidinin aleti olmayacak, yurt savunması görevini yerine getirecektir.
"Topraklarımızda yabancı asker ve üsleri, sularımızda yabancı donanmaları, göklerimizde yabancı uçakları istemiyoruz! Halkımızın ve bütün hürriyetine aşık halkların özlemi budur. TİİKP bu haklı özlemi gerçekleştirmek için mücadele ediyor. Komünistleri kökü dışarıda olmakla, yabancı emellere hizmet etmekle suçlayan gericiler bunları savunamazlar.
"Halkımızı zulüm ve sömürüden kurtaracak olan Demokratik Halk İhtilali askerlerin ezilmesine de son verecek ve ordu içinde demokrasiyi gerçekleştirecektir.
"Ordudaki her türlü eşitsizlik, rütbe ve ünvanlar kaldırılacak, komutanların seçiminde askerler söz sahibi olacaklardır. Toplanma ve dernek kurma hürriyeti askerlerin en tabii hakkıdır.
"Askerler üzerindeki dayak ve baskılar kesinlikle yasaklanacak, ordunun üretici ve halkın hizmetinde olması gerçekleştirilecektir. (Madde 47)
"Halk Ordusu halkımızın zulüm ve sömürüden kurtuluş mücadelesi içinde işçiler ve köylüler tarafından yaratılacaktır. Halk Ordusu her konuda ve her yerde halkın hizmetinde olacaktır. Ordu ile halk arasında, subaylarla askerler arasında tam bir birlik ve kardeşlik olacaktır. Askerler ve subaylar arasındaki eşitsizliklere son verilecektir. Lüzumsuz ve şekli merasimler ve formaliteler kaldırılacaktır. Askerler fikirlerini serbestçe açıklamak, kararların alınmasına katılmak, komutanlarını eleştirmek hakkına sahiptirler.
"İşte ancak böyle bir ordu, halkla kaynaşabilir ve canla başla halka hizmet eder. Ancak halkın bağrından çıkan bir ordu emperyalist saldırıya karşı halkın tükenmez mukavemetini harekete geçirebilir ve bağımsızlığımızı savunabilir.
"Yurdumuzun gerçek sahibi işçi ve köylü kitleleridir. Ancak onların silahlanmasına dayanan Halk Ordusu sömürücü sınıfların iktidarı ele geçirmelerine imkan vermez ve halk iktidarını korur." (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Davası/Savunma, s.400, Aydınlık Yayınları, İkinci baskı: Kasım 1974 )
Perinçek yıllarca önce bürokrat burjuva Kemal'in Ordusu hakkında böyle yazıyordu. Bugün ise Kemal'in ordusunun emekli subay ve generallerinin milletvekili seçilmesi için çırpınıyor.
Soruyorum! Ey Perinçek; "AMACIN KAP KALAYLAMAK MI, KIÇ ÇALKALAMAK MI?"
*** --- ***
Perinçek Görev İcabı
Bir Solcudur !!! (8)
Apo’nun
Sahte Dostları
"Apo'nun Suriye'yi terk etmesinden Kenya'da yakalanarak
Türkiye'ye teslim edilmesine kadar geçen olaylar Ekim 1998 - Şubat 1999
arasında"
"Doğu Perinçek 24 Eylül 1998 günü Ankara'da gözaltına alındı. Bir hafta Ankara Emniyeti'nde gözaltında tutulduktan sonra 30 Eylül 1998 günü Haymana Cezaevi'ne kondu ve 8 Ağustos 1999'a kadar Haymana Cezaevi'ndeydi"
Abdullah Öcalan'ın Suriye'yi terk ettiği tarih Perinçek'in tutuklanma tarihiyle hemen hemen çakışıyor. Ve Öcalan yakalandığı sırada Perinçek Haymana Cezaevi'nde. Öcalan'ın yakalanmasından beş ay sonra tahliye ediliyor.
Çakışan bir başkasının tarihi daha var. O da Yalçın Küçük.1993'te çıktığı yurtdışından beş yıl sonra 29 Ekim 1998'de Türkiye'ye dönüyor ve TC'ye teslim oluyor. Önce Gebze Cezaevi'ne konuyor ardından Perinçek'in yanına Haymana Cezaevi'ne aynı koğuşa.
Derin organizasyon gayet iyi yapılmış; Abdullah Öcalan yakalandığında cezaevinde bulunmalarına karar verilmiş ve aynı koğuşa konulmuş bir zamanların sahte "Apo dostları" günümüzün Ergenekon sanıkları Perinçek ve Küçük.
Halil Berktay zerre kadar onaylamadığım bir şahıs, fakat Taraf'taki bir yazısında Perinçek'in Haymana Cezaevi'ne neden konulduğunu anlayamadığını yazıyor! Bu kadar basit bir olayı çözmeye zekası yetmiyor (!) fakat ABD üniversitesi Yale'yi 4' üncülükle bitirmeyi başarabiliyor. Okuyucusunu mu kandırıyor acaba diye düşünebilirsiniz. Sanmam. Aptal değil, hantal. Beyni de hantal çalışıyor. Ama kendini uyanık zannediyor!
"Doğu Perinçek 24 Eylül 1998 günü Ankara'da gözaltına alındı. Bir hafta Ankara Emniyeti'nde gözaltında tutulduktan sonra 30 Eylül 1998 günü Haymana Cezaevi'ne kondu ve 8 Ağustos 1999'a kadar Haymana Cezaevi'ndeydi"
Abdullah Öcalan'ın Suriye'yi terk ettiği tarih Perinçek'in tutuklanma tarihiyle hemen hemen çakışıyor. Ve Öcalan yakalandığı sırada Perinçek Haymana Cezaevi'nde. Öcalan'ın yakalanmasından beş ay sonra tahliye ediliyor.
Çakışan bir başkasının tarihi daha var. O da Yalçın Küçük.1993'te çıktığı yurtdışından beş yıl sonra 29 Ekim 1998'de Türkiye'ye dönüyor ve TC'ye teslim oluyor. Önce Gebze Cezaevi'ne konuyor ardından Perinçek'in yanına Haymana Cezaevi'ne aynı koğuşa.
Derin organizasyon gayet iyi yapılmış; Abdullah Öcalan yakalandığında cezaevinde bulunmalarına karar verilmiş ve aynı koğuşa konulmuş bir zamanların sahte "Apo dostları" günümüzün Ergenekon sanıkları Perinçek ve Küçük.
Halil Berktay zerre kadar onaylamadığım bir şahıs, fakat Taraf'taki bir yazısında Perinçek'in Haymana Cezaevi'ne neden konulduğunu anlayamadığını yazıyor! Bu kadar basit bir olayı çözmeye zekası yetmiyor (!) fakat ABD üniversitesi Yale'yi 4' üncülükle bitirmeyi başarabiliyor. Okuyucusunu mu kandırıyor acaba diye düşünebilirsiniz. Sanmam. Aptal değil, hantal. Beyni de hantal çalışıyor. Ama kendini uyanık zannediyor!
Yalçın Küçük 1998 sonlarında girdiği cezaevi'nden 2000
yılında serbest bırakılıyor. Şimdilerde Perinçek'in
Ulusal Kanalı'nda "Atatürk Gençliği" yetiştirmek için propaganda
yapıyor. 2000’li yılların “derin görev”ini yerine getiriyor.
*** --- ***
Perinçek Görev İcabı
Bir Solcudur !!! (9)
"Atatürkçüler
Kavgası”
Ergenekoncu
Perinçek ile müteveffa Ergenekon
sanığı ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği başkanı Türkan Saylan arasında ne gibi bir çelişki var diye
düşünebilirsiniz. Çelişkiyi NOKTA dergisi muhabiri Birol Biçer derginin 7 -13 Aralık 2007 tarihli altıncı sayısında
şöyle ortaya koyuyor:
"Aydınlık
Gazetesi de Van'ın Şehrivan Gazetesi'ndeki habere dayanarak ÇYDD ekibinin
Van'da gençleri Hristiyanlığa çağırdığını vurguluyor. Türkan Saylan'ı 'Atatürkçü
misyoner' olarak nitelendiriyordu. Haberin spotunda, ünlü 'Haydi Kızlar Okula'
sloganını çağrıştıracak şekilde şu cümle ön plana çıkarılıyordu: 'Haydi Kızlar
Kiliseye!'
"ADD'deki
bu ayrışma genel olarak 'Atatürkçü' çevrelerde de yaşanıyor. Ayrışmanın
temelinde 'ulusalcılık' tartışmaları yatıyor.
Türkan Saylan'ın birkaç yıl önce Cumhuriyet gazetesinde
yayınlanan yazısındaki şu ifade aslında tartışmanın özünü göstermesi açısından
çok anlamlıydı: '...çağdaş dünyada asla yeri olmayan aşırı milliyetçi, aşırı
devletçi görüşlerle el ele vererek Kızıl Elma düşleri kuruyorlar'."
