Tarihsel
Saptamalar (21)
205. Emperyalizm, 1945'lere
kadar olan döneminde gerek Türkiye'nin gerekse diğer ezilen ülkelerin
sanayileşmelerini istemezdi. 1945 sonrasının yeni-sömürgecilik döneminde
emperyalizm bu taktiğinden vazgeçmiştir. Ancak bunun temelinde emperyalizmin
çıkarlarının bulunmadığını sanmak safdillik olur. Emperyalizm eskiden dünyanın
her alanını kendi ticari faaliyet sahası olarak, ticaret yoluyla kar kaynağı
olarak görürdü. 1945 sonrası ise dünyanın her alanını kendi toprağının bir
parçası olarak, yatırım ve sanayileşme alanı olarak görmeye başladı. Böylece
emperyalizm tarafından yukarıdan aşağıya bir baş aşağı kapitalizm ortaya çıktı.
Baş aşağı kapitalizm ezilen ve sömürülen ülkelerin emperyalizm tarafından
emperyalizmin çıkarına uygun olarak sanayileşmeye yöneltilmesidir. Türkiye'de sanayileşmenin
1945 sonrasına rastlaması bu nedenden dolayıdır. Emperyalizm bu sanayileşmeyi
eskiden kendi işbirlikçisi olan dış ticaret burjuvazisi (kompradorlar) ile
bütünleşerek gerçekleştirmektedir. Ve ortaya baş aşağı kapitalizm veya yeni
tipte komprador kapitalizm dediğimiz modern anlamda bir kapitalizm çıkmıştır. Bu
kapitalizm kendi iç dinamiği ile ortaya çıkmadığından, doğal gelişme seyrine
sahip olmadığından çarpık bir kapitalizmdir. Ancak modern anlamda bir
kapitalizmdir. Aynı zamanda piç kapitalizmdir bu tür. Piç kapitalizm olan
yeni-komprador kapitalizmin temsilcileri de gerek kültürel, gerek ideolojik
alandaki konumlanış olarak kapitalizmin doğal gelişme seyrine uygun düşmeyen
bir konumlanış içindedirler. Bu konum piç bir konumdur. Piç komprador
kapitalizmin anası Türkiye toprağıdır, ancak babasının kim olduğu belli değildir.
Bu baba bazen Fransa, bazen Japonya, bazen Almanya, bazen ABD olmaktadır. Piç
yeni-komprador uluslararası sermayenin güzergahında dolaşıp durmaktadır.
206. Borçlandırma
yoluyla sömürünün bir diğer adı olan kredi olgusundaki gerçeği Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni adlı
yapıtında şöyle gözler önüne sermektedir:
"Van-Kotur demiryolunun finansmanı
için ABD Türkiye'ye 10 milyon dolarlık kredi açmıştır. Kredi çok düşük faizli
ve uzun vadelidir; yani son derece
çekicidir. Ne var ki, bu görünüştür. Çünkü kredi malzeme kredisi olarak
verilmektedir. Kredi ile kalem kalem sayılmış 15 bin ton malzemenin Amerikan
firmalarından, onlarca tespit edilmiş yüksek fiyatlar üzerinden alınması
gereklidir. ABD fiyatları, genellikle serbest piyasa fiyatlarının %20 ila 35 üstündedir. Üstelik Türk uzmanlarının
belirttiklerine göre, bu malzemenin %90'ının Türkiye'de imali mümkündür. DDY
malzemeyi imale hazır olduğunu defalarca bildirmiş, fakat bu kabul edilmemiştir." (Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin
Düzeni, s.473)
207. Emperyalist
- kapitalist sistem içinde kalındığı taktirde millileştirme veya devletleştirme
halk kitleleri açısından önem taşımaz. Millileştirmede / devletleştirmede, halk
kitlelerini ezen ve sömüren güç büyük bürokrat burjuvazidir. Özelleştirmede ise
emperyalizm ile bütünleşmiş yeni-komprador burjuvazi bu rolü
üstlenmektedir.1929 dünya genel iktisadi bunalımı nedeniyle korporatist Kemal ve çevresi önemli ölçüde
millileştirmeye / devletleştirmeye gitmiştir. Ancak bu halk kitlelerinin ne
ekonomik ne de demokratik taleplerini karşılamamıştır. Zaten güçlü durumda olan
asker-sivil büyük bürokrat burjuvazi bu durumunu daha da pekiştirmiştir.
Korporatist Kemalizmin iktisadi alanda da iyiden iyiye bürokrat kapitalist
nitelik kazanması 1930'lu yıllarda aşağıdaki millileştirmeleri / devletleştirmeleri
yapmasına bağlı olmuştur.
"a) Mudanya-Bursa Demiryolu TAŞ (1931)
b) İstanbul Türk Anonim Su Şirketi (1933)
c) İzmir Rıhtım Şirketi (1933)
d) İzmir-Afyon ve Manisa-Bandırma hattı (1934)
e) İstanbul Rıhtım, Dok ve Antrepo TAŞ (1934)
f) Aydın Demiryolu Şirketi (1935)
g) İstanbul Telefon TAŞ (1936)
h) Ereğli Şirketi (1937)
i) İzmir Telefon TAŞ (1937)
j) Üsküdar ve Kadıköy TAŞ (1938)
k) İstanbul TA Elektrik Şirketi (1938)
l) İstanbul Tramvay Şirketi (1939)
m) İstanbul A.Tünel Şirketi (1939)
n) Ankara Elektrik Şirketi (1939)
o) Ankara Havagazı Şirketi (1939)
p) Adana Elektrik TAŞ (1939)
r) Bursa TAŞ (1939)
s) Müttehit TAŞ (1939)
t) Mersin Elektrik TAŞ (1939) " Kaynak: Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası,
1919-1946, s.168-169
208. 1945'lere
kadar olan dönemde komprador burjuvazi sadece işbirlikçi ticaret burjuvazisi
durumundaydı.1945 sonrası emperyalizmin yeni-sömürgeciliği döneminde komprador
burjuvazi yeni özellikler kazandı. Eskiden üretim süreci ile hiçbir bağlantısı
olmayan komprador burjuvazi 1945 sonrası emperyalizm ile ortak yatırıma
yöneldi, patent, know-how, hammadde, yerli mamul madde, yatırım malı alış
verişi temelinde bir bütünleşme yoluna girdi.
209. Emperyalizmin
ülkeye girişini kolaylaştırmak, komprador burjuvazi ile bütünleşmesini sağlamak
amacıyla TC'nin bazı yasalarında değişikliklere gidildi. İlk olarak, Türk
Parası'nın Kıymetini Koruma Yasası çerçevesinde çıkarılan 22.5.1947 tarih ve 17
sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile yabancı sermaye teşvik edildi.
Şöyle denilmekteydi:
"Yurdun kalkınması için fayda mülahaza edilen endüstri, tarım, ulaştırma
ve bayındırlık işleriyle ihracatı arttırıcı mahiyette olan ticari işlerde
kullanılmak üzere, yabancı memleketlerden döviz ve tesisat olarak getirilen sermaye
gelirlerinin veya teşebbüs mevcudunun kısmen veya tamamen harice transferini
teminen gerekli izin verilebileceği hususunda Maliye Bakanlığı taahhüde
girebilir."
Daha sonra ise 1.3.1950 tarihinde 5583 sayılı yasa ile yabancı sermayeye kar
transfer garantisi verilerek emperyalist sermayeden borç almak isteyen Türk
işbirlikçiye bu borçların faizlerini yurt dışına transfer etme izni
sağlanmıştır.
Elbette bunlar da yetmemiş ve 1.8.1951 tarihinde 5821 sayılı yasa ile Yabancı
Sermayeyi Teşvik Kanunu çıkarılmıştır. Ancak bu teşvik tedbirleri de yeterli
bulunmamış 18.01.1954 tarih ve 6224 sayı ile yeni bir Yabancı Sermayeyi Teşvik
Kanunu çıkarılmıştır.
Aynı yıl içinde (1954'te) Amerikalı uzman Max Ball tarafından Petrol Yasası
hazırlanıp kabul edilmiştir. Böylece emperyalizm temel enerji olan petrolde
egemenliğini kurmuştur.
Bugün (l994) ülkemizde emperyalist sömürüyü sürdürmekte olan devasa tekeller 3
hukuki statü altında faaliyet halindedirler.
a)Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası b) Petrol Yasası c) Türk Parasını koruma
Mevzuatı.
Tarihsel
Saptamalar (22)
108. Bir
korporatist Kemalist yazar Atatürk Devrimleri adlı kitabında laikleşme sürecini
objektif olarak şöyle ortaya koymaktadır:
"Anayasa'nın laikleştirilmesi şöyle
bir sıra takip etmiştir.
" 1. 20 Ocak
1921'de kabul edilen anayasada 'Şeriat hükümlerinin yürürlülüğünü sağlamak
Büyük Millet Meclisi'nin ödevlerindendir.' demek suretiyle halifenin bütün hakları meclise aktarılıyordu.
2. 01 Kasım 1922'de saltanat kaldırılmış ancak
halifenin dini ve şeri yetkileri konusunda tam bir açıklık getirilmemişti.
3. Cumhuriyet'in ilanı sırasında anayasada
değişiklikler yapılırken muhafazakarların taarruz ve hücumunu önlemek amacıyla
şöyle bir madde getirilmişti: "Devletin dini İslam dinidir.
4.
04 Mart 1924'te halifeliğin kaldırılması üzerine yukarıdaki maddelerin hiçbir
değeri kalmamıştı.
5. En son 10 Nisan 1928'de anayasadan
yukarıdaki madde çıkarılmış; reisicumhur ve milletvekillerinin yemini laik esaslara göre yeniden düzenlenmiştir. Bu
suretle anayasa tamamıyla laik
easlara kavuşturulmuştu." (H.Fethi
Gözler, Atatürk Devrimleri, İnkılap ve Aka Kitabevi yayını, Tarihsiz
109.
Laikleşme
çabalarının tarihi M.Kemal'le uzun yıllar öncesine dayanır. Ancak
başlangıcı 1839 tarihi gibi Fransız-İngiliz kapitalizminin
sonuçlanmıştır. Ancak başlangıcı 1839 tarihi gibi
çok yarı-sömürgesi haline
gelen Osmanlı Devleti'nin Şer'i yasalara göre yönetilmesi bu
yarı-sömürge
devletin ilişkilerinde sömürgeciler açısından olumsuz durumlar
yaratmaktaydı. Bu
nedenle rejimin laikleşmesi sömürgeciler açısından da çeşitli avantajlar
sağlayacaktı. Nitekim hukuki plandaki laikleşme aşağıdaki gibi kısmen de
olsa
gerçekleştirilmiştir. Bu durum da göstermektedir ki laikliğin
devrimcilikle
hiçbir alakası olmadığı gibi emperyalizme de zarar veren bir siyasi olgu
değil
tam tersine emperyalist-kapitalist sistemin bir önemli siyasal-toplumsal
ihtiyacıdır laiklik.