Türkan Saylan, çok doğru bir saptamada bulunmuş, faşist
babanın faşist oğlu olarak Doğu Perinçek'in
faşist oğlu Mehmet Sadık Perinçek
“Kızıl Elma” düşleri doğrultusunda İstanbul Ülkü Ocakları Başkanlığı yapmış olan
bir başka Ergenekon sanığı ve faşist şahıs olan Levent Temiz ile İstanbul/Taksim'de ortak miting düzenlemişti.
*** --- ***
Perinçek Görev İcabı
Bir Solcudur !!! (10)
Perinçek, 12 Eylül darbesi öncesinde KOMÜNİST
ENTERNASYONAL PROGRAMI'nı yayınladı. Öz ve içerik olarak Marks'ın Komünist
Manifestosu ne ise bu eser de 1928 sonrası aynı çizgiyi ifade ediyordu.
12 Eylül sonrasının gençliği bilinçli olarak NATO generalleri tarafından düzenlenen 12 Eylül darbesi ile apolitikleştirilmişlerdi. O yüzden ne Marks'ın Komünist Manifesto'sunu ne de Komünist Enternasyonal Altıncı Dünya Kongresi'nde kabul edilen "Komünist Enternasyonal Programı'nı kavrayamazlardı. Özellikle Perinçek'in de çevresindeki gençleri "birer Atatürkçü vatan kurtaran aslan " olarak yetiştirmeye başlamasıyla birlikte bilinçli olarak teorik görüşler karmakarışık bir hale getirildi. 30-40 yılını devrimci mücadeleye verdiğini iddia eden eşek kadar adamlar başımıza ATATÜRKÇÜ kesildi. Türkiye Cumhuriyeti'nin emperyalist-kapitalist zincirin bir halkası olduğu, askeri bakımdan TC ordusunun eli kanlı faşist NATO'nun üyesi olduğu unutturulmaya çalışıldı. Şimdi buna bir örnek vermek istiyorum, hazır seçim dönemi de sürmekteyken.
12 Eylül sonrasının gençliği bilinçli olarak NATO generalleri tarafından düzenlenen 12 Eylül darbesi ile apolitikleştirilmişlerdi. O yüzden ne Marks'ın Komünist Manifesto'sunu ne de Komünist Enternasyonal Altıncı Dünya Kongresi'nde kabul edilen "Komünist Enternasyonal Programı'nı kavrayamazlardı. Özellikle Perinçek'in de çevresindeki gençleri "birer Atatürkçü vatan kurtaran aslan " olarak yetiştirmeye başlamasıyla birlikte bilinçli olarak teorik görüşler karmakarışık bir hale getirildi. 30-40 yılını devrimci mücadeleye verdiğini iddia eden eşek kadar adamlar başımıza ATATÜRKÇÜ kesildi. Türkiye Cumhuriyeti'nin emperyalist-kapitalist zincirin bir halkası olduğu, askeri bakımdan TC ordusunun eli kanlı faşist NATO'nun üyesi olduğu unutturulmaya çalışıldı. Şimdi buna bir örnek vermek istiyorum, hazır seçim dönemi de sürmekteyken.
Perinçek'in 1980 öncesinde Aydınlık Yayınları arasında yayınladığı
Komünist Enternasyonal Programı adlı eserde şöyle deniliyor:
"Proletarya
diktatörlüğünün ilk aşamasında, proletaryanın diğer sınıflara ve toplumsal
gruplara karşı izlediği siyaset aşağıdaki ilkeler tarafından belirlenir:
"1.
Büyük burjuvazi ve büyük toprak sahipleri, subayların bu sınıfların çıkarlarına
bağlılık duyan kesimleri, generaller ve yüksek devlet memurları işçi sınıfının
azılı düşmanlarıdır ve amansızca bastırılmalıdır." (Komünist Enternasyonal
Programı, s.65, Aydınlık Yayınları, İstanbul l978
Perinçek
ile Ergenekon Davası'ndan yargılanan başta Veli
Küçük ve Muzaffer Tekin gibi
emekli subay ve generaller Komünist Enternasyonal Programı'na göre "işçi sınıfının azılı düşmanlarıdır". Ancak Perinçek bu
faşist unsurlarla öylesine samimidir ki, buna alelade bir vatandaş bile
şaşmaktadır.
İkincisi,
Enternasyonal'in programına göre "işçi sınıfının azılı düşmanları
olan" Emekli general Ergenekon sanığı Çetin
Doğan, Emekli Albay Hasan Atilla Uğur ve bazı emekli binbaşı ve yüzbaşılar Perinçek'in
derin İşçi Partisi'nin ve Ulusal Kanal'ının desteğinde milletvekili
seçilebilmeleri için propagandaları yapılmaktadır.
Ancak,
Soğuk Savaş sürecinin bitmesiyle birlikte emperyalizm tarafından kullanılıp bir
kenara atılmış olmaları nedeniyle "esas destek"lerinden mahrum
kalmışlardır.
Şimdi
bu emekli general, albay, binbaşı ve başçavuş gibi unsurların silahı ve sloganı
ancak şu olabilmektedir.
"TAHTADAN
TÜFEK, KEÇİ BOKUNDAN SAÇMA ERKEKSEN KAÇMA !!"
*** --- ***
Perinçek Görev İcabı
Bir Solcudur !!! (11)
Perinçeklere
Konuşan
Neden Öldürülüyor ?
İster MİT'çi olarak açıklamalar yapsın, ister JİTEM elemanı olsun, isterse Perinçek tarafından kullanılmış, ünlü hale
getirilmiş olsun veya Perinçek'e
muhalefet etmiş devrimci olan bu kişilerin önemli bir kısmı yıllar içinde derin
devlet tarafından öldürülüyor. Fakat Perinçek'e
dokunan yok! İlginç değil mi?
* İbrahim Kaypakkaya, Perinçek'in esaslı muhaliflerindendi. 12 Mart
darbesinde işkenceyle öldürüldü.
* Garbis Altınoğlu da Perinçek'in
muhaliflerinden idi; o da 12 Eylül darbesinde en ağır işkencelerden geçti.
* Mustafa Tutkun, İstanbul'a Perinçek ile tartışmaya gelmişti,
geldiği yer Almanya idi. Gönderen Perinçek'in
muhalifi Ömer Özerturgut'tu.
İstanbul'a ulaştıktan kısa bir süre sonra bir daha haber alınamadı Mustafa Tutkun'dan.
* Gani Bozarslan, o da öldürüldü. Perinçek'e
muhalif bir Kürt devrimciydi. Sanıyorum, Mart veya Nisan 1978'de Üsküdar
sahillerinden suda boğulmuş cesedi çıktı Gani
Bozarslan'ın. Perinçek olayı örtbas etti. Gani Bozarslan o sıralarda
Kumkapı'da bir apartmanın ikinci katında kalıyordu. Kimlerle mi? Hala Perinçek'e kuyrukçuluk yapan Mehmet Cengiz, Hüseyin Karanlık ve Fehmi
Köfteoğlu ve Mustafa Tütüncübaşı
ile. Bunları nereden biliyorum? Çünkü 1978 Mayıs'ında bir ay kadar Cüneyt Akalın'ın evinde kaldıktan sonra
Haziran ayından itibaren Gani Bozarslan'ın
öldürülmesinden sonra onun yaşadığı eve taşınmıştım; ve onun odası ve hatta
onun yatağı benim odam, benim yatağım olmuştu! Gani'nin Kürtlerle ilgili oldukça fazla kitabı vardı, odadaki kitaplığında,
bir kısmını okudum. Fakat bir kaç ay sonra Parti çizgisine (Türkiye İşçi Köylü
Partisi çizgisi) muhalefet etmeye başlamıştım. İşte bu sıralarda bir tartışma
esnasında Mehmet Cengiz, Hüseyin Karanlık'a şöyle demişti: Bu
odada, bu yatakta yatan da Parti'ye muhalefet ediyor. Aslında yattığım yatak
dağlar gibi engebeli ve sert bir yataktı. Gani'nin
herhalde o yatağı değiştirme talebine ömrü yetmemişti. Ben o yatağı değiştirmek
için Aydınlık gazetesinin panosuna bir yazı yazdım. Bir adet yatağa ve bir
battaniyeye ihtiyacım olduğunu belirtmiştim. Aynı gün gazetenin giriş kapısında
Doğu Perinçek ile karısına
rastladım. Onlar Perinçek için
kullanılan arabanın içindeydiler. Beni çağırdı, arabaya davet etti, "Bizim
evde fazla yatak ve battaniye var; bizimle gel onları alırsın" dedi. Fakat
"sağol" diyerek gitmedim ve almadım. Sevmediğim, karşı çıktığım bir
insan çok değerli bir şey verse ve onu alsam bile kullanmam, o şeyi paramparça
ederim. Karakterim böyle.
* Ünlü ateist müftü Turan Dursun, o da katledildi. Perinçek kaybolmuş itibarını biraz Turan Dursun'un yazıları sayesinde geri
almıştı. Perinçek'in Turan Dursun'u ilişkiye soktuğu
kişilerden biri de MİT'te çalışan teyzesinin oğlu Gürbüz Tüfekçi'dir. Gürbüz
Tüfekçi, Turan Dursun'a Burjuva Kemal'in
MU Uygarlığıyla ilgili devlet kasasında bulunan ezoterik yazılarını
getirmiştir.
Bence Turan Dursun yazacağını yazmış, artık
öldürülmesinde bir sakınca kalmamıştı ve öldürüldü. Kontrgerilla'yı
çökerttiğini, kontrgerillaya çok büyük darbeler vurduğu yalanını yayan Perinçek; Mustafa Tutkun, Gani Bozarslan, Turan Dursun cinayetlerini
aydınlatsın, kimseye martaval okumasın. Fakat bunu gerçekleştiremez çünkü
bizzat kendini ifşa etmiş olur. Şimdi aklıma gelen bir başka olaydan
bahsedeyim. Perinçek'e muhalefet
ettiğim aylarda Hüseyin Karanlık bir
gün benden Aydınlık gazetesi'nin arşivinden Şafak'ları getrirmemi istedi. Arşiv
sorumlusu arkadaştan ciltli olan Şafak dergilerini aldım ve ambalajlayarak eve
doğru (Cağaloğlu'ndan Kumkapı'ya doğru) yaya olarak yola çıktım. On onbeş metre
ötede bulunan ve kağıt tüccarlarına çay servisi yapan bir çay ocağına oturdum
ve düşünmeye başladım. Yolda polise yakalanırsam ne diyecektim! Çünkü Şafak'lar
yasak yayına giriyordu. Ne söyleyeceğime karar verip çay ocağından ayrıldım.
Beyazıt Küllük'ün yakınındaki ana caddeye dönmek üzereydim ki üç kişi üzerime
atladı ben daha konuşmaya fırsat bulamadan beni beyaz bir Renault'un arka
koltuğuna oturttular, ikisi habire başıma, yüzüme ve karın boşluğuma vurmaya
başladı. Biri "Demek yasak yayın taşıyorsun ha. Bunu sana
göstereceğiz." dedi. Ben kendimi toparlayıp "Benim yasak yayınla işim
yok" dedim. "Nereden geliyorsun, elindeki paket ne?" diye
sordular. Onlara önceden hazırladığım yalanı söyledim. "Ben Günaydın
gazetesinin karşısındaki ENVAR NEŞRİYAT'ta çalışıyorum. Bu pakette mübarek
Kuran'ı Kerim var. Şimdi onu müşteriye götürüyorum." dediğimde, onlar sözlerime inandı ve
"Biz ötekini nerde kaybettik, yanlış adamı yakalamışız" diyerek beni
arabadan indirdiler, arkamdan küfrederek etrafa tekrar bakmaya başladılar.
Tabii ben onları telaşa kaptırmamak için yavaş yavaş oradan uzaklaştım. Akşam evde
başıma gelenleri anlattığımda Hüseyin
Karanlık'ın yüzü kıpkırmızıydı. Hüseyin
Karanlık'ın veya çevresinin bana yönelik ikinci provakasyonu da Kars'ta
gerçekleşti. Mart 1981'de Kars Orduevi'nde yazıcı olarak askerlik yapıyordum.
Aynı ay Van'daki bir piyade taburundan Hüseyin
Karanlık adına gönderilmiş bir mektup aldım. Mektup "görülmüştür"
damgalıydı, yani Hüseyin Karanlık
askerdi ve bana mektup göndermişti. Kuşkulanmama rağmen mektubu açtım ve
okudum. Askerlikten memnun olup olmadığımı ve darbe konusunu üstü kapalı
soruyordu. Evet, bu bir tuzaktı bana askeriye aleyhinde bir şeyler yazdırtıp
tutuklatacaklardı. Tabii ona yazdığım mektupta hevesi kursağında kalan şeyler
yazdım. "Askerliğin tam benim düşündüğüm gibi bir toplum modeli olduğunu,
burada herkesin eşit bir şekilde aynı yemeği yediğini, aynı koğuşlarda
kaldığını, aynı elbiseyi giydiğini vb" yazdım. Ve gönderdim. Bir daha
haber gelmedi Hüseyin Karanlık'tan.
Ve işin ilginçliğine bakın ki, aradan 20 yıl kadar geçmişti, Pencere
Yayınları'nda (Eski Aydınlıkçı Muzaffer
Erdoğdu'nun yayınevi) ben, Muzaffer
ve yine eski arkadaşlarımızdan Bahri, muhabbet ediyorduk. Söz Hüseyin Karanlık'tan açılmıştı. Başıma
gelen bu mektup olayını anlattım. Muzaffer
ile Bahri Çakır şaşırdı. Hüseyin Karanlık'ın hala askerlik yapmadığını
söylediler. Demek ki bu bir provokasyondu. Ve şimdi şöyle düşünüyorum, bunlar Veli Küçük ile beraberler mi acaba o
tarihte de. Yani 1981 başlarında Veli
Küçük Van'da görevli bir subay mıydı? Bu önemsiz gibi görünen bağlantı bile
Perinçek'in 12 Eylül öncesinde
Kontrgerilla ile birlikte olduğunun somut bir kanıtıdır. Tabii, bence, Perinçek hayatında bir saniye bile
solcu olmamış bir devlet görevlisidir. O hiçbir zaman solcu değildi, onu
solculaştırarak solun içine bir truva atı olarak soktular. Onun hapse girişleri
bile ya darbe nedeniyle mecburiyetten ya da verilmiş bir görevin yerine
getirilmesi amacıyladır. O hiçbir zaman devrimci mahkum olmamıştır. Aynen Yalçın Küçük gibi "görev
icabı" mahkumdur.
* Tekrar konunun yan
unsurlarından ana unsurlarına dönelim; Binbaşı Cem Ersever'in öldürülmesi olayına. JİTEM'ci Cem Ersever de öldürülmeden önceki günlerde kendisi gibi
düşünenlerle derin devlete karşı bir gruplaşma içine girmiş, çelişki içine
düşmüştü. Ve bütün bunları röportaj halinde bugünün Ergenekon sanığı Aydınlıkçı
Soner Yalçın'a anlatıyordu. Röportaj
Perinçek'in dergisinde
yayınlanacaktı. Fakat o günlerde öldürüldü.
* Ferdi Tamer olayı da benzer bir son.1987'de bir röportaj yapılıyor.
Konu 1.MİT Raporu ve birkaç yıl sonra Ferdi
Tamer öldürülüyor.
* Bugünlerde
öldürülen MİT'çi Haluk Akter'de Perinçek'in dergisiyle röportaj yapanlardan. Anlayabildiğim
kadarıyla, gerek MİT içinde gerekse ERGENEKON / ÖZEL HARP Dairesi içinde iki
kanat arasında zaman zaman keskin çelişkiler yaşanıyor. Bu çelişkiler ölümle
sonuçlanabiliyor; Hiram Abas'ın ölümü,
Eşref Bitlis'in ölümü vb. gibi.
Devletin dernliklerinde iki gerici, iki faşist kanat mevcut biri a) Askeri çizgiyi, diğeri, b) Sivillerin
çizgisini temsil ediyor. Askeri faşist zihniyetle, sivil faşist zihniyet
çarpışıyor. Bakalım daha ne ölümler göreceğiz. Bugün Ergenokon'un arabasına
koşulmuş beygirlerden olan ve kendini yarış atı zanneden hangi
"gazeteci"ler hangi yıllarda ve nerede ne şekilde ölüm yolculuğuna
gönderilecek.
* Ayrıca bir başka düşüncem de şu; acaba
aktivitesini kesmek için mi, yoksa bilemediğimiz bir başka suçtan dolayı "
bir çeşit ilaç" ile mi yürüyemez ve nefes alma zorluğu çeker hale
getirildi JİTEM'ci Albay Arif Doğan ???!!!
*** *** ***
MİT'te Ne Oluyor?
MİT'te Ne Oluyor?
Salı günü evinde ölü bulunan Eski MİT'çi Haluk Akter'in, cinayete kurban gittiği anlaşıldı. Olayın ilginç
yanı, Akter'in son 5 ayda ölen 6.
MİT mensubu olması. Ancak daha da ilginci; Akter
1. MİT raporunu hazırlayan isimleri ortaya çıkaran isim olması.
Eski MİT'çi Haluk Akter'in ölümünün intihar değil, cinayet olduğu belirlendi. Bodrum'daki evinin banyosunda ölü bulunan 63 yaşındaki Akter'in yapılan otopsisinde başında üç kurşun deliğine rastlandı. Kurşunlardan ikisinin Akter'in ensesinden, birinin de şakağından girdiği belirlendi.
"Haluk Akter'in cenazesi, emekli olduktan sonra yerleştiği Bodrum'da toprağa verildi. Eski MİT'çi Akter 1977-1990 yılları arasında MİT'te görev aldı. Emekli olduktan sonra Söz Gazetesi ve Nokta Dergisi'nde çalışan Akter 1. MİT raporu olarak bilinen raporun ortaya çıkmasında önemli rol oynadı.
"2000'e Doğru Dergisi, 1988'deki "Ses bantlarını açıklıyoruz- MİT raporunu hazırlayanlar" başlıklı haberinde 1. MİT Raporunu hazırlayan isimleri açıkladı. Haberin kaynağı ise eski MİT'çi Haluk Akter'di.