Ceza kanunnameleri: 1840 ve 1851'de
Arazi kanunnameleri : 1869 ve 1876'da
Karaname-i Ticaret : 1858'de
Ticaret-i Bahriye kanunnamesi : 1864'te
Ceza kararnamesi : 1858'de
Usulü Muhakemat-ı Cezaiye ve Usulü Muhakemat-ı Hukukiye kanunları 1880 ve
1881'de laik temelde düzenlenmiştir.
Ayrıca A.Cevdet Paşa tarafından kurulan bir komisyon tarafından yedi yılda
hazırlanan ve 1851 maddeden ve 16 kitaptan oluşan Mecelle adlı kitap muhteva ve
sistem yönünden modern anlamda bir kanun değilse de tam anlamıyla Şeriat
esaslarına da dayanmamakta yarı-teokratik ve yarı-laik bir karakterdedir. Şahıs,
miras, aile, taşınır-taşınmaz mallardaki mülkiyet hakları, kaynağını dinden
alan fıkıh esaslarına göre düzenlenmiş olmasına rağmen kara ticareti, deniz
ticareti gibi bölümler Fransız kanunları örnek alınarak hazırlanmıştır.
110. Laikliğin
kabulü ve toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinde esas alınması korporatist
kapitalist rejim için olmazsa olmaz şeklinde hayati önem taşıyan bir sorundu. Laikliğin
kabulü ve işleyiş kazanması -ki laiklik bir üst yapı kurumudur- üretim
ilişkileri ile de sıkı bağı olan toplumsal ve siyasal olgu olan ulus gerçeğinin
kabulü ve rejimin teminatı oluyordu. Bilindiği gibi üretim ilişkilerinin üç yönü
bulunmaktadır. Birincisi: Mülkiyet biçimi, İkincisi; toplumu oluşturanların rolleri ve karşılıklı ilişkileri,
Üçüncüsü; ürünlerin bölüşülmesidir. Bu üç yön toplum içinde daha doğrusu ulus
içinde hayat bulabilecekti. Hayat bulabilen bu üç yön kapitalist üretim
biçiminin de hayat bulması demekti. Ve bu üç yönün varlığını kapitalist anlamda
sürdürebilmesi için laiklik temelinde düzenlenmiş yasalara ihtiyaç vardı. İşte
bu nedenle emrivaki olarak -oldu bittiye getirilerek- İsviçre Medeni Kanunu
ithal edilerek Türkiye Cumhuriyeti anayasasına sokulmuş oldu. Korporatist
burjuva olan M.Kemal laikliğin önemli bir parçası olan hukukun burjuva hukuk
olmasına büyük bir önem vermiştir. Bu nedenle laikliği ve onun özel bir parçası
olan burjuva hukukunu "devriminin" temeli saymıştır.
Tarihsel
Saptamalar (23)
111. Korporatist
faşist Bayar, korporatist Kemal'in cumhurbaşkanlarındandır. Yankee
emperyalizminin 1945 sonrası yeni-sömürgeciliğinin baş davetçisi ve baş
Amerikancısı olmuştur. Görüntüde faşizme şöyle karşı çıkmaktadır : "Faşizm, 'HERŞEY DEVLET İÇİN' derken, Atatürk
'HERŞEY MİLLET İÇİN' diyordu. Bu birbirine taban tabana zıt iki dünya
görüşüdür. Toplumun temel üstün değerini 'DEVLET'de görenler faşizmi, millette görenler,
hürriyetçi demokrasiyi
oluştururlar." ( Celal Bayar, Atatürk'ün Metodolojisi ve
Günümüz, Kervan Yayınları, Eylül 1978 Birinci Baskı )
Bayar ve onun takipçileri olan Menderes, Demirel, Çiller faşistleri
ile korporatist Kemalistler arasındaki temel çelişme millet ve devlet
kavramlarında odaklanmıştır. Korporatist Kemalistler ne yaptı ise ellerinde
bulundurdukları devlet gücü sayesinde yapmışlardır. Bayar ve takipçileri ise devlet gücünden ziyade "millet"e
dayanıyoruz adı altında emperyalizme dayanarak korporatist rejimde
emperyalizmin baş piyonları olmuşlardır. Diğer yandan da devletleştirmelere
karşı özelleştirmenin savunucusu olmuşlardır. MHP kaynaklı ırkçı faşizm de her
zaman desteğini Bayar-Menderes-Demirel-Çiller gibi Amerikancı faşistlerden
almıştır. Ve yine bu faşist dörtlü dini de "millet"in bir unsuru
olarak değerlendirerek dini ideolojiye her zaman yaslanmışlar, her zaman dini
ideolojinin savunucularına açık destek sunmuşlardır. Bunların cepheden karşı
çıktıkları tek akım "sol"
olmuştur. Demokrasinin amansız düşmanları olmuşlardır. Korpo faşo Bayar şöyle demektedir:
" 'Ceza kanununun 141 ve v142.nci
maddelerini kaldırın' demek, 'Evinizi
yakacağım, bana biraz petrol verin' demekten farksızdır aslında..." (Aynı kitap)
112. Korporatist
faşist Bayar da öz olarak bir
Kemalisttir. Kemalizmin çerçevesi içindedir. Kemalizmin korporatist özelliği
olan "KAPSAYICI"lığını
burada da görüyoruz. Bu kapsayıcı özelliği Bayar
şöyle kabullenmektedir:
Kemalizm "Hangi sistemde kendi
gayesine yarar fikir bulmuşsa, onu alıp kullanmakta tereddüt etmemiştir." (Aynı kitap)
Kemalizmin bu kapsayıcı karakteri aynı zamanda kapitalizmin korporatist
karakterinin dördüncü özelliğidir. Bu dördüncü özellik olan kapsayıcılık
karakteri onun eklektizminden ileri geldiği gibi pozitivist -akılcı- yönünü de
pragmatist anlamda kullanmasından ileri gelmektedir. Dolayısıyla korporatist
Kemalizm pragmatist ve pozitivisttir.
113. Bayar, Kemalizmin pragmatizmine şöyle işaret etmiştir.
"Atatürk gerek kendi hareketlerini, gerekse
çevresindeki arkadaşlarının hareketlerini aldıkları netice ile
değerlendirmiştir. Onun için her hareketin bir amacı vardır, amaca ulaşılmışsa
hareket doğru yapılmıştır; ulaşılmamışsa hareket yanlıştır. Bu düşünce
biçiminin sistemleşmesini, pragmatizmde
de görebiliriz." (Aynı kitap, s.12)
Görüldüğü gibi korporatist Kemalizmin felsefi bakış açısı
pragmatizmdir. Pragmatizmde amaca giden yolda başvurulan
her yöntem, her davranış, her tutum, her manevra, her ikiyüzlülük, her
söz, her
örgütlenme, her vaat meşrudur, mübahtır. Önemli olan amaca ulaşmış
olmaktır. O
nedenle korporatist Kemalizm sahte Komünist Partisi kurdurmuş, Lenin ile
mektuplaşmış, emperyalistler ile diyaloğa girmiş, Birinci Meclis'i Cuma
günü kurban keserek açmış, bazen
dine övgüler yağdırmış, bazen "behemehal
kafaları kopartılacaktır." demiş, kendi denetiminde Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası ve Serbest
Cumhuriyetçi Fırkayı kurdurmuş, Güneş Dil Teorisi ortaya
çıkartmış, Batı'yı
göklere çıkarmış, geçmiş Türk tarihi ile övünmüş, padişahlar için
"halkın
iktidarını altı yüzyıl gaspeden hainler" demiş vb. Bütün bunlar amaca
ulaşmak için başvurulan yol ve yöntemler, tavırlar,
değerlendirmeler,
sözler, fikirlerdir. Ve tümü tamamlayıcı bir şekilde birleştirilemez,
birbirine ya tamamen ya kısmen karşıttır. Amaç için bu tutarsızlık doğru
ve olağan
görülmektedir. Çünkü pragmatisttir.
114. Korporatist Bayar'ın feodalizm
yanlısı olmayıp kapitalizm yanlısı oluşunu şu sözleri doğrulamaktadır:
"Atatürk 1918'de İMPARATORLUK ve ÜMMET tabanlarının dünya yüzünde iflas ettiğini ve MİLLET tabanından daha gerçek bir
Devlet tabanı olmadığını görebilmiş ve hesaplarını bu gerçeğe dayatmıştır. Bu
görüşün ve hesabın ne kadar doğru olduğunu altmış yıl sonra 1978 yılında herkes
daha iyi anlayabiliyor, sanırım."(Aynı
kitap, s.12)
Bilindiği gibi patrimonial çok uluslu bir devlet olan Osmanlı Devleti ümmet
tabanına dayanan bir merkezi feodal devletti. Ve dinci sömürgeci bir mantıkla
saldırılar düzenleyerek, ilhak, işgal, yağma, talan gibi yöntemlerle toprağına
toprak katmıştır. TC ise millet tabanına dayanan esas olarak kapitalizmi
hedefleyen yarı-feodal, yarı-sömürge çok uluslu bir devlet olarak kurulmuştur. Bayar
tercihini birincisinden değil ikincisinden yana yapmaktadır. Ve kitabında TC
rejiminin baş kurucusu M.Kemal'e
1908 yıllarındaki tavırlarından başlayarak hiçbir eleştiri yöneltmeyip sahip
çıkmaktadır. Faşist Bayar daha
sonraki yıllarında da korporatist Kemalist çerçeve içerisindew kalmış. Feodal
ağalara karşı tavrı daima Kemalist bir tavır olagelmiştir. Burada söz konusu
olan Kemalist tavır, feodallerin Kemalist devlet çerçevesini kabul etmeleri
şartıyla onları sınıf çıkarları doğrultusunda desteklemek olmuştur. O nedenle
korporatist Kemal gibi o da
feodalizmin çözülmesini kılıçla değil, toprak devrimiyle değil
kapitalizmi -devlet veya özel kapitalizm- adım adım geliştirerek
çözmeyi hedeflemiştir. Ancak
çözülmesi hedeflenen feodalizm ne "doğu"daki ne de
"güneydoğu"daki Kürt bölgelerindeki feodalizmdir. Onların çözmeyi
hedefledikleri ve kapitalizme yer açmayı hayat alanı sağlamayı
hedefledikleri
feodalizm Ege ve Marmara'da bulunandır. O nedenle "doğu ve güneydoğu"
milletvekilleri daima bulunmuş ve feodal
gericiliğin yoksul köylülere karşı temsilcileri olmuşlardır. Bu
milletvekilleri
hükümette hiçbir zaman Kürtlerin temsilcisi olarak da yer almamıştır.
Kendilerini
korporatist Kemalist rejim dahilinde, çerçevesinde görmüşlerdir. Onlar
açısından CHP'li olmak DP'li veya AP'li olmak önem taşımamaktadır. Çünkü
gerek
CHP gerekse AP bunlara hayat hakkı tanımakta ve meşru görmektedir.
115. Yankee
emperyalizmi işbirlikçisi korporatist faşist Bayar'ın dini ideolojiye dayanan Arap ve Osmanlı imparatorlukları
hakkındaki görüşleri korporatist Kemalizm ile aynı paraleldedir. Şöyle der:
"Arap İmparatorluğu nedir? Ümmet
fikrine, dine, inanca dayanan bir imparatorluk. Sonu? Parçalanma ve ortadan
silinme. Sebep temel fikirden sapmalar, mezhep kavgaları ve adaletin yokoluşu.