"Akter, bir telefon konuşmasında eski bir MİT'çi olan Ferdi Tamer'e raporu hazırlayan isimleri bir bir anlattı. O sırada 2000'e Doğru'nun bürosunda olan Ferdi Tamer ise o konuşmayı kaydetti.
"Haberin yayımlanmasının ardından raporu yazan MİT Kontrterör Merkezi Başkanvekili Mehmet Eymür ile birlikte Hiram Abas ve Korkut Eken teşkilattan uzaklaştırıldı.
Raporu yazan isimleri Haluk Akter'den alan Ferdi Tamer de 1990 yılında öldürülmüştü."
Eski MİT'çi Haluk Akter'in ölümünün intihar değil, cinayet olduğu belirlendi. Bodrum'daki evinin banyosunda ölü bulunan 63 yaşındaki Akter'in yapılan otopsisinde başında üç kurşun deliğine rastlandı. Kurşunlardan ikisinin Akter'in ensesinden, birinin de şakağından girdiği belirlendi.
"Haluk Akter'in cenazesi, emekli olduktan sonra yerleştiği Bodrum'da toprağa verildi. Eski MİT'çi Akter 1977-1990 yılları arasında MİT'te görev aldı. Emekli olduktan sonra Söz Gazetesi ve Nokta Dergisi'nde çalışan Akter 1. MİT raporu olarak bilinen raporun ortaya çıkmasında önemli rol oynadı.
"2000'e Doğru Dergisi, 1988'deki "Ses bantlarını açıklıyoruz- MİT raporunu hazırlayanlar" başlıklı haberinde 1. MİT Raporunu hazırlayan isimleri açıkladı. Haberin kaynağı ise eski MİT'çi Haluk Akter'di.
"Akter, bir telefon konuşmasında eski bir MİT'çi olan Ferdi Tamer'e raporu hazırlayan isimleri bir bir anlattı. O sırada 2000'e Doğru'nun bürosunda olan Ferdi Tamer ise o konuşmayı kaydetti.
"Haberin yayımlanmasının ardından raporu yazan MİT Kontrterör Merkezi Başkanvekili Mehmet Eymür ile birlikte Hiram Abas ve Korkut Eken teşkilattan uzaklaştırıldı.
Raporu yazan isimleri Haluk Akter'den alan Ferdi Tamer de 1990 yılında öldürülmüştü."
*** --- ***
Perinçek Görev İcabı
Bir Solcudur !!! (12)
“Kemalistlerin İki Yüzlü Subayları”
Doğu
Perinçek'in Kaynak Yayınları 1991 Şubat'ında "Lenin, Stalin, Mao'nun
Türkiye Yazıları" nı yayımladı.
Önce Stalin'in Kemalist Devrim ve Kemalistler hakkında neler söylediğine bakalım:
"Kemalist bir devrim Çin'de mümkün müdür?
"Ben bunu ihtimal dışı ve bu sebeple imkansız görüyorum.
Önce Stalin'in Kemalist Devrim ve Kemalistler hakkında neler söylediğine bakalım:
"Kemalist bir devrim Çin'de mümkün müdür?
"Ben bunu ihtimal dışı ve bu sebeple imkansız görüyorum.
"Kemalist bir devrim, sadece Türkiye, İran ve Afganistan gibi sanayi
proletaryası hiç olmayan veya hiç denecek kadar az olan, köylülerin güçlü bir
toprak devriminin gelişmediği ülkelerde mümkündür. Kemalist devrim, bir üst
tabaka devrimidir, milli ticaret burjuvazisinin devrimidir. Bu devrime, yabancı
emperyalistlere karşı mücadele içinde varıldı ve devrimin daha sonraki
gelişmesi esas olarak köylü ve işçilere karşı, evet, toprak devrimi imkanlarına
karşı yöneliyor............... Orada, yani Türkiye'de emperyalizme karşı
mücadele, Kemalistlerin cılız kalan bir anti-emperyalist devrimiyle sona
erebildi.....Çin milliyetçileri arasında Kemalizm taraftarlarının olduğunu
biliyoruz. Kemal'in rolüne talip olan şimdi orada az değildir. Bunların
arasında en başta geleni Çan Kay şek'tir."
(Doğu Perinçek, LENİN, STALİN,
MAO'NUN
TÜRKİYE YAZILARI, s.162,
Kaynak Yayınları, İkinci Baskı: Şubat 1991)
Şimdi Mao'nun Türkiye üzerine görüşlerine
bakalım:
"1927'deki Birinci Büyük Devrim
başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra, Çin burjuvazisinin bazı mensupları
Kemalizmi ateşli bir şekilde savunmamışlar mıydı? Ama Çin'in Kemal'i nerede ?
Ve Çin'in burjuva diktatörlüğü ile kapitalist toplumu nerede? Zaten Kemalist
Türkiye bile ,gittikçe daha çok bir yarı-sömürge haline, gerici emperyalist
dünyanın bir parçası haline gelerek sonunda kendini İngiliz-Fransız
emperyalizminin kollarına atmak zorunda kalmıştır." (Aynı eser, s.164)
Tekrar Stalin'e dönelim:
"Gelgelelim, yeni bağımsız milli
devletlerin oluşması, milliyetlerin barış içinde birarada yaşamalarını
getirmedi, getiremezdi de. Bu gelişme ne milli eşitsizliği, ne de milli baskıyı
yok ediyordu, edemezdi de. Çünkü özel mülkiyete ve sınıf farklılığına dayananan
yeni milli devletler,
a) Kendi milli azınlıklarını ezmeksizin
(Polonya Byelo Rusları, Yahudileri, Litvanyalıları, Ukraynalıları, Ermenileri
eziyor; Gürcistan Ossetleri, Abazaları, Ermenileri eziyor; Yugoslavya
Hırvatları, Boşnakları eziyor vb.),
b) Komşuları zararına çatışmalara ve
savaşlara yol açan fetihlere girişmeksizin (Polonya, Litvanya'nın, Ukrayna
Rusya'nın zararına, Yugoslavya Bulgaristan zararına, Gürcistan Ermenistan ve
Türkiye zararına vb.),
c)
Emperyalist büyük' devletlere mali, ekonomik ve askeri bakımdan bağımlı duruma
düşmeksizin yaşayamazlar." (Aynı eser, s.153 -154)
Son sözü Lenin'e bırakalım ve sonra da
Perinçek'în ustaları neredeyse harfi harfine nasıl da kopya ettiğini, ancak
Parti'sindeki general, albay, binbaşı, yüzbaşı ve başçavuş emeklilerinin bu
tahlillere ne diyeceklerini düşünelim. Evet ne diyebilirler ki üniversitenin
giriş kapısında simitçi kılığına girmiş "sivil memur" a ne denebilir?
"Kemalistlerin
İkiyüzlü Subayları”
"Türkiye'de, özellikle M.Kemal'in
ordusunda Sovyet propagandası yapılması için ısrar edilmeli ve Kemalistlerin
ikiyüzlü subaylarının içyüzünü ortaya koymalısınız." 14 Aralık 1920,
Lenin'in telgrafı, Aynı eser, s.149)
Perinçek,
Harfi Harfine Ustaları Kopyalıyor
"Kemalist devrim, ilk adımda, yani
burjuva kurtuluş hareketi aşamasında kaldı. Gelişmesinin ikinci aşamasına,
toprak devrimi aşamasına geçme girişiminde bile bulunmadı. Ankara, emperyalizme
karşı savaş yürütürken, Ekim devrimi Rusya'sı ona yardım etmekle doğru bir iş
yapmıştı, Lenin'in anlayışına göre davranmıştı. Çünkü Ankara'nın mücadelesi
emperyalizmin güçlerini parçaladı, emperyalizmi zayıflattı ve itibarını sarstı.
Böylece dünya devriminin merkezinin gelişmesini, Sovyetlerin gelişmesini
kolaylaştırdı.
"Kemalist devrim, sadece Türkiye, İran
ve Afganistan gibi sanayi proletaryası hiç olmayan veya hiç denecek kadar az
olan, köylülerin güçlü bir toprak devriminin gelişmediği ülkelerde mümkündü.
Kemalist devrim, bir üst tabaka devrimiydi; milli ticaret burjuvazisinin
devrimiydi. Bu devrime yabancı emperyalistlere karşı mücadele içinde varıldı ve
devrimin daha sonraki gelişmesi, esas olarak köylü ve işçilere karşı, toprak
devrimi imkanlarına karşı yöneldi. Kemalist hükümet, işçi ve köylülere karşı
mücadelenin hükümetiydi, içinde komünistlere yer yoktu ve yer olmayacaktı.
"Kemalizm yolu, Doğu ülkeleri için
gerçekleşebilir bir örnek miydi? Türkiye'de burjuvazinin cılız Kemalist
diktatörlüğü belli özel koşullarda ortaya çıktı. Birinci Dünya Savaşı'ndan ve
Ekim Devrimi'nden sonra burjuvazi, Yunan saldırısını püskürtmede gösterdiği
başarı ve proletaryanın zayıflığı sayesinde bu rejimi kurdu. İkinci bir Türkiye
olamazdı. Kemalist Türkiye bile, gittikçe daha çok bir yarı-sömürge haline,
gerici emperyalist dünyanın bir parçası haline gelerek sonunda kendini
İngiliz-Fransız emperyalizminin kollarına atmak zorunda kaldı." Aynı eser, s.31-32)
Perinçek,
bir yandan Mustafa Kemal'inin cilt cilt kitaplarını basıp ucuz fiyatlarla
satmak için Ulusal Kanal'ında reklam kampanyaları düzenliyor. Öte yandan
yukarıdaki Marksist-Leninist-Maoist tahlilleri benimsediğini teyit ediyor.
Tabii çevresindeki emeki albay ve generaller,
Engin Ardıç üslubuyla söyleyecek olursak "keriz" değiller. Ama
birilerinin "kerizlendiğinin" pekala bilincindeler.
*** --- ***
Perinçek Görev İcabı
Bir Solcudur !!! (13)
Denktaş
Bilmecesi !
Perinçek, Denktaş konusunda da tam bir bilmeceye dönüşmüştür.1970'lerden itibaren Kıbrıs ve Denktaş konusunda ne söylediyse Soğuk Savaş sonrasında tam tersini söylemeye başlamıştır.
Amerikan faşistlerinin ve güdümündeki NATO'nun Soğuk Savaş'a son vermesiyle birlikte Türk Derin Devleti tam bir açmaza düşmüştür. Eski çizgisinden ayrılmak istemeyen derin yapılanma, gözlerde ve beyinlerde öylesine riskli ve çelişkili imajlar oluşturmuştur ki, buna şaşmamak elde değildir.
Bu şaşılası çelişkilerden biri de Perinçek'in Denktaş konusundaki tutumudur. Perinçek 2000'lerden itibaren içinde Denktaş'ın da yer aldığı mitingler düzenlemiştir. Denktaş onun dostu olmuştur.
Peki, Perinçek'in 2000'e Doğru dergisi 2000 yılı öncesinde, örneğin 1987'de "Yönetim Desteğinde Dini Faaliyet" başlıklı yazıda bakalım neler söylenmiş:
Perinçek, Denktaş konusunda da tam bir bilmeceye dönüşmüştür.1970'lerden itibaren Kıbrıs ve Denktaş konusunda ne söylediyse Soğuk Savaş sonrasında tam tersini söylemeye başlamıştır.
Amerikan faşistlerinin ve güdümündeki NATO'nun Soğuk Savaş'a son vermesiyle birlikte Türk Derin Devleti tam bir açmaza düşmüştür. Eski çizgisinden ayrılmak istemeyen derin yapılanma, gözlerde ve beyinlerde öylesine riskli ve çelişkili imajlar oluşturmuştur ki, buna şaşmamak elde değildir.
Bu şaşılası çelişkilerden biri de Perinçek'in Denktaş konusundaki tutumudur. Perinçek 2000'lerden itibaren içinde Denktaş'ın da yer aldığı mitingler düzenlemiştir. Denktaş onun dostu olmuştur.
Peki, Perinçek'in 2000'e Doğru dergisi 2000 yılı öncesinde, örneğin 1987'de "Yönetim Desteğinde Dini Faaliyet" başlıklı yazıda bakalım neler söylenmiş:
"Tarikatlar
çalışmalarını hızlandırırken Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın da boş durmadığı görülüyordu. Denktaş dini akımlara destek vermenin yanı sıra, kendisi de
Kuran'dan İlhamlar adlı bir kitap yazarak 'din deyince dudak büken gençleri'
eğitmeye çalışıyordu. Denktaş kitabına
yazdığı önsözde laiklik okullarda din dersi verilmesine uygun mudur
tartışmasını 'şamata' olarak görüyor din eğitimine 'ciddiyetle eğilelim'
çağrısında bulunuyordu. Denktaş yine
kendi yazdıklarına göre 'Kıbrıs'ta İslamın ve Türklüğün üç asırlık mührünü
gözle görülür hale getirmek için' çaba gösteriyordu. 'Karınca kararınca' bu
çabalar arasında burslar vererek din adamı yetiştirilmesi Kuran'ın basılıp
yayılması gibi faaliyetler de vardı. Bugünkü gidişi 'çıkış yolu' görmeyen Denktaş, 'Bu düşüncelerdir ki, Kuran'ı Kerim'den aldığı ilhamı genç
kuşaklara aktarmak' istediğini belirtiyordu." (İkibine
Doğru, 14-21 Mart 1987, s.27)
Evet gördüğümüz gibi, Kıbrıs'ta yoğun olarak din yayıcılığı yapan Denktaş, Türkiye'de din karşıtı, ateist olarak tanınan Perinçek ile nasıl oluyor da mitinglerde birlikte boy gösteriyor? Bu iki tip kitleleri aptal mı sanıyor? Nasıl da utanmadan yanyana gelebiliyorlar...
Evet gördüğümüz gibi, Kıbrıs'ta yoğun olarak din yayıcılığı yapan Denktaş, Türkiye'de din karşıtı, ateist olarak tanınan Perinçek ile nasıl oluyor da mitinglerde birlikte boy gösteriyor? Bu iki tip kitleleri aptal mı sanıyor? Nasıl da utanmadan yanyana gelebiliyorlar...
*** --- ***
Perinçek Görev İcabı
Bir Solcudur !!! (14)
Perinçek'in Teyzesinin oğlu
Gürbüz Tüfekçi kimdir ?
Perinçek'in, MİT ajanı olduğu yaygın olarak söylenen ve eski damat Gün Zileli'nin Havariler kitabında da
kendisinden bahsedilen teyzesinin oğlu Gürbüz Tüfekçi, Mart 1987 tarihi
öncesinde olmak üzere Atatürk Kültür, Dil
ve Tarih Kurumu, Atatürk Araştırma
Merkezi, Asli Üyesi'dir. Bu kurum faşist darbe sonrasında Kenan Evren tarafından kurulan
"Yüksek Kurul"lardan biridir.) Gürbüz
Tüfekçi akrabası Perinçek'e
Atatürkçülük konusunda "Neslimiz tükenmedi" diyerek itiraz ediyor.
Şimdi itirazın ayrıntısına geçelim. Ve 14-21 Mart tarihli 2000'e Doğru dergisi 25.sayfasında neler yazıldığına bakalım.
"ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ ÜYESİ GÜRBÜZ TÜFEKÇİ'NİN AÇIKLAMASI" başlığını taşıyan yazının alt başlığı şöyle :
"Neslimiz tükenmedi"
Şimdi itirazın ayrıntısına geçelim. Ve 14-21 Mart tarihli 2000'e Doğru dergisi 25.sayfasında neler yazıldığına bakalım.
"ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ ÜYESİ GÜRBÜZ TÜFEKÇİ'NİN AÇIKLAMASI" başlığını taşıyan yazının alt başlığı şöyle :
"Neslimiz tükenmedi"
"Dergimizin
8.sayısında, 'Atatürk ve Allah' başlıklı
kapak haberimizle ilgili olarak Doğu
Perinçek'in yazısında şu görüşlere yer veriliyordu:
"Resmi Atatürkçülük iflas etmiştir. İçtihat kapısı kapanmıştır. Toplumumuzda, canlılık belirtisi kalmamış, hiçbir fikir üretemeyen, en taşlaşmış ideolojik çevre onlardır. Üniversitenin en yeteneksiz, en cahil, en eyyamcı artık içi geçmiş unsurlarıyla bazı emekli askerler, mollalarınkinden farksız bir 'ilim' anlayışının temsilcileri olarak gözüküyorlar. Şerhçidirler, hepsi o. Öte yandan Kemalizmin devrimci geleneğine bağlı olanların ise nesli tükenmektedir. Çünkü Kemalizm bir ideoloji olarak devrimci rolünü tamamlamıştır."
"Resmi Atatürkçülük iflas etmiştir. İçtihat kapısı kapanmıştır. Toplumumuzda, canlılık belirtisi kalmamış, hiçbir fikir üretemeyen, en taşlaşmış ideolojik çevre onlardır. Üniversitenin en yeteneksiz, en cahil, en eyyamcı artık içi geçmiş unsurlarıyla bazı emekli askerler, mollalarınkinden farksız bir 'ilim' anlayışının temsilcileri olarak gözüküyorlar. Şerhçidirler, hepsi o. Öte yandan Kemalizmin devrimci geleneğine bağlı olanların ise nesli tükenmektedir. Çünkü Kemalizm bir ideoloji olarak devrimci rolünü tamamlamıştır."
"Atatürk
Araştırma Merkezi Asli Üyesi Gürbüz
Tüfekçi, 'Kemalizmin devrimci
geleneğine bağlı ' bir araştırmacı
olarak, Doğu Perinçek'in yazısında
kendisini ilgilendiren son iki cümleyle ilgili bir açıklamayı dergimize
göndermiş bulunuyor. Aynı zamanda ODTÜ'de 'İnkılap Tarihi' dersi veren Gürbüz Tüfekçi’nin açıklaması aynen şöyle :" diyor ve devam ediyor.