"Osmanlı İmparatorluğu nedir? İç
barışı ve ADALETİ amaçlayan ve sağlayan, uygarlık ve yönetim üstünlüğüne dayanan
bir imparatorluk. Sonu? Birinci Dünya Savaşına dört buçuk milyon kilometre kare
ile girmiş ve savaş sonunda birkaç yüz bin kilometre kare toprak haline
düşmüştür, can çekişmekte... Sebep? İç barışın ve adaletin korunamaması... Tabiat
güçlerine hakim olma yarışının başka ülkelere ve uygarlıklara geçmesi..." (Aynı kitap)
116. Korporatist
faşist Bayar aynen korporatist Kemal gibi toplumun yapısının sınıfsız
olduğunu iddia etmektedir. Toplumun sınıflardan oluştuğu gerçeğini gizlemek
egemen Türk korporatistlerinin ortak özelliği olagelmiştir. Onlara göre sınıf
yoktur, millet vardır ve millet imtiyazsız kaynaşmış bir kitledir. Ancak onlar
çok iyi bilmektedirler ki sınıf gerçeği mevcuttur, ancak bu gerçeği gizlemek
rejimin çıkarı gereğidir. Sınıf gerçeği, sınıfın hakkı-hukuku gerçeğini de ezen
ya da ezilen konumunda oluşunu da gündeme getirir ve fakat bu durum rejimin
aleyhine bir ortam yaratır. İşte tam da bu noktada rejimin milliyetçi
korporatist yapısı gün gibi ortaya çıkmaktadır. Rejimin korporatist karakteri
milliyetçilik söylemine yapılan vurguda oldukça netlik kazanmaktadır. Korporatist
Bayar toplumun sınıfsız olduğunu
şöyle iddia etmektedir.
"Buna karşılık -ne mutlu bir
rastlantı ki- bizim toplumumuzun yapısı bu ideal demokrasiyi benimsemeyi
zorunlu kılar. Çünkü sınıf yoktur, sınıf çıkarları yoktur, sınıf çıkarlarının
dengelenmesi yoktur, sadece millet vardır ve milletin içinden çıkardığı
insanlarla temsil edilen bir devlet gereklidir." (Aynı kitap)
Tarihsel
Saptamalar (24)
24. Korporatist
rejimin "hür teşebbüsçü" kanadının temsilcisi Bayar, aynı rejimin "bürokratik kanad"ına öncülük ve
ağırlık veren korporatist Kemal-İnönü
kliğini bazen cepheden bazen yarı-açık bazen ise İnönü'nün şahsında eleştiriye
tabi tutmaktadır."Hür teşebbüs"ün korporatist rejimde ağır
basmasından, rejimin hiyerarşik tepe noktasında yer almasından yana olduğundan
bürokratik yapıya şu önerileri yöneltmektedir:
"Atatürk'ün devlet seviyesindeki
yakın arkadaşlarından İsmet Paşa idi ve İsmet Paşa, 1950 - 1960 Demokrat Parti iktidarı döneminde bürokrasiyi
arkalayarak onu 'iktidar ortaklığına' sürüklemiştir.
"İsmet Paşa yönetimindeki Halk
Partisi,1957 seçimleri arifesinde, anayasa değişikliği isteği ile ortaya çıktı.
O zamanki Parti genel sekreteri Kasım Gülek'in sözcülüğünü yaptığı bu istekte;
'Senato, Anayasa Mahkemesi', 'Özerk üniversite', 'Özerk TRT', 'Planlama Kurulu'
gibi yeni kuruluşlarla 'Nisbi Seçim' ve sendikaları 'Grev hakkı, toplu iş
sözleşmesi' ile etkin bir güç haline getirmek fikri dile geliyordu.
"Bu teklifin anlamı açıktı; halk oyu ile bir türlü iktidara gelemeyen Halk
Partisi, bürokrasiye ve işçi kesimine 'taviz' vererek kendisine bir iktidar
yolu açmak istiyordu.
"1960'ta bir 'fiili durum'la karşılaştık. Bürokrasinin asker kanadı, devlete
el koydu, parlamentoyu kapattı, başta devlet reisi ve hükümet olmak üzere
parlamentonun büyük çoğunluğunu hapis ederek kendi tefekkürü içinde muhakeme
altına aldı."(Adı geçen kitap)
118. 1960, 1971, 1980 darbeleri genelde korporatist rejimi özelde ise
asker-sivil bürokrat burjuvaziyi güçlendirip pekiştirmiştir. Bu nedenle
"hür teşebbüsçü" kanat ve
sözcüleri darbelerden karlı çıkmamışlardır. Dikkat edilirse darbeler "hür
teşebbüsçü" komprador-feodal ittifakın hükümet olduğu dönemlerde
gerçekleştirilmiş ve her darbe bunların iktidarını hiçe saymış, itibarını sarsmış
ve iktidar koltuğunu bırakarak şapkasını alıp kaçan siyasiler olarak
değerlendirmiştir. Korporatist faşist Bayar
12 Mart 1971 faşist darbesinden şöyle yakınmaktadır: "1969'tan bu yana devletin geçirdiği vartalar ortadadır. Bir misal
olarak söyleyeyim: 12 Mart muhtırası ile seçime ve parlamento çoğunluğuna
dayalı bir hükümetin düşürülmesi ile bir yeniçeri ayaklanması sonunda padişahın
seçtiği sadrıazam ve vezirlerin düşürülmesi arasında -söyler misiniz- ne fark vardır? " (Adı geçen Kitap)
119. Korporatist
rejim üç akımı kendine yönelik tehlike olarak görmüştür. Birinci
akım Marksizm; İkincisi, Ümmetçilik ; Üçüncüsü ise Kürt Ulusal Hareketi'dir. Korporatist
faşist Bayar 1878'de ilk iki akımın
oluşturduğu tehlikeye şöyle işaret ediyor: "Ancak, Cumhuriyet rejimi, -özellikle bizim toplum yapımızın vasıfları
bakımından- iki büyük tehlike ile karşı karşılya idi; rejim, Marksizme ve
Ümmetçiliğe açıktı. Cumhuriyet mekanizmasına hiç dokunmadan toplumu, Marksizme
de Ümmetçiliğe de sürüklemek mümkündü.
"İşte Atatürk cumhuriyetin bu iki, tehlike kapısını, iki temel fikirle
sımsıkı kapamış ve rejimi sonsuz geleceklere güvenle ulaştırmanın çaresini
bulmuştur. Bu temel fikirlerden biri MİLLİYETÇİLİK, diğer de LAİKLİK'dir. (Adı geçen kitap)
Korporatist Kemalistler ile korporatist komprador-feodal ittifak Milliyertçilik
anlayışında birleşmektedir. Onların milliyetçilik anlayışı toplumun sınıfsız
olduğu dolayısıyla işçi ve yoksul köylü haklarından söz edilemeyeceği
şeklindedir. M.Kemal "Köylü milletin efendisidir." derken
"efendi"nin ezilen bir sınıf olmadığı gerçeğini vurgulayarak bu
konuda demagojik mbir tavır içindedir. Korporatist faşist Demirel "Benim
işçim, benim köylüm, benim memurum" derken onları kendisiyle çelişen ve
çatışan sınıflar değil devletin himayesindeki insanlar olarak göstererek aynı
demagojik tavrı göstermektedir. Onlara göre millet birdir, bütündür, dayanışma
halinde olmalıdır, çatışma, çelişme milli birlik ve bütünlüğü böler. Oysa
Türkler ulus aşamasından önceki etnik kimlik dönemlerinde dahi ikiye
bölünmüşlerdir. Devamlı iki kutup, iki karşıtlık, iki farklı temel sınıf, iki farklı temel kültür varolagelmiştir. Ezen Türk, Ezilen
Türk; Sömüren Türk, Sömürülen Türk; Yöneten Türk, Yönetilen Türk; Zengin Türk,
Yoksul Türk; İşbirlikçi
Türk, Yurtsever Türk; Gerici Türk, Devrimci Türk, Faşist Türk, Kızıl Türk hep
varolagelmiş
iki karşıt
olgudur. Ve Türklerin etnik kimlik (feodal ve kabile) dönemi olan Uzak Tarihi
Orta Asya'dan itibaren ihtiyaç Devrimci Türklük, Kızıl Türklük olagelmiştir.
Korporatistler milliyetçiliği bir yandan Marksistlere karşı bir silah olarak
kullanırken, diğer yandan ümmetçilere karşı da kullanmışlardır. Ümmet, millet
olgusunu reddeder. Onun anlayışında millete yer yoktur. Marksizm de saf millet
anlayışını reddeder. Onun anlayışında da milletin ezen ve ezilen olarak iki
karşıt kampa bölündüğü vardır. Saf millet ne zaman oluşacaktır. Millet sınıf
farklarından arındırıldığı zaman milletin kirli, soyguncu, vicdansız vb. gibi
özellikleri olan kanadı tasfiye edildiği zaman saf, parlak, pirü pak bir millet
tarihte yerini alacaktır. O gün ayın ondördü kadar saf ve parlak, ay ışığı gibi
gizemli ve romantik, bir tül kadar da şeffaf olacaktır.
Korporatist Kemalistler laiklik anlayışında daha tavizsiz iken komprador-feodal
ittifak laiklik anlayışında daha yumuşak, nispeten uzlaşan bir tutum
sergilemektedir. Korporatistlerin her iki kanadı laiklik konusunda Solcular ile
Ümmetçiler çarpışmasından yanadır. Ümmetçilik çoğu zaman korporatistlerin Sol'a
karşı denetimli silahı olarak kullanılmıştır. Diğer yandan Kemalistler laiklik
anlayışından hareketle Türkiye Solu'nu ümmetçiliğe karşı kullanmaya yeltenmiş
hatta kullanmıştır. Neden!? Çünkü toplumun sınıfsal veya politik temelde ezen
ve ezilen olarak bölünmesi korporatistlerin aleyhine bir durumdur. Onlar bu bölünmenin
yerine laik, anti-laik veya inanan-inanmayan bölünmesini geçirmek isterler. Kemalistlerin
meydana getirmek istediği bölünme laik ile anti-laik şeklindedir. "Hür
teşebbüsçü" korporatistler olan Bayar-Menderes-Demirel
ve devamının istediği bölünme şekli ise inanan-inanmayan karşıtlığıdır. Onlar
bu konuda Solu ekarte ederek feodal gerici potansiyelin desteğini almayı ve
onları denetimlerinde tutmayı düşünmektedirler. Marksizmin ayrımı ne laik, anti-laik;
ne de inanan inanmayan şeklindedir. Marksizm ezen ve ezilen, gerici ve
devrimci, işbirlikçi ve yurtsever ayrımlarını yapar. Ancak şu gerçeği de asla
unutmamak gerekir: İslam dini, Hristiyanlık gibi bir öte dünya dini, uhrevi bir
din değil, aynı zamanda ve özellikle ideolojik-politik bir dindir. Ortaya bir
toplum biçimi koymaktadır. Bu toplum biçiminin asla değiştirilemeyen yasaları
vardır. Ve toplum modelinin önderi, lideri veya seçilmişi seçilmiş değil
sonsuza kadar varolacağı, ezeli ve ebedi olduğu iddia edilmektedir. Ümmetçi, dinci
veya Allahçı adını verebileceğimiz şahıslara göre bu yönetim biçimi evrensel
olmalıdır. Yani Arap dini her toplum için zorunlu bir yaşama biçimi olmalıdır. İşte
kılıç zoru ile yayılan İslamın sömürgeci bir din olması bir yönüyle bu yayılmacı
karakterinden dolayıdır. Oysa İslam dinini meşru bir din olarak görsek dahi bu
dinin meşruluğu yalnız ve yalnız Arap kavmi içindir. Kuran'da "Ben size
anlayasınız diye bu kitabı Arapça olarak indirdim" der. Yani muhatabı Araplardır.