Görüldüğü
üzere Perinçek ile teyzesinin
oğlu, ajan unsur Gürbüz Tüfekçi anlaşamıyor. Tabii bu anlaşamama durumu bir
cambazlık oyunundan başka bir şey değil. Nitekim Kemalizm için "iflas
etmiştir" ve "...Kemalizm bir ideoloji olarak
devrimci rolünü tamamlamıştır."
diyen Perinçek, 2011 Milletvekili Genel Seçimleri'nde bazı
general ve subay eskileriyle
"Atatürk'te birleştik!"
sloganı altında seçimlere katılmış ve güdümündeki Ulusal Kanal aynı
slogan doğrultusunda
ajitasyon-propaganda çalışmaları yapmıştır.
Eski
defterleri açınca, Perinçek'in ne mal olduğu çok net olarak ortaya çıkıyor...
*** --- ***
Perinçek Görev İcabı
Bir Solcudur !!! (15)
Perinçek'in PKK'ye Karşı Tavrı Üç Dönem İçerir
BİRİNCİ
DÖNEM, 1978-1987 ARASI DÜŞMANLIK DÖNEMİ;
İKİNCİ
DÖNEM, 1987-1992 ARASI SAHTE DOSTLUK VE PKK'Yİ İÇTEN VURMA DÖNEMİ;
ÜÇÜNCÜ
DÖNEM, 1992'DEN GÜNÜMÜZE, PKK'YE KARŞI AÇIK VE CEPHEDEN DÜŞMANLIK VE KARA PROPAGANDA
VE DE DEVLET AĞZIYLA KONUŞMA DÖNEMİ.
Perinçek, 1990'ların ortalarından itibaren Kürt Solu Hareketine
karşı düşman bir çizgi izlemeye başladı. Perinçek'in
Kürt Solu düşmanlığı 1980 öncesinde de vardı, 1980 sonrasında da vardı.
1984 yılında Saçak dergisindeki başyazısında PKK için "çete, çapulcu,
eşkiya" diyordu.
Ancak yıl 1987'ye gelince PKK için "gerilla hareketi" demeye başladı. 1993'lerden itibaren ise PKK yine düşman ilan edildi. 2005'lerden sonra PKK'yi MİT'in, CIA'nın kurduğunu söylemeye başladı.
Şimdi, Perinçek'in Nisan 1990 tarihinde Teori dergisinde Arslan Kılıç ile yaptığı röportaja bakalım. O günlerde devleti tukaka gören Perinçek özellikle 1995 sonrası tam anlamıyla aslına döndü ve devletçi-milliyetçi yüzüyle devlet elden gidiyor, vatan bölünüyor diye ağlayıp sızlamaya başladı.
"Devletin İki Dayanağı: Askeri Güç ve Aşiret Reisleri
A.Kılıç: Devlet-aşiretler ilişkisi?
D.Perinçek: Devletin artık bölgede askeri dayanağı dışında bir gücü kalmamış. Askeri gücün ulaşamadığı ya da tek başına kontrolü sağlamaya yetmediği yer ve durumlarda boşluğu aşiret reisleri, ağalar, beyler dolduruyor. Onlara açık ve resmi anlaşmalarla devlet adına hareket etme yetkisi verilmiş. Bilindiği gibi, devlet eskiden, hakim sınıf karakterinden dolayı, bölgede toplumsal ve siyasal ilişkiler alanında bunlara dayanıyor. bunlara destek oluyordu. Öte yandan Cumhuriyet'in ilk yıllarında çıkarılan aşiret reisliği, ağalık, beylik gibi ünvan ve statüleri hiç değilse resmi düzeyde kaldıran yasalar vardı. Burjuva cumhuriyetçi ideoloji nedeniyle, devlet aşiret reislerini resmen muhatap almıyor, yasal toplumsal statüler, kurumlar vb. olarak tanımıyordu. Bunları evrimci kapitalist gelişmenin yavaş ve kendiliğinden burjuvalaştırma yoluyla tasfiyesi sürecine terketmişti. Şimdi devlet, ağalığı, aşiret reisliğini, açıkça ve resmen muhatap aldı. Bölgede görevli generaller, aşiret reisleriyle güvenlik toplantıları yapıyor, tutanaklar imzalıyor, yeminler ediyorlar. Valiler, kaymakamlar, aşiret reisleri ile devleti temsilen görüşmeler yapıyorlar, devlet adına aşiret ilişkileri düzenliyorlar ve bunları kamuoyuna da açıklıyorlar...
A.Kılıç: Evet geçenlerde televizyonun 20.00'daki ana haber bülteninde, hem de önemli haberler arasında ve görüntülü olarak, yanılmıyorsam Van valisinin hasım iki aşireti barıştırma töreni veridi... Otorite ve kontrolü onlara dayanarak sürdürme siyaseti, aşiret reisliğini, devlet televizyonunun gözünde generallik, nahiye müdürlüğü filan gibi resmi bir statü ve ünvan durumuna getirdi.
D.Perinçek: Atatürk Yüksek Kurulu'nun belgelerinde, rejimi sürdürmek için 'oralarda ağalığa dayanmak gerektiği' , devletin resmi politikası olarak açıklanıyor. Bir süre önce Nokta dergisinde, eski Asayiş Kolordu Komutanı İsmail Selen açık açık, 'orada aşiret yapısı dağılmamalı, biz orada, askeri güç yanında ancak aşiret ağalarına dayanarak tutunabiliriz' dedi. Hatta, Tahir Adıyaman geçenlerde 2000'e Doğru'da yayınlanan röportajında, kuşkusuz bu siyasetten cesaret alarak, Olağanüstü Bölge Valiliğ'nin kendilerine verilmesini istiyordu. Şu anda Türk devleti orada son çare olarak onlarla açıktan işbirliği halinde.
Ama aşiretlerin tümü de devletle birlikte değil. Kurum olarak ona yaslanıyor, ama bir kısım aşiretler de, milli baskı, milli eşitsizlik nedeniyle devlete karşı bir konuma hızla kayıyorlar.
Bölgede gerilla hareketinin halk içinde geniş, yaygın bir sempati yarattığı çok açık. Onun dışında, şehirlerde yer yer aydınlar ve öğrenciler arasında reformcu Kürt örgütlerinin belli bir etkisi var, ama gerilla hareketi ile karşılaştırıldığında çok zayıf. (....)
A.Kılıç: Gerilla savaşının geliştiği bölge, feodal ilişkilerin, feodal kültürün, ataerkil ilişkilerin en yoğun olduğu bölge idi geçmişte. Gelişen milli uyanış ve devrimci mücadele bu ilişkileri hızla çözüyor mu? Toplantılarınıza kadın katılımı nasıldı ve bölgedeki gerilla savaşı kadını özgürleştirmede köklü dönüşümler yaratıyor mu?
D.Perinçek: Kesinlikle ve büyük ölçüde, tahminlerin ötesinde yaratıyor. En güzel cevap dağda kadın gerilla var... Öte yandan...
A.Kılıç: Evet, işte en köklü özgürleştirici sanırım. Kadın, erkeğin yaptığı en zor, onun tekelindeki işi yapıyor ve erkeklerin de yer aldığı birliklere komuta ediyor, emir veriyor, onları yönetiyor...
D. Perinçek: Evet öte yandan şunu da duydum: Gerillalar öldürülmüş, öldürülen kızların 'muayeneleri yapılmış ve kız çıkmışlar' diye hararetli bir şekilde konuştuklarına da tanık oldum insanların.
En uç, en ileri mücadele biçimlerine kadınlar giriyor. Bu aynı zamanda, mücadelenin toplumu değiştirdiğini ve geleneksel ilişkileri parçaladığını gösteriyor. Türkiye'de kamuoyu, hele bir kısım sosyalistler dikkat etmiyor; orada bir anti-feodal devrim yaşanıyor. Cumhuriyetin yapamadığını şimdi orada yoksul köylüler yapıyorlar. Toprak ağalığı, şeyhliği paramparça ederken, kadın-erkek ilişkilerindeki geleneksel köstekleri de adım, adım parçalıyorlar. Herkes işin milli yönüne, askeri cephesine bakıyor. Hareketin demokratik özgürleştirici yönünü görmüyorlar. Özellikle altını çiziyorum: Kadın-erkek eşitliği ile bugün en köklü anti-feodal gelişme, yoksul köylü mücadelesiyle oluyor. Yani birey'i, özgür birey'i, ayağa kalkan köylü yaratıyor. İstanbul'dan, yorgun, bırakmış kimseler aracılığıyla 'kollektif mücadele insanı kişiliksizleştirdi, ezdi', özgür bireyler yerine ezik insanlar üretti.' filan gibi edebiyatlar yapıladursun; birey'in özgürleşmesi adına kollektif mücadele düşmanlıkları yapıladursun, işte özgür birey'in en olmadığı yerde onu yaratan da kollektif mücadele. Adam bir kollektif içinde olduğu zaman, sırt sırta verip birleştiği zaman ayağa kalkabiliyor ve itiraz edebiliyor. İtiraz ettiği zaman da adam doğuyor, adam oluyor. İtiraz etmeyen, boyun eğen, maraba ve yanaşma, jandarmadan korkan, kaymakamın önünde iki büklüm olan adam, özgür-birey değil ki. O bireyi mücadele içindeki kollektifler yaratıyor, özgürleştiriyor.
Toplantılarımıza gelince... Kadın katılımı azdı, çok azdı. Diyarbakır'da geniş bir kadın katılımı vardı, ama diğer yerlerde azdı. Van'daki toplantıda sinema salonunda herkesten söz aldık, bir dahaki toplantıya herkes eşiyle, kızlarıyla, kadın akrabalarıyla gelecek diye...
Askeri Çözüm İflas, Anti-feodal Devrim, SP İntifada...
A.Kılıç: Söyleşimizi bir toparlarsak...
D.Perinçek: Şu dört noktada toparlamak mümkün: Bir, askeri çözüm kesinlikle iflas etmiş durumda. İki, köklü bir anti-feodal devrim yaşanıyor. Üç, SP hızla gelişiyor. Dört, Kürt intifadası geliyor.
Ancak yıl 1987'ye gelince PKK için "gerilla hareketi" demeye başladı. 1993'lerden itibaren ise PKK yine düşman ilan edildi. 2005'lerden sonra PKK'yi MİT'in, CIA'nın kurduğunu söylemeye başladı.
Şimdi, Perinçek'in Nisan 1990 tarihinde Teori dergisinde Arslan Kılıç ile yaptığı röportaja bakalım. O günlerde devleti tukaka gören Perinçek özellikle 1995 sonrası tam anlamıyla aslına döndü ve devletçi-milliyetçi yüzüyle devlet elden gidiyor, vatan bölünüyor diye ağlayıp sızlamaya başladı.
"Devletin İki Dayanağı: Askeri Güç ve Aşiret Reisleri
A.Kılıç: Devlet-aşiretler ilişkisi?
D.Perinçek: Devletin artık bölgede askeri dayanağı dışında bir gücü kalmamış. Askeri gücün ulaşamadığı ya da tek başına kontrolü sağlamaya yetmediği yer ve durumlarda boşluğu aşiret reisleri, ağalar, beyler dolduruyor. Onlara açık ve resmi anlaşmalarla devlet adına hareket etme yetkisi verilmiş. Bilindiği gibi, devlet eskiden, hakim sınıf karakterinden dolayı, bölgede toplumsal ve siyasal ilişkiler alanında bunlara dayanıyor. bunlara destek oluyordu. Öte yandan Cumhuriyet'in ilk yıllarında çıkarılan aşiret reisliği, ağalık, beylik gibi ünvan ve statüleri hiç değilse resmi düzeyde kaldıran yasalar vardı. Burjuva cumhuriyetçi ideoloji nedeniyle, devlet aşiret reislerini resmen muhatap almıyor, yasal toplumsal statüler, kurumlar vb. olarak tanımıyordu. Bunları evrimci kapitalist gelişmenin yavaş ve kendiliğinden burjuvalaştırma yoluyla tasfiyesi sürecine terketmişti. Şimdi devlet, ağalığı, aşiret reisliğini, açıkça ve resmen muhatap aldı. Bölgede görevli generaller, aşiret reisleriyle güvenlik toplantıları yapıyor, tutanaklar imzalıyor, yeminler ediyorlar. Valiler, kaymakamlar, aşiret reisleri ile devleti temsilen görüşmeler yapıyorlar, devlet adına aşiret ilişkileri düzenliyorlar ve bunları kamuoyuna da açıklıyorlar...
A.Kılıç: Evet geçenlerde televizyonun 20.00'daki ana haber bülteninde, hem de önemli haberler arasında ve görüntülü olarak, yanılmıyorsam Van valisinin hasım iki aşireti barıştırma töreni veridi... Otorite ve kontrolü onlara dayanarak sürdürme siyaseti, aşiret reisliğini, devlet televizyonunun gözünde generallik, nahiye müdürlüğü filan gibi resmi bir statü ve ünvan durumuna getirdi.
D.Perinçek: Atatürk Yüksek Kurulu'nun belgelerinde, rejimi sürdürmek için 'oralarda ağalığa dayanmak gerektiği' , devletin resmi politikası olarak açıklanıyor. Bir süre önce Nokta dergisinde, eski Asayiş Kolordu Komutanı İsmail Selen açık açık, 'orada aşiret yapısı dağılmamalı, biz orada, askeri güç yanında ancak aşiret ağalarına dayanarak tutunabiliriz' dedi. Hatta, Tahir Adıyaman geçenlerde 2000'e Doğru'da yayınlanan röportajında, kuşkusuz bu siyasetten cesaret alarak, Olağanüstü Bölge Valiliğ'nin kendilerine verilmesini istiyordu. Şu anda Türk devleti orada son çare olarak onlarla açıktan işbirliği halinde.
Ama aşiretlerin tümü de devletle birlikte değil. Kurum olarak ona yaslanıyor, ama bir kısım aşiretler de, milli baskı, milli eşitsizlik nedeniyle devlete karşı bir konuma hızla kayıyorlar.
Bölgede gerilla hareketinin halk içinde geniş, yaygın bir sempati yarattığı çok açık. Onun dışında, şehirlerde yer yer aydınlar ve öğrenciler arasında reformcu Kürt örgütlerinin belli bir etkisi var, ama gerilla hareketi ile karşılaştırıldığında çok zayıf. (....)
A.Kılıç: Gerilla savaşının geliştiği bölge, feodal ilişkilerin, feodal kültürün, ataerkil ilişkilerin en yoğun olduğu bölge idi geçmişte. Gelişen milli uyanış ve devrimci mücadele bu ilişkileri hızla çözüyor mu? Toplantılarınıza kadın katılımı nasıldı ve bölgedeki gerilla savaşı kadını özgürleştirmede köklü dönüşümler yaratıyor mu?
D.Perinçek: Kesinlikle ve büyük ölçüde, tahminlerin ötesinde yaratıyor. En güzel cevap dağda kadın gerilla var... Öte yandan...
A.Kılıç: Evet, işte en köklü özgürleştirici sanırım. Kadın, erkeğin yaptığı en zor, onun tekelindeki işi yapıyor ve erkeklerin de yer aldığı birliklere komuta ediyor, emir veriyor, onları yönetiyor...
D. Perinçek: Evet öte yandan şunu da duydum: Gerillalar öldürülmüş, öldürülen kızların 'muayeneleri yapılmış ve kız çıkmışlar' diye hararetli bir şekilde konuştuklarına da tanık oldum insanların.
En uç, en ileri mücadele biçimlerine kadınlar giriyor. Bu aynı zamanda, mücadelenin toplumu değiştirdiğini ve geleneksel ilişkileri parçaladığını gösteriyor. Türkiye'de kamuoyu, hele bir kısım sosyalistler dikkat etmiyor; orada bir anti-feodal devrim yaşanıyor. Cumhuriyetin yapamadığını şimdi orada yoksul köylüler yapıyorlar. Toprak ağalığı, şeyhliği paramparça ederken, kadın-erkek ilişkilerindeki geleneksel köstekleri de adım, adım parçalıyorlar. Herkes işin milli yönüne, askeri cephesine bakıyor. Hareketin demokratik özgürleştirici yönünü görmüyorlar. Özellikle altını çiziyorum: Kadın-erkek eşitliği ile bugün en köklü anti-feodal gelişme, yoksul köylü mücadelesiyle oluyor. Yani birey'i, özgür birey'i, ayağa kalkan köylü yaratıyor. İstanbul'dan, yorgun, bırakmış kimseler aracılığıyla 'kollektif mücadele insanı kişiliksizleştirdi, ezdi', özgür bireyler yerine ezik insanlar üretti.' filan gibi edebiyatlar yapıladursun; birey'in özgürleşmesi adına kollektif mücadele düşmanlıkları yapıladursun, işte özgür birey'in en olmadığı yerde onu yaratan da kollektif mücadele. Adam bir kollektif içinde olduğu zaman, sırt sırta verip birleştiği zaman ayağa kalkabiliyor ve itiraz edebiliyor. İtiraz ettiği zaman da adam doğuyor, adam oluyor. İtiraz etmeyen, boyun eğen, maraba ve yanaşma, jandarmadan korkan, kaymakamın önünde iki büklüm olan adam, özgür-birey değil ki. O bireyi mücadele içindeki kollektifler yaratıyor, özgürleştiriyor.
Toplantılarımıza gelince... Kadın katılımı azdı, çok azdı. Diyarbakır'da geniş bir kadın katılımı vardı, ama diğer yerlerde azdı. Van'daki toplantıda sinema salonunda herkesten söz aldık, bir dahaki toplantıya herkes eşiyle, kızlarıyla, kadın akrabalarıyla gelecek diye...
Askeri Çözüm İflas, Anti-feodal Devrim, SP İntifada...