Başka milletleri enterese etmez. Bir başka ayette de Ad, Semud, Hud vb. kavimlere
peygamber olarak gönderdiği kişileri sayarken her kavme onun diliyle bir
peygamber gönderdiğini söyler. .Muhammet
dışında kendini resul, elçi, peygamber ilan eden kişilerin tümü Yahudi'dir. Bir
Türk, bir Germen, bir Hindu, bir Helen, bir Çinli, bir Rus/Slav peygamber
yoktur.
Müslümanlık
veya İslamiyet kültürel anlamda girdiği her toplumu sömürgeleştirmiştir. İster
Türklerde isterse Kürt ve Lazlarda kullanılan isimlerin kökenine bakın % 90'ı
Arapça'dır. Bazıları da aslen Yahudi ismi olup Arapçalaştırılmıştır. İbrahim, İlyas,
Yakup, Musa, Yusuf vb. aslen Yahudi ismidir ancak Arapça haliyle
söylenmektedir. Dinci sömürgecilik sadece isimlerde değil hayatın bir çok
alanında karşımıza çıkmaktadır. Biraz düşünmekle bunu görebiliriz. O nedenle
uhrevi bir inanca karşı çıkmak söz konusu değil tamamen dinci-sömürgeci bir
ideolojik-politik hatta karşıyız. Bu hat dinci kisve ile karşımıza çıkmaktadır.
120. Emperyalizm
ile işbirliğine hayır demeyen ancak emperyalizmin sömürgeciliğine karşı çıkan, bu
yönüyle korporatist Kemalistler gibi düşünen faşist Bayar anti-emperyalist değil, anti-sömürgecidir. Bayar
anti-sömürgeciliğini ve korporatist Kemalistlerin aynı özelliğini şu
satırlarında vurgulamaktadır: "Hem Batı ekonomik yapısını benimsemek, hem
onun tabiatının gereği olan emperyalizme karşı olmak, bir çok kimseyi
şaşırtabilir..
"Hemen söyleyeyim ki Atatürk'ün
karşı olduğu emperyalizm, militarist emperyalizmdir. Batı Avrupa ülkeleri, ürettikleri
mallara pazar bulmak ve bu yoldan milletleri sömürmek için silah gücü ile
ülkeleri sömürge haline getiriyorlardı. Osmanlı devletinin de başına gelen
bundan başkası değildi. Atatürk, milletlerin bağımsızlığına saygısı olan bir
devlet adamı olarak bu fikrin karşısına çıkan ilk insandır. Bu haysiyetsiz
dünya yağmasını hem durdurmuş, hem yenmiş, hem de bütün mazlum milletlere örnek
olmuştur. Günümüzde emperyalizmin biçim değiştirmesinin başlıca sebebi ilk defa
Atatürk tarafından ortaya atılan ve başarılan bu direnişin, bütün mazlum
milletler tarafından benimsenmesi ve tekrarlanmasıdır. (Adı geçen kitap)
121. Korporatist
rejimin generalleri ve büyük bürokratları 1961 Anayasası'nda tanıdıkları kısmi
demokratik haklarla Türkiye Solu'nu korporatist komprador-feodal ittifaka karşı
kullanmayı amaçlamışlardır. Korporatist rejimin hiyerarşik tepe noktasında
daima kalmayı hesaplayan korporatist general ve büyük bürokratlar bu tepe
noktası kavgasında komprador-feodal hattın siyasi temsilcilerinin karşısına
doğrudan kendileri çıkmak yerine Türkiye Solu'nu çıkarmayı denemişlerdir. Bu
hesaplı-kitaplı kısmi demokratik haklar korporatist faşist Bayar'ı oldukça rahatsız etmiştir. Faşist Bayar bu rahatsızlığını
şöyle dile getirmektedir.
"1960'tan bu yana Marksizmin aydın çevrelerde yayılmasının bir sebebi, 1961
Anayasası'nın sınırları kesin belirlenmemiş özgürlük motifi ise bir ikinci
sebebi de aydının kalkınmada bir sihirli değnek bulmak telaşıdır." Hür teşebbüsçü faşistler olan Bayar-Menderes-Demirel-Çiller Kemalist
korporatist unsurlardan daha faşist unsurlardır. Korporatist Kemalistler nasıl
ki şeriatçılığa karşı amansız ve tavizsiz oldular ise -1923 ila 1930 arası-
aynı tutumu sola karşı da benimsemişlerdir. Ancak hür teşebbüsçü faşistler aynı
tutumu Türkiye Solu'na karşı benimserken şeriatçıyı süs köpeği gibi yanlarından
eksik etmeyip, onu beslemeyi ihmal etmemişlerdir.
122. Korporatist
faşizmin önemli özelliklerinden biri toplumun millet olduğu ve milletin
bölünmez bir bütün olduğu ve de dolayısıyla sınıf gerçeğinin örtbas edilerek sınıfın
yerine mesleklerin, zümrelerin geçirilmesi ve buradan hareketle sınıfa siyaset
hakkı yerine dayanışma fikrini empoze etmektir. Sınıf siyasetten uzak tutulduğu gibi
dernekler birer sosyal oyalanma aracı, sendikalar da birer mesleki kuruluş
haline getirilir. Nitekim Bayar, dernekler
ve sendikalar hakkında tam da böyle düşünmektedir. Şöyle der: "Mesleki ve sosyal kültürel amaçlarla
kurulan derneklerin, aslında vatandaşların boş zamanlarını faydalı yollara
kanalize etmek ve toplumdaki dalgalanma ve huzursuzlukları emmek faydaları
vardır; fakat bugün gösterdikleri manzara hiç de bu değildir. Tersine, toplumda
sesini duyuran derneklerin büyük bir bölümü, yasalarla sınırlanmış, faaliyet
alanlarını bırakmış, politik görüşlere sözcülük etmek yolunu tutmuş görünüyorlar."
(Adı geçen kitap)
"Bizdeki durum hiç de böyle değildir. Ne toplum sınıflara bölünmüştür ve
ne de toplumda bir sınıf çatışması vardır." (Adı geçen kitap)
"...grev, yasal bir zorbalıktan başka bir şey değildir." (Celal Bayar, Atatürk'ün Metodolojisi ve
Günümüz, Kervan Yayınları, Eylül 1978, Birinci Baskı
Tarihsel
Saptamalar (25)
76. Devlet
1930'lu yıllarda devlet kapitalizmine yönelmesiyle birlikte demiryollarında, denizyollarında,
enerji alanında ve belediye hizmetlerinde egemen duruma gelmiştir. Sanayi ve
maden sektöründeki yatırımlar 1934 yılından itibaren Birinci Beş Yıllık Sanayi
Planı içinde programlanmıştır.
77. Metalurji,
demir-çelik, kağıt, kimya, inşaat malzemeleri, çimento tesisleri ilk olarak
devlet kapitalizmi dönemi olan 1930 -1939 yılları arasında kurulmuştur.
78. İthalatın
milli gelirdeki payı 1923 -1929 döneminde %15 iken, 1930-1938 döneminde bu pay
%7 dolaylarına düşmüştür. Böylece dış ticaret dengesinin ithalatın yarı yarıya
kısılması ile sağlandığı anlaşılmaktadır.
79. 1930'lu
yıllarda en kazançlı çıkan kapitalistler devlet destekli olan ve devlet
ihaleleri üzerine iş yapan kesim olmuştur.
80. Devlet
kapitalizmi dönemindeki sanayileşme tarım alanından yapılan kaynak transferi
ile gerçekleşmiştir. Bu nedenle bunun bedelini buğday, tütün, pamuk üreticisi
ödemiştir. Pamuk ve tütün fiyatları 1924'deki düzeyi 1939'da çok az aşmıştır. Buğday
ise %32'lik bir düşme göstermiştir.
81. Korporatistler İkinci Emperyalist Savaş'a katılmamalarına rağmen savaşın
getirdiği koşulları yaşamışlardır. İthalat savaştan sonraki iki yıl içinde yarı
yarıya düşmüştür. Yetişkin nüfusun büyük bir bölümünün askere alınması tarım
üretimine darbe indirmiştir. Nitekim buğday üretimi %50 oranında düşmüştür. Sanayileşme
yatırım programları savunma harcamalarına kanalize edildiğinden sanayileşme
ertelendi. Devlet kapitalizminin iktisadi gelişme süreci bu nesnel nedenlerden
dolayı 1940 -1945 döneminde durmuştur.
82. Korporatist devlet en ağır bunalımı 1940 -1945 yılları arasında yaşamıştır.
Bu dönemde iki hükümet değişikliği olmuştur.1942 Temmuz'unda Refik Saydam'ın
ölümünden sonra Saraçoğlu hükümeti kurulmuştur. Refik Saydam hükümeti iktisadi
krizi katı fiyat denetimleri ve tarım ürünlerine düşük fiyatlarla el koyarak
çözmek istemiştir. Bu nedenle Ocak 1940'ta Milli Korunma Kanunu çıkarılmıştır.
Bu kanun ücretli iş yükümlülüğü, çalışma süresinin uzatılması, ücret
sınırlaması, temel malların vesikayla dağıtılması, ithalatta ve iç ticarette
azami, ihracatta asgari fiyatları saptama, özel işletmelere geçici olarak el
koyma gibi geniş yetkiler vermekteydi. Hükümet iç ve dış ticaret üzerindeki
denetimi arttırmak amacıyla Ticaret Ofisi ve İaşe Müsteşarlığı gibi yeni
örgütlenmelere gitmiştir.
Tarihsel
Saptamalar (26)
176. 1960
darbesi korporatist egemenler arasındaki çelişmeyi çözmek amacıyla
düzenlenmişti. 12 Mart 1971 darbesi ise yükselen anti-emperyalist, anti-faşist,
devrimci-demokrat dalgayı tasfiye hedefindeydi. TC tarihinde ilk kez gençlik
kitleleri rejime karşı muhalefet bayrağını yükseltmişti. Gençlik kitleleri ve
aydınlar tarihte ilk kez yoksul köylü kitleleriyle ve işçi sınıfı ile geniş
bağlar kuruyordu. Gençlik sadece kendi akademik-demokratik taleplerini değil, aynı
zamanda işçi-köylü kitlelerinin devrimci-demokratik taleplerini gündeme
getyiriyordu. 1961 Anayasası'nın kısmi demokratik haklarını legal planda
kullana kullana yolunu açıyor ve genişletiyordu. Mücadelenin ilk evreleri
Türkiye İşçi Partisi ile başlamıştı. Ancak gençlik TİP'in uzlaşmacı çizgisini
reddetti ve kendi bağımsız güzergahında ilerledi. Gençlik 1967 -1971 arası
dönemde Kemalizmin kapsayıcı korporatist karakterinin etkisi altındaydı. Mahir Çayan, Deniz Gezmiş hatta İbrahim
Kaypakkaya 12 Mart darbesine kadar Kemalizmi anti-emperyalist, küçük burjuva
radikali sol bir çizgi olarak algıladı ve kabul etti. Kemalist söyleme sık sık
sarıldı. Darbe bu yanlış anlayışa öylesine balyoz gibi indi ki, Kaypakkaya teorik görüşlerini
değiştirmeye yöneldi. Ancak Mahir Çayan
ve Deniz Gezmiş Kemalist ideolojik
hattın niteliğini tam anlamıyla kavrayamadığından Kemalizmi sol bir akım olarak
görmeye devam etti. Buna karşılık darbecilerin Kemalist olmadığını ileri
sürdüler. Kaypakkaya, Kemalizmi
yeniden ele aldı ve Kemalizmin faşist bir ideoloji olduğunu saptadı. Ve darbeye
kadar olan süreçteki Kemalizm anlayışını reddederek kendini aştı.
177. Darbe CIA
kaynaklıydı. Kontrgerilla işbaşındaydı. Korporatizmin ulusal bilinçlendirme ve
devlete aydın yetiştirme anlayışıyla eğitim ve öğretime açtığı Köy Enstitülü
öğrenciler dahi hedef alındı. Korporatist generaller kendi kurumlarında
istediği model ve liyakatta insanlar yetişmeyince kurumun meyvalarını biçmeye
yöneldiler.
178. 12 Mart
1971 faşist darbesinde egemen sınıfların farklı kesimlerinin temsilcileri olan
iki faşist klik uzlaştı ve anlaştı. Birinci faşist kliği bürokrat burjuvazinin
temsilcisi olan Gürler-Batur
oluşturuyordu. İkinci faşist klik ise komprador-ağa temsilcilerinden oluşan Sunay-Tağmaç kliği idi. Her iki klik de
asker kökenli generallerdi. Yani askeri burjuvazinin tepe noktasında yer
alıyorlardı.İki kliğin uzlaşması sonucu Birinci Erim Hükümeti kuruldu. Adalet
Partisi iktidarının devrilmesine rağmen yeni hükümette AP'li bakanlar da yer
alıyordu. Diğer bakanları ise Milli Güven Partililer ile Cumhuriyet Halk
Partililer oluşturuyordu. Gürler-Batur
kliği hükümette "Onbirler" adıyla bilinen bürokratlar tarafından
temsil ediliyordu.
179. 12 Mart
1971 faşist darbesi aynı zamanda Kürtleri de hedef almıştı. Kürt illerinde
"Yavuz 71", "Alpaslan",
"Bulca-1", "Alpdoğan 73" adlı tatbikatlar
düzenlendi.
180. Katmerli
korporatist faşist İnönü'nün 12 Mart
darbesine karşı çıkmamasına rağmen, CHP içinde faşist darbeye tavır alanlar
bulunmaktaydı. Bülent Ecevit darbeye
tavır alan kanadın temsilcisi durumundaydı. Bu tavır Ecevit için tarihi önem taşımıştır. Çünkü darbeden bir yıl sonra
yapılan (Mayıs 1972) CHP Kongresinde İsmet
İnönü Parti'nin genel başkanlığını kaybetti. Kazanan Bülent Ecevit olmuştu.
181. Bülent Ecevit darbe döneminde şu
değerlendirmelerde bulunmuştu: (9 Ağustos 1972'de) "12 Mart sonrası ortamda, her türlü sol düşünce ve akım baskı
altına alınmak istenmiştir. CHP'nin benimsediği kadar ılımlı ve demokratik bir
sol dünya görüşü ve tutumuna bile yer vermek istemeyen bir rejimi yeryüzünde
hiç kimse demokratik rejim olarak kabul etmez."
22 Mart 1971'de ise Milliyet gazetesine verdiği demeçte şöyle demekteydi : "Türkiye'deki müdahale, hiç değilse
vermeye başladığı sonuçlar bakımından Yunanistan'daki müdahale modeline
uymaktadır. Onun daha incesidir, daha ustacasıdır. Çünkü demokrasinin kurumları
işler gibi görünüyor."
Kendisi de korporatist rejimin bir parçası olan Ecevit'in tavrı demokrat kişiliğe
sahip olduğundan değil, elbette talan sofrasında yer kalmadığı için bir karşı
çıkıştır bu. Ve de muhalefet unsurlarını kendi şemsiyesi altında toplayarak
rejime muhalefeti böyle taktiklerle düzen içi konumda tutmaktır. Halkın
devrimci muhalefetinin bir Ecevit Hükümeti
döneminde yükseldiğini varsayalım bu Ecevit
bir başka Ecevit olacaktır. Bir Tağmaç'tan, bir Gürler'de farklı tavır sergilemeyecektir. Korporatistler arası
çelişme korporatist taraflardan birinin diğerine karşı sol söyleme sarılmasına
yol açabilir.
182. Kamu iktisadi Teşekkülleri ve
kompradorların holdinglerinin, şirketlerinin yönetim kurulları korporatist
albay ve generaller için emeklilik sonrası birer yemlenme yuvasıdır. Nitekim, İstanbul
Sıkıyönetin Komutanı Faik Türün, Umumi
Mağazaların Yönetim Kuruluna getirildi. Eski Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve eski Kara Kuvvetleri
Komutanı Nazmi Karakoç, Uluslararası
Endüstri ve Ticaret Bankası Yönetim Kurulunda yer aldılar. Eski İzmir
sıkıyönetim komutanı Cemal Süer
Karamürsel Mağazaları Yönetim Kurulu Başkanlığı'na getirildi. Tabii bu
generallerin sınıfsal kökenine baktığımız zaman bunların % 99'unun "Köylü
Çocuğu" olduğunu görüyoruz. Ne büyük bürokrat burjuvazi ne de büyük
sanayiciler çocuklarının bir tekini bile Askeri Okullara göndermemektedir. Bu
köylü çocukları geldikleri sınıfı unutarak ABD hizmetrinde darbeler
düzenleyebilmektedirler. Haddi olmadığı halde büyük kamu kuruluşu olan
KİT'lerin Yönetim Kurulların'da yer almaktadırlar. Sonradan görme generallerin
eşleri de genellikle ilkokul veya ortaöğretim de öğretmendir. Tabii bunlar
devrimci bilince sahip olmayan sıradan insanlardır.
183. 12 Mart
darbesinden sonra kurulan Birinci Erim Hükümeti'ni,
İkinci Erim Hükümeti, onu da Naim Talu hükümeti izledi. Her üç
hükümet korporatist faşist karakterde parlamenter maskeli birer ABD
işbirlikçisiydi.
184. Darbeciler Cumhurbaşkanı seçiminde general Faruk Gürler'i aday
gösterdiler ancak bunda başarılı olamadılar. Fakat seçilen diğer aday Fahri Korutürk de ordu mensubu bir
generaldi. Korporatist generaller, korporatist sivillere cumhurbaşkanlığını
yine kaptırmamış oldular.
Tarihsel
Saptamalar - 27 -
57. Türkiye'de
sosyo-ekonomik yapıyı salt iktisadi özellikleriyle açıklama girişimi oldukça
yetersiz kalacağı gibi salt siyasi özellikleriyle açıklama girişimi de aynı
şekilde yetersiz kalacaktır.
Burada yöntem sorunu, olgularının ele alınmasının ilkeleri ve tarihsel
bağlantıları büyük ve vazgeçilemez önemdedir. Birinci önemli saptama tarihsel
sürecin hangi kesitinde bulunulduğudur. Burada kastedilen dünya çapındaki
durumun belirlenmiş olmasıdır. Öncelik buna verilir. Dünya çapındaki durum
şudur; serbest rekabetçi kapitalizm döneminde mi yaşanmaktadır yoksa
emperyalizm döneminde mi? Bundan çıkan en önemli sonuç burjuvazinin feodalizme
karşı iktidar öncesi dönemindeki gibi ona karşı devrimci özellikler gösterip
göstermediğidir. Eğer burjuvazi feodalizmi tam anlamıyla tasfiye etmeden
iktidar olmuşsa kendi öz karşıtı olan proletaryaya karşı feodal kalıntılarla
ittifak kuracak demektir. Kapitalizmin yerleşmesinin birinci dönemi olan Alman,
İtalyan, Fransız, Amerikan, İsveç, İsviçre, Finlandiya gibi ülkelerde
kapitalizm feodalizme karşı tam anlamıyla burjuvaca davranmıştır. Yani
yumuşamamıştır, uzlaşmamıştır, ikiyüzlülük yapmamıştır. Marks'ın desteklediği ve devrimci olarak nitelediği kapitalizm bu
kapitalizmdir. Bu kapitalizm olmasının temelinde dine karşı onlarca yıl süren
savaşları görebiliriz. Thomas Münzer'i
yetiştirmiş olmalarını görebiliriz. Luther'i
ve protestanlığın din dogmalarına karşı yıkıcı etkilerini görebiliriz. İtalyan
rönesansını, hümanizmi, burjuva milliyetçiliğini, burjuva klasizmini, burjuva
romantizmini görebiliriz. Bu konu daha da uzatılabilir....
Diğer yandan kapitalizmin yukarıdan aşağıya inşa edildiği, Türkiye, İran, Irak,
Suriye, Lübnan, Hindistan, Pakistan, Cezayir, Libya, Şili, Peru, Arjantin vb.
gibi Üçüncü Dünya ülkelerinde istisnaları bir kenara bırakacak olursak iktidar
sömürgelikten yarı-sömürgeliğe veya yeni-sömürgeliğe doğru bir rota izlemiştir.
Ve Birinci Emperyalist Dünya Savaşı'nın galipleri olan İngiliz ve Fransızlar
tarafından kukla olarak kurulan iktidarlar ve ülkeler emperyalistlerin müsaade
ettiği ölçüde kapitalistleşmişlerdir. Bu kapitalizm komprador veya
yeni-komprador kapitalizmdir. Bu ülkelerin iktidarları kısmen burjuva kısmen
feodaldirler. Hatta Arap rejimlerinin şeriatla yönetilenleri köleci-işbirlikçi
kapitalist bir nitelik arzetmektedir. Bazıları köleci toplum ile kapitalist
toplumun unsurları birarada olabilir mi diye bir soru ile itiraz edebilirler. Evet
garip ama gerçek. Tuhaf ama gerçek, bu
olabiliyorun da ötesinde hala bazı ülkelerde (Arabistan) gibi varlığını
gösterebiliyor. İslam dinini kendi yorumlarıyla aynen pratiğe geçiren Arap
dincileri -ki İslam dini köleci toplum biçimini ifade etmektedir- bir yandan da
ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin emperyalist şirketleriyle ortaklık halinde
petrol çıkarmaktadır.
58. Türkiye'ye
dönecek olursak, daha önceleri de belirttiğimiz gibi TC korporatist devleti
(bazı arkadaşlar bu korporatizm de nereden çıktı gibi sorular yöneltiyor)
korporatizm kavramı birçok entellektüel tarafından Türkiye'ye ilişkin olarak
kullanılmıştır. Benim en gerçekçi bulduğun daha doğrusu 1986 -1987 yıllarında
esinlendiğim tahliller Prof. Dr. Taha
Parla'nın ve Peru Komünist Partisi Başkanı Abimael Guzman/Gonzalo'nun tahlilleridir.) emperyalizm aşamasında
ve bu aşamanın birinci emperyalist savaş döneminde ülkenin
sömürgeleştirilmesine karşı anti-sömürgeci savaş sonucu kurulmuştur.
91. ABD emperyalizmi ile işbirliği ve
yarı-sömürgeliğin yeni-sömürgelik olarak sürdürülmesi Kemelist korporatist
CHP'ye rağmen değildir. Bu işbirliği CHP'nin de olurunu alan bir işbirliğidir. Hatta
işbirliğinin ilk başlatıcıları bizzat CHP'li üst düzeydir. Korporatist Kemalist
İnönü yabancı sermayeye sunulan
sınırlamaları Mayıs 1947 ve Mart 1950'de gevşetilmiştir. IMF, Dünya Bankası ve
Avrupa İktisadi İşbirliği Örgütü 'ne 1947'de girilmiştir.
92. Kemalist
korporatist rejim daha kuruluşundan itibaren üç tür muhalefet ile karşı
karşıyadır. Birinci tür muhalefet devrimci akımdır. İkincisi İslami akım,
Üçüncüsü ise Kürt muhalefettir.
93. Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve Kazım
Karabekir'den oluşan klik 1924 Sonbaharı'nda Rauf Orbay'ın Şişli'deki
evinde toplanır ve 17 Kasım 1924'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulur. Bu
Fırka için Demokrat Parti için Demokrat Parti ile Adalet Partisi'nin ve nihayet
Doğru Yol Partisi'nin a n a s ı demek doğru olacaktır. Bunlar düzen içi
muhalefettir.
94. ''Terakkiperver Fırkası'nın programındaki
birçok noktalar, Halk Partisi prensiplerinden önemli şekilde ayrılıyordu. Bunlar
daha ziyade Cumhurbaşkanı'nın tarafsızlığı ve Partiler üstü durumu, seçildiği
andan itibaren milletvekilliğinden ayrılması, tekdereceli seçim (dar ve
bölgesel seçim sisteminin uygulanması) ve halkın bu suretle demokrasiye daha
fazla kaynaşmasının sağlanması yanında yönetimin ademi merkeziyetçi olması, belediye
başkanlığının atama ile değil oylama ile seçilmesi karara bağlanıyordu. Parti, ayrıca
ekonomik alanda bir program hazırlamıştı. Bu da hükümet programından ayrılıyor.
Ve serbest girişime daha çok yer verdikten başka yabancı sermaye yatırımlarını
destekliyordu. ''(Prof. Dr. Orhan
Türkdoğan , Kemalist Modelde Fert ve Devlet İlişkileri)
95. 13 Şubat
1925'te Şeyh Sait isyanı başlar. İsyan
2 Nisan 1925'te bastırılır. Bu isyan bahanesiyle Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası da 3 Haziran 1925'te bir daha doğmamak üzere kapatılır.
96. Cumhuriyet
Halk Partisi'nin ilk adı Halk Fırkası'dır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın
kuruluşuna tepki olarak ve ''cumhuriyet''e vurgu amacıyla adı Cumhuriyet Halk
Fırkası haline geririlir.
97. Mustafa Kemal korporatist rejimin
rayına oturup oturmadığını, kitle tarafından benimsenip benimsenmediğini
belirlemek amacıyla danışıklı dövüş yöntemine başvurdu. Ve Fethi Okyar'a 1 Ağustos 1930'da Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı
kurdurdu. Halkın geri kesimlerinden rağbet görmesi ve Kemalist korporatizme
muhalif ikinci akım olan İslamcı akımın bu partide mevzilenmesi üzerine Menemen
Olayı bahane edilerek 18 Aralık 1930'da kuruluşundan üçbuçuk ay sonra
kapatılmıştır.
98. Serbest
Fırka'nın kapatılmasından sonra Korporatist Kemalistler daha önce ''Türk
Ocağı'' adı ile kurulmuş olan milliyetçi bir derneğin yerine şehirde
yetişenlerin eğitimini yürütmek ve kültürel faaliyetlere girişmek üzere
Halkevleri kurdu. Ve korporatist Kemalizme ''sol'' aşı yapmayı ve böylece solu
ekarte etmeyi amaçlayan dönek unsurların ağırlıkta olduğu ''Kadro'' adlı bir
dergi çıkarılmasına izin verdi.
54. 27 Mayıs
darbesi korporatist yapıya zarar vermemiş, tam tersine korporatist yapının
hızla yıpranmakta olduğunu farketmiş ve bunu onarma görevını üstlenmiştir. 27
Mayıs darbesi sonrası korporatist yapı egemenler açısından daha soluklu bir yapı
olarak görülmüştür. Her ne kadar ABD isbirlikçisi korporatistler siyasi anlamda
zarar görmüşlerse de zarar gören onlar olmuş karlı çıkan ise devletin
korporatist karakteri olmuştur. Çünkü rejimin egemenler açısından sağlıklı
işlemesi bakımından korporatist devlet daha Kurtuluş Savaşı başlarında devletin
örgütlenmesinde korporatizmin dört temel dayanağından biri olan hiyerarşik
örgütlenmeyi oluşturmuş bu hiyerarşik örgütlenmenin tepesine kendisi
oturmuştur. Kendisi kimdir? Kendisi öncelikle askeri bürokrasidir. Ve bu askeri
bürokrasinin denetiminde olan sivil bürokrasidir. 27 Mayıs darbesi tam da bu
hiyerarşiyi korumak amacıyla düzenlenmiştir. Bu hiyerarşi demek korporatist
devletin işleyişinin hayatiyeti ve can damarı demekti. Elbette bu hiyerarşinin
Bayar-Menderes kliği tarafından değiştirilmesine Korporatist Kemalist askeri
bürokrasi izin vermeyecekti. Ve izin vermedi de. Bu hiyerarşideki konumlanışın
yeniden organize edilme çabası Bayar-Menderes kliğine pahalıya maloldu. Egemenler
pramidi korporatist devletin tepe noktasına oturma noktasındaki ilerleme kanla
önlenmiş oldu.
55. Korporatist
devletin egemen sınıf temsilcilerinin siyasi karakterini doğru saptayamayan bazı
''entellektüeller'' hatta birçok entellektüel 27 Mayıs darbesini ilerici
demokrat olarak nitelemektedir. Bu büyük ve önemli yanılgıya düşenler darbenin
amacının rejimin hiyerarşik tepe noktasına hakim olmanın önlenmesi olduğunu
görememektedirler. Türkiye'de halkı devrime yaklaştıran tavır ilericidir. Bu
ilerici veya devrimci tavır objektif olarak ilerici, devrimci olabildiği gibi
sübjektif olarak da olabilir. Devlet kapitalizmine karşı hür teşebbüsçü
kapitalizm ileri olanı temsil eder. Feodalizme veya feodal kalıntılara karşı
her türlü tavır ve pratik ilerici içeriklidir. Köleci toplumun simgesi olan
dini ideoloji ve kimliklere ve kurumlara karşı alınan her tavır ve girişim
ister laik içerikli ister ateist-materyalist içerikli olsun ilerici
karakterdedir. Bu tarihsel anlamda böyledir.
Ve onlar şunu asla düşünmemektedirler. Emperyalizm çağında yarı-bağımlı,
yarı-sömürge, yeni-sömürge bir ülkenin ordusunun kurmayları nasıl olur da
ilerici, demokrat tavır sergileyebiliyorlar. Ve yine şunu asla
düşünmemektedirler. Yarı-feodal, yarı-sömürge,
yeni-sömürge bir rejimin ordusunun kurmayları anti-emperyalist olmadığı halde
nasıl olur da ilerici ve demokrat olabilirler? Ve yine şunu asla
düşünmemektedirler. Yarı-bağımlı, yeni-sömürge bir ülkede ABD emperyalizminin
oluru alınmadan düzenlenen bir darbeye nasıl olur da ABD emperyalizmi izin
verir ve böyle bir darbeye müdahale etmez.
Tabii ilericilik, devrimcilik tarihi anlamda söz konusuysa bu başka bir şeydir;
tarihin bir kesitinde alınmış bir soruna dair olan ilerici, devrimci tavır ayrı
bir şeydir. Biri tarihi sürecin devrimci akımını temsil ederken diğeri
taktiksel anlamda, o gün, o konuda alınan tavrın kendisinden doğan ve ömrü o
meseleyle başlayan ve biten bir ilericilik, devrimciliktir.
185. Naim Talu hükümeti 12 Mart faşlist
diktatörlüğünün hükümetiydi. Ancak bu oldu bitti hükümeti görevini daha fazla
sürdüremezdi. Seçimlere gidildi. Hiç bir parti tam anlamıyla çoğunluk
sağlayamadığından gündeme koalisyon hükümetinin kurulması geldi. Nihayet CHP
ile MSP koalisyon yaptı. Bu kaderin cilvesi miydi? Korporatist Kemalistlerin
has partisi ile Padişah-Halife artığı ideolojiye ittifak yapmak (koalisyon
hükümeti) dayatılmıştı. Korporatizmin bir yönü daha devreye giriyordu;
demagojik yön. Bu koalisyon çok açık olarak gösteriyordu ki korporatist
Kemalizm düz bir çizgi değildir, onda öyle esnemeler görülebilir ki, onun bu
esnemelerine bakarak aldanabilir ve onun Kemalizm olduğundan kuşkuya
kapılabilirsiniz! Ama o zamana, zemine ve koşullara göre çeşitli kılıklara
bürünebilir. Çünkü demagojik karakter taşımaktadır, kapsayıcı-yayılmacı
karakter taşımaktadır. İşte CHP ile MSP koalisyonu budur.
186. Parlamenter
zemin öyle kaygan bir zemindir ki, daha 1800'lü yıllarda korporatist
kapitalistleri çeşitli uzlaşmalara ve tavizlere sürükledi. Dünya kapitalizmi
daha o yıllarda demo-demokratik bir sürece girmişti. Demo-demokrasi; demagojik
demokrasi ile demode demokrasinin iç içe geçmesidir. TC'nin demokrasisi de daha
baştan itibaren demo-demokrasi türündendir. Çünkü onlar daha baştan itibaren
işçilerin ve yoksul köylülerin bir temsilcisi konumunda değillerdi. Tam tersine
dünya kapitalizminin bir temsilcisi durumundaydılar.
Tarihsel
Saptamalar -28-
106. Bugüne
kadar milliyetçiliğin iki görünümü varolagelmiştir. Birinci görünüm
milliyetçiliğin dışa yönelik bir olgu olması. İkinci görünüm ise
milliyetçiliğin içe yönelik bir olgu olmasıdır. Birinci görünüm olan
milliyetçiliğin dışa yönelik olgu olması da ikiye ayrılmaktadır. Birinci türde
milliyetçilik anti-emperyalist değil -çünkü anti-emperyalist oluş tutarlı
olarak emperyalizme karşı çıkıştır. Şu ya da bu şart ile emperyalizmin dümen
suyuna girmemek, tam tersine emperyalist-kapitalist sistemden kopuştur. Bu da
ancak proleter tavra özgüdür. Burjuvazinin hiçbir kanadı anti-emperyalist
değildir. Ve olamaz. Çünkü bu kapitalizmin emperyalizmi reddetmesi demektir. Kapitalizmin
emperyalizmi reddetmesi dönemi serbest rekabetçi kapitalizm dönemindeydi. Ancak
Ekim 17 devrimiyle birlikte anlaşılmıştır ki, dünya da paylaşılmamış alan
kalmamıştır. Yeni paylaşımlar demek emperyalist dünya savaşı demektir. Bu dünya
koşullarında artık yeni yetme ulusal kapitalistlerin pazara hakim olabilmesi ve
hatta pazara hakim olamasa bile emperyalizm ile rekabet etmesi ham bir
hayaldir. Herhangi bir ulusal kapitalizm emperyalizm çarkının dişlileri
arasında öyle bir ezilir ki un ufak olur. Ancak onlar anti-sömürgecidir. Anti-sömürgecilik,
sömürgeleştirilmiş bir ülke burjuvazisi veya burjuvazilerinin emperyalist
sistemden kopmamak şartıyla emperyalist işgale, emperyalist sömürgeciliğe karşı,
devlet olma, devlet bağımsızlığını savunma temelinde tavır alıştır. Kemalist
milliyetçilik, Nasır milliyetçiliği, Saddam
milliyetçiliği, Kaddafi milliyetçiliği,
Humeyni'nin İslam kılıklı
anti-sömürgeciliği tam da bu türden milliyetçiliklerdir. Bunlar, iktisadi, siyasi,
örgütsel bağımsızlığın savunucusu olamayan türden ve sadece devlet
bağımsızlığını savunan türden sömürge olmaya razı olmayan türden
milliyetçiliklerdir.
İkinci türde milliyetçilik -yine dışa yönelik bir olgudur- devlet
bağımsızlığını korumayı esas alan türden değil, tam tersine devletlerin
bağımsızlığını yok etmeyi, ulusların asimilasyonunu ve tahakkümünü hedefleyen
türdendir. Bu tür milliyetçilik yayılmacı, asimilasyoncu, ilhakçı, sömürgecidir.
Kemalizm kısmen böyle bir milliyetçiliktir. Amerikan milliyetçiliği, Hitler milliyetçiliği, Mussolini milliyetçiliği, Turancılık (Enver Paşa ve Türkeş bu konuda aynı düşünmektedir) tam da bu türden
milliyetçiliklerdir.
İkinci görünüm, milliyetçiliğin içe yönelik bir olgu olmasıdır. Milliyetçilik
burada solidarist (dayanışmacı) ve hiyerarşik ve de demagojiktir. Dayanışmacıdır,
çünkü sınıflı bir toplum olan millette iç çatışma yani sınıf mücadelesi
istemez; bunun yerine sınıflararası uyum ve ahenk ve de dayanışmayı koyar. Bir
sınıfın diğerlerine muhtaç olduğunu iddia eder. Hatta millette sınıfların dahi
varlığını inkara yönelir, toplumun mesleklerden oluştuğunu ileri sürer. Böyle
bir milliyetçilik aynı zamanda hiyerarşiktir, ancak, hiyerarşik karakterini
gizler. Milletin içinde en gelişmiş sınıf veya sınıflar hangileri ise onlar
milletin kaderini belirleyen rolü oynar. Milletteki sınıflar parlamentoda ve
yasalarda haklarını almaları ya da yararlanmaları gizli bir şekilde hiyerarşik
olarak mevcuttur. Yasalar ve parlamento esas olarak hiyerarşinin tepesindeki
sınıflar içindir. Onların çıkarlarına göre düzenlenmiştir. Kapitalist
korporatizmin bütün özelliklerini milliyetçilik olgusunda görmekteyiz. Birincisi
dayanışmacılık.
İkincisi
hiyerarşik-hegemonik
karakter, Üçüncüsü yayılmacı-kapsayıcı karakter. Dördüncüsü ise demagojik
karakterdir. Korporatizmin bu
dört temel özelliğinin milliyetçilik olgusunda görülmesi rastlantı değildir. Milliyetçilik
kapitalizmin ürünüdür. Ve korporatizm de kapitalizmin baş karakteristik
özelliğidir. Korporatizm sadece şu ya da bu ülkedeki kapitalist rejimde görülen
karakteristik özellik değildir. Korporatizm ezen yönetim/iktidar biçimlerinin
evrensel karakteridir. Ve korporatizm sadece kapitalizme özgü değildir. Feodal
toplumlar ve köleci toplumlar korporatist özellikler gösterirler. Gerek bu
toplumlar gerekse kapitalist toplum ezen karakterde bir toplumdur. Kapitalizmi
diğer ezen toplum biçimlerinden ayıran temel ölçüt kapitalizmin artı-değerci
karakterde ve pazar için üretim yapan karakterde olmasıdır.
142. Devlet
olgusuna baktığımız zaman gördüğümüz, toplumsal güç dağılımıdır. Toplumsal
güçler tarihsel ürünlerdir ve belli dönemlere tekabül etmektedirler. Burada
mutlak olarak varoluş, ebedi olarak egemenliğin sürdürülmediği/sürdürülemediği
sonucu çıkar.
Değişebilirlik esas olandır, kalıcı yöndür. Toplumsal güçlerin statik değil
dinamik oluşudur bu. Ve bu nedenledir ki, Marksist teori statik değil
dinamiktir. Teori kaynağını yaşamdan almaktadır.
Türk tarihinde de toplumsal güçler, tarihsel ürünler olarak vardırlar. Uzak
Türk Tarihi, Orta Türk Tarihi ve Yakın Türk Tarihi hep birer toplumsal üründür.
Devlet ırkın, ezen ve ezilen; yöneten ve yönetilen olarak ikiye bölünmesinden
itibaren hep varolagelmiştir. Cumhurbaşkanlığı armasında bulunan on altı Türk
devleti sembolizasyonu ile övünme hem dürüst bir içerik taşımamaktadır hem de
halkları yanıltılmaktadır. O armanın kabullenicileri herşeyden önce devlet
kavramından bihaberdir. İkinci olarak Şah İsmail'in kızılbaş devleti sizleri
niye rahatsız ediyor da orada yer almıyor. Ve de Osmanlı gerici hanedanlığıyla iki
yüz yıl savaşan Karamanlı Devletidir ki,
Cumhurbaşkanlığı armasında yer almamaktadır.
Türklerin tarihinde kabilecilik dönemi varolmuştur ancak Avrupa'da görüldüğü
gibi kölecilik sistem olarak varolmamıştır. Ancak padişah hizmetinde zenci
köleler varolmuştur. Bundan daha vahim ve daha trajik olanı küçük yaşta Sırp, Arnavut,
Boşnak, Bulgar vb. çocukların ailelerinden zoraki alınarak "Yeniçeri"
yapılmasıdır ki bu bir nevi köleleştirme girişimidir. Kabileciliği çeşitli
feodal devletler izlemiş ve 1920 sonrası kapitalizmin milliyetçi devleti
kurulmuştur.
143. Korporatist devlet adeta
ağır ağır ve acımasız bir şekilde dönen üst üste yerleşmiş birer değirmen taşı
gibidir. Bu değirmen taşı nice entellektüelleri, nice devrimcileri, nice sol
parti önderlerini, nice rejim karşıtlarını arasına alarak maalesef un ufak
edene kadar öğütmüştür. Elbet bir gün o değirmen taşının öğütemeyeceği
devrimciler çıkacaktır. Bu çıkanlar öncelikle bu öğütülme gerçeğinin
kanunlarını bilenler ve o kanunların karşısına kendi kanunlarını koyanlar
olacaktır.
144. 1930
tarihli İtalyan Ceza Kanununun 270 ve 272. maddeleri aynı şekilde TCK'da yer
almıştır. 141.ve 142. maddeler olarak bilinen bu faşist kanunlar Büyük Millet
Meclisi'nde hiç tartışılmadan yasalaşmıştır. Faşist Mussolini'nin anayasasından
alınan bu maddeler 23 Haziran 1936'da Resmi Gazete'de yayınlanmış ve yürürlüğe
girmiştir. Binlerce demokrat ve devrimci genç ve entellektüel bu iki faşist
yasaya dayanarak tutuklanmış ve cezalandırılmıştır.
145. Devrimci
Türk şairi Nazım Hikmet yaşamının on
sekiz yılını cezaevlerinde geçirmek zorunda kalmıştır. Sarıkışla, Ankara, İstanbul,
Çankırı, Bursa, Üsküdar cezaevlerinde kalmıştır.
146. "Nazım Hikmet şiirlerinden dolayı
yargılanmamıştı. Oysa 1938'den 1964'e değin şiirleri yayınlanamazdı." (Dr. Çetin Yetkin, Siyasal İktidar Sanata
Karşı, Bilgi Yayınevi, Ankara 1970)
147. Devrimci
şair ve yazar Sabahattin Ali de bir
toplulukta okuduğu bir şiir nedeniyle korporatist faşist CHP iktidarı döneminde
bir yıl süreyle cezaevinde kalmıştır. Ve yine Ali Ertekin adlı kiralık katil
tarafından 1949'da öldürülmesi CHP desteğinde olmuştur. (Bkz. Dr.Çetin
Yetkin'in adı geçen eseri)
148. Hasan İzzettin Dinamo, Orhan Kemal, A.Kadir, Rıfat Ilgaz, Kemal Tahir, Arif Damar gibi tanınmış yazar ve şairler
korporatist Kemal-İnönü döneminde
çeşitli cezalara çarptırılmışlar ve hapsedilmişlerdir. Bu ve benzeri
entellektüellerin yaşamları incelendiğinde çok açık ve çok net olarak görülecektir ki, ne korporatist Kemal
ne de baş takipçisi korporatist İnönü asla ve asla demokrat ve ilerici
değillerdir. Asla ve asla entellektüel dostu olmamışlardır. Tam tersine
entelektüellerin tepesinde birer kılıçtı onlar.
149. Türkiye
Cumhuriyeti'nin kuruluşunda önemli rol oynayan bir dış unsur da Sovyetler
Birliği olmuştur. Lenin, Ekim
Devrimi'nden sonra devrimi yayma ve dünya çapında geliştirme politikası yerine,
devrimi koruma ve tek ülkede sosyalizmi inşaya yönelmiştir. Bir de bu nedenle Lenin, Kemal'i ittifak olarak görmüş. Eğer devrimi enternasyonalist
anlamda dünyaya yaymayı esas ilke olarak benimsemiş olsaydı, emperyalist
savaşın devrime yol açacağı ülkelerin başında bugünkü Türkiye, Suriye, İran, Irak,
Yunanistan vb. gibi Üçüncü Dünya ülkeleri bulunuyordu. Lenin, Kemal'i ittifak olarak görmek yerine Türkiye Komünist
Partisi'ni ve önderi Mustafa Suphi'yi
kabul etseydi; bütün olanaklarını seferber ederek destekler, dünyanın Türkiye
cephesinde Marksist-Leninist devrimin ocağının tutuşmasını sağlardı. Ancak Lenin'in gözünde Ekim Devrimi'nin
çıkarları dünya devriminin çıkarlarından üstün hale gelmiştir. Lenin'in, Kemal'i önemli bir
anti-emperyalist olarak görmesinin temelinde yatan bu olmuştur.
Tarihsel
Saptamalar (29)
137. Gerek dünyada gerekse Türkiye'de
çürüyen dinci-sömürgeci, ideolojinin varlığının şu ya da bu oranda sürmesi, etkisinin
şu ya da bu ağırlıkta hissedilmesi neye bağlanmalıdır? Bunun en esaslı
açıklaması şu olabilmektedir; Türkiye'de de dini ideoloji ve kapitalist
ideoloji korporatist karakterdedir. Bu ortak özellik onun çürüyerek, kokuşarak
da olsa miadını doldurana dek sürmesini sağlamaktadır. Her iki korporatist
ideoloji özel mülkiyeti ve satma ve satın alma (ticaret) kategorilerini
dışlamaz, tam tersine bu iki kategoriye sımsıkı sarılır. Kapitalist
korporatizmin kapsayıcı yöntemi ve karakteri onun hiyerarşik karakteri ile
birleşir. Bir yandan dini, hiyerarşik örgütlenmede altlarda organize eder. Onu
denetimine alır ve ihtiyaç duyduğu oranda kullanır. İkinci olarak kapsayıcı
karakterinden dolayı dini de kapsar. Kapsamakta sakınca görmez. Bu onun lehine
bir durum yaratır. Dini ideolojiyi tam olarak ve bütün bir tarihsel süreçte
karşısına alması onun korporatist özelliği ile çelişir. Düşmanı düşman olarak
karşısına almaktansa düşmanı kapsamak zaten onu etkisiz kılmak anlamına gelır. Tabii
ki, hiyerarşik örgütlenmede kendine biçilen rol oranında bir rol ile sınırlandırılmış
bir dini ideoloji kapsayıcılığıdır bu.
138. Tarihsel
bir olgu olarak ortaya çıkmış ve varlığını sürdürmekte olan Alevi-Sünni
kutuplaşması yerli kapitalist korporatizm ve emperyalist-kapitalist sistem için
bulunmaz bir nimet olmuştur. Çünkü bu kutuplaşma feodal korporatizmi bölen, parçalayan,
zayıflatan bir rol oynar. Nasıl ki Avrupa kapitalist korporatizmi Ortodoks, Katolik
ve Protestan ayrımından dolayı memnun ise Türk korporatizmi de Alevi-Sunni
karşıtlığından memnundur.
Kapitalist korporatizm 1923'te Cumhuriyeti ilanı ile birlikte devlet olma
bayrağını feodal korporatizmin elinden almıştır. Toplumun kendi korporatizmi
doğrultusunda örgütlenmesine, bilinç yapısının oluşturulmasına yönelmiştir. Bu
yönelimde toplumun yarısını oluşturan kadını elbette ihmal edemezdi. Kadını
hızla feodal korporatist yaşamdan kapitalist korporatist yaşama yöneltti. Kadın
artık kapitalist korporatist toplumun bir parçası olacaktı. Evlerden,
işyerlerine doğru taşımaya yöneldi kadını. Kadın eskiden -genel anlamda- sadece
evinin kölesiydi. Ama artık kadın aynı zamanda ''işyeri'' nin de kölesi
olacaktı. Kadının sosyalleşmesi topluma karışması aslında ikinci bir kölelik
zincirinin boynuna geçirilmesinden başka bir şey değildi. Korporatist
kapitalizm için bu durum avantajlı olduğu gibi dezavantajlıydı da. Dezavantajı
şuydu; kadın süreç içinde kapitalist korporatizmin zincirini de boynunda
hissedecekti. Bu kaçınılmazdı. Çünkü evden çıkıyor, bin türlü ilişkinin hüküm
sürdüğü toplumun içine giriyordu.
139. Kadın artık
ev ortamındaki karı-koca, çocuk-anne, gelin-kaynana, gelin-kayınpeder vb.
ilişkilerine ek olarak, kadın-patron, kadın-erkek iş arkadaşı, kadın-bakkal, kadın-manav,
kasap, kadın-amir, ustabaşı gibi ilişkilere de giriyordu. Bu kadının toplumsal
bilincinde önemli bir farklılık yaratıyordu. Kadın kendini ev ortamının
ilişkilerini değerlendirmeye tabi tutuyordu. Eski değerlendirme sonuçlarının
yerini yenileri alıyordu. Çünkü en azından kadın kocasını, kocasının annesini, babasını,
kardeşlerini ev dışındaki insanları tanımış olmasından dolayı kıyaslama olanağı
elde ediyordu.
140. Kadın
korporatist kapitalizmin yarattığı öğretim yerleri olan okullarda babasından, dedesinden
öğrendiği ''gavur''u bir başka perspektifle yeniden öğreniyordu. Kafasında yer
alan daha doğrusu feodal korporatizm tarafından yer aldırtılmış olan ''gavur''
imajı bambaşka bir imaja dönüşüyordu. Bunun böyle sürüp gitmesi ortaya her iki
korporatizmin çatışması olan kuşak çatışmasını gündeme sokuyordu. Kız babasına,
dedesine kapitalist korporatist anlamda da olsa başkaldırıyordu. Feodal
korporatizm için ünlü terane başlıyordu. ''Din elden gidiyor'', ''Ahir
zamanlara geldik.'' Laik ile anti-laik
çatışmasınn temelleri atılmış, çatışma korporatist devletin egemenlik şemsiyesi
altında sürebilirdi. Ama korporatist kapitalizmi bu çatışmada laik kadını fazla
bilimsel düşünmeye itmez, onu kendi kalıpları içinde tutabilir ve de onu bu
çatışmada kapitalist ahlak ve kültürün dejenere ilişkilerine sürükleyebilirdi. Bunu
yapması kapitalist korpuratizmin lehine olurdu. Çatışmanın kapitalist-feodal
korporatizm çatışmasına ve sol ile kapitalist korporatizmin çatışmasına
dönüşmesinin önlenmesi korporatist devletin geleceği ile ilgili bir durumdu.
Tarihsel
Saptamalar (30)
30. 1914 -1918
döneminin Alman-Osmanlı işbirliği en az araştırılan konular arasındadır. Osmanlı
o dönemde Padişah ve halifeden ziyade Enver, Talat ve Cemal Paşalarda
simgeleniyordu. Bu Paşalar ve onların izlediği politikalar ve pratik bilinmesi
istenmeyen olgular mı içeriyor diye düşünmemek elde değil.
"Alman sömürgeciliği 1880'lerde yerine oturdu ve önce Afrika'ya
(Alman-Doğu Afrika Şirketi) yöneldi. Ama daha 1878 Berlin Kongresi'nde bu
kongrede Ermeni sorunu da ele alınmıştı. (Madde 61), Kayzer Almanyası, o zamana
kadar Fransa, İngiltere ve Rusya'nın yönlendirdiği Doğu politikasında söz
sahibi olmaya uğraşmıştı.
"Deutsche Bank'ın 99 yıllık bir faiz garantisi karşılığında İstanbul ile
Ankara arasında demiryolu hattı inşasının haklarını alması, Osmanlı
İmparatorluğu'ndaki ilk Alman projesiydi. Daha önce Baron Hirsch tarafından inşası başlanan Orient Hattı sona
erdirilmeden bırakılmıştı. Sultan Abdülhamit
özellikle Asya'daki bölgelerde hiç geliştirilmemiş olan ulaşım ağının kurulması
ve böylece saltanatını sağlamlaştırmak istiyordu." (Asur Soykırımı, Gabriele Yonan, PencereYayınları, Birinci
Baskı 1999)
" Kayzer II. Wilhelm eşiyle birlikte
İstanbul'a ilk ziyaretini yaptı ve bu ziyaret Avrupa'nın öfkesini
kabarttı." (Age)
" Kayzer'in ziyaretinden sonra, bir Alman şirketi Anadolu'da demiryolu
hattı inşa etme ve işletme hakkını ve ayrıca diğer bir hattın Bağdat demiryolu
hattının da ön haklarını elde etti.1890'da bir ticaret anlaşması imzalandı, Osmanlı
ekonomisinin yeniden yapılanması için planlar hazırlanıyordu. Deutsche Bank
İstanbul ve Halep'te şube açtı. Ayrıca bir Alman okulu ve hastane açıldı."
(Age)
"Baron Calmar von Goltz 1883'ten 1895'e kadar hantallaşmış Osmanlı
ordusunu yenilemek için kurulan askeri bir komiteyi yönetti. Osmanlı
İmparatorluğu'nun dört bir yanında Alman konsoloslukları ve ticaret acentaları
açıldı. (Age)
"Bu yayılmacı sömürge politikası, Almanya'dan ve Pan Alman Birliği
tarafından yönetiliyordu." (Age)
"İngiliz diplomasisi 1895 yazında, Almanya'yı Osmanlı İmparatorluğu'nun
parçalanmasına ortak etmek istedi." (Age)
"Kayzer Almanyasının politikasında ağır endüstrinin çıkarları yön
vericiydi. II. Wilhelm 1890'dan sonra ağır endüstrinin etkisi altına girmişti. Kayzer
1898'de İstanbul, Filistin ve Şam'ı ziyaret etti. Beş hafta süren gezide
Alman-Osmanlı dostluğunun propagandası yapıldı ve bu propagandanın doruk
noktası Kayzer'in Şam'da onuruna verilen bir yemek sırasında yaptığı
konuşmaydı." (Age)
"Sultan ve dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olarak yaşayan ve Sultan'a
halifeleri olarak bağlılıklarını ve saygılarını gösteren üç yüz milyon müslüman
çok yaşasınlar ve bilsinler ki Alman Kayzer'i her zaman onların dostu olarak
kalacaktır." (Age)
"Kadehimi Majesteleri Sultan Abdülhamit'in sağlığına kaldırıyorum.
"Kayzer, Krup, Sunnes ve diğer endüstriyellere gezi dönüşü armağanı olarak,
Haydarpaşa Limanı'nın yapım imtiyazını getirdi. Arkasından 1902'de Bağdat
hattının Ortadoğu'daki kısmının Nusaybin-Musul-Bağdat hattının yapım
imtiyazları geldi. Kendini ebedileştirmek için bugün İstanbul'da
Atmeydanı'ndaki Obeliskin karşısında duran ve Alman Çeşmesi denilen, turistlerin
fotoğraflarını çektiği çeşmeyi yaptırttı." (Age, s.85,86,879
"Tanınmış İslambilimcisi ve Bonn
Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Karl Becker 1910 yılında bir tür 'İslam
işleri baş ideoloğu oldu. İslam üzerine