A.Kılıç: Söyleşimizi bir toparlarsak...
D.Perinçek: Şu dört noktada toparlamak mümkün: Bir, askeri çözüm kesinlikle iflas etmiş durumda. İki, köklü bir anti-feodal devrim yaşanıyor. Üç, SP hızla gelişiyor. Dört, Kürt intifadası geliyor.
*** --- ***
Perinçek Görev İcabı
Bir Solcudur !!!
(16)
Perinçek, Amerika ve
12 Eylül Darbecilerinin
Hizmetinde
12 Eylül’e doğru giden süreçte darbeciler yoğun bir hazırlık
içindeydi. Hazırlıkları, toplumda huzursuzluğun, “anarşi ve terör”ün had
safhaya çıktığı konusunda kitlelerin hemfikir olması yönündeydi. Böylece
darbeciler yapacakları darbeyi kitlelerin gözünde meşrulaştırmış olacaklardı.
Bu doğrultuda Perinçek’in
darbecilere katkıları, hizmeti nelerdi?
Perinçek “sol”u gözden düşürmek için “anarşi ve
terörün kaynağı” olarak gösteriyordu. Ona göre MHP ve “sol” “anarşinin kaynağı”
idi. Bu fikri empoze etmek için Aydınlık gazetesinde “Bilinmeyen Sol” başlığı
altında ihbarcı kontra dizi yazılar yayınladı.
Demirel’in danışmanı da olan bugünün Cumhuriyet
gazetesi yazarı, o günlerin ise devlet yanlısı Hürriyet gazetesinin gözde ismi Cüneyt Arcayürek ve Öymen ailesinden gazeteci Örsan Öymen ve Demirel'in sağ kolu Hüsamettin Cindoruk'un katıldığı Ergenekoncu ve
Oda Tv sanığı ve de “karanlık işler kalem müdürü” Doğan Yurdakul’un yönettiği “Anarşinin
Kaynağı” isimli açık oturumlar düzenlendi.
Cunta başı Kenan Evren
TIME dergisi muhabiri ile yaptığı röportajda darbenin gerekçesini şöyle
açıklıyordu:
TIME muhabiri Wilton Wynn ‘ın Mayıs 1981 tarihindeki röportajında
sorusu şöyleydi:
“Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Eylül’de yapmış oldukları müdahale
neden gerekliydi?”
Kenan Evren’in cevabı: “Bir ülke düşünün ki halkı yarınından emin olmasın, herkes ‘nereye
doğru gidiyoruz?’ diye sorsun.”
Perinçek de aynı temaları işliyor, durumun
vehametinden dolayı “Milli Birlik Hükümeti” öneriyordu.
Öte yandan Perinçek ve Kenan Evren Amerikancı yüzlerini şöyle
gösteriyordu.
“Eğer sol devletin
kadrolarını ele geçirseydi, hiç şüphe yok ki Türkiye NATO’dan çıkartılacak ve
başka bir yere bakacaktı. NATO’dan çıkmak solcuların çok açık bir niyeti idi ve
pek çok yıldır bu emeli beslemekteydiler. Türkiye’de terörizmi kontrol altına almakla
bir NATO amacına hizmet etmekte olduğumuzu rahatlıkla
söyleyebilirim.” YANKI dergisi, 22-28 Haziran 1981
Aynı şekilde ABD Ankara Büyükelçisi Robert Commer, Yankı’nın 22-28 Haziran 1981 tarihli sayısında
soruları yanıtlarken “Generallerin
böylece Türk demokrasisini kurtardıklarına inanıyorum. İlk adımda iki konuda
başarılı olduklarını görüyorum. Bunlardan birincisi tedhiş, diğeri ekonomi…
Terörü durdurup, siyasi istikrarı sağladılar. 12 Eylül’den önceki koşullar
içinde askerler daha önce iki defa yaptıkları gibi müdahale ettiler. Generaller
bu müdahaleleriyle ülkeyi anarşiden kurtardılar.” diyordu.
Bunlara ilaveten yeni-komprador burjuvazinin başı Vehbi Koç da “anarşi, bölücülük”
teraneleri okumaktadır. Şöyle ki: “Bu
durumda; anarşi, bölücülük ve kaçakçılıkla ilgili kanunlar, öncelikle ele
alınmalıdır. Yakalanan anarşistlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve
cezaları süratle verilmelidir…” Vehbi
Koç’un Kenan Evren’e yazdığı 3 Ekim 1980 tarihli mektubundan.
Aşağıdaki satırlar da Perinçek’e
aittir. Ve görülmektedir ki, Perinçek
ile Kenan Evren, ABD büyükelçisi Commer ve yeni-komprador burjuvazinin
başı Vehbi Koç aynı çizginin adamıdır.
Perinçek’in darbe öncesi neler söylediklerine
bakalım.
“ABD bütün dünyada olduğu
gibi Türkiye’de de darbeler düzenleyecek, durumunu pekiştirecek ve faşist
diktatörlükler tezgahlayacak gücü yitirmektedir. ABD insiyatifi kaybetmiştir,
olaylar yaratacak güçten yoksundur, daha çok rakip süper devletin yarattığı
olaylar karşısında tavır belirlemek durumundadır.” Doğu Perinçek, Türkiye
Devriminin Yolu, Aydınlık Yayınları, İkinci Baskı, Mayıs 1979, s.41
“Bugün Türkiye ordusu, ABD
emperyalizminin emrinde değildir ve ABD’nin Orta Doğu’daki jandarma gücü niteliğini taşımıyor. ABD ile
Türkiye arasında son dört-beş yıl içinde yapılan askeri anlaşmalarda ilişkiler
eskiye göre daha eşit ve daha bağımsız bir şekilde düzenlenmiştir.” Doğu Perinçek, Türkiye Devriminin Yolu,
Aydınlık Yayınları, İkinci Baskı, Mayıs 1979, s.42
“Bugün Türkiye’nin can alıcı
sorunu, milli savunmayı güçlendirmek ve saldırgana (Rusya) ya karşı direnmeye
hazır olmaktır.
“NATO Bakanlar Konseyi
İlkbahar toplantısı bugün Ankara’da başlayacaktır. Kimi çevreler ülkemizin
ABD’nin ileri karakolu, olmak tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğunu ileri
sürmektedir. Bu yöndeki propaganda aslında yurdumuza yönelen gerçek tehdidi
gizlemeye hizmet etmektedir.” Türkiye
Gerçeği, (Türkiye İşçi Köylü Partisi merkez yayın organıdır.) Ağustos 1980,
sayı. 18, s.1-2
Yukarıdaki satırlardan da anlaşılacağı üzere Perinçek, Kenan Evren’in darbeyi gizlemek amacıyla ABD için “darbeler düzenleyecek güçte değildir” diyor. Türkiye için ABD’nin
Ortadoğu’daki jandarma gücü niteliğini taşımadığını söylüyor. Ve o günün can
alıcı sorununun Rusya’ya karşı direnmeye hazır olmak olduğunu söylüyor. Gerçek
tehdidin ABD değil Rusya olduğu yalanını yayıyor. Böylece hazırlanan darbeyi
gözlerden gizliyor. Ve sol güçlerin darbeye hazırlıksız yakalanması için
gerekli söylemi oluşturuyor.
Anlaşılan o ki, Perinçek’in
darbe öncesi görevi 1) Sol güçleri,
terörist, anarşist, bölücü olarak göstermek ve kitle bağlarını koparmak. 2) Tezgahlanan darbeyi gözlerden gizlemek
amacıyla ABD’yi darbe tezgahlayacak güçten yoksun göstermek. 3) Esas tehlike, esas saldırgan olarak
Rusya’yı göstererek darbecilerin faaliyetini gizlemek. 4) Anarşi, terör yaygarası kopararak darbeyi
kitlelerin gözünde meşru kılmak.
Bugünden düne baktığımızda 12 Eylül darbesi öncesinde Perinçek’in kelimenin tam anlamıyla
“derin devlet” çizgisi izlediğini görüyoruz. Bu faaliyetini gizlemek için Çin
Komünist Partisi’nin Üç Dünya Teorisi'ni savunuyor izlenimini veriyordu. Üç
Dünya Teorisi'ne göre dünya halklarının baş düşmanları ABD ve Rusya’dır. Bunu
1974 -1978 arası Perinçek de
söylüyor, gazete ve dergilerinde yazıyor. Ancak 1978 itibarıyla derin devletin
darbe tezgahlama planları devreye sokulur sokulmaz Perinçek, Üç Dünya Teorisi’ndeki baş düşman anlayışını tahrife
yöneliyor. ABD emperyalizmini baş düşman olmaktan çıkarıyor. Onu güçten düşmüş
gösteriyor. Hatta Türkiye üzerinde eskisi gibi etkisi olmadığı yalanını
yayıyor. Darbe yaklaştıkça Perinçek’in
Amerikancılığı ve darbe yanlısı tavrı da artıyor, faşist general Kenan Evren’in darbe tezgahında
başarılı olmasında Perinçek’in payı
asla unutulmamalıdır.
*** --- ***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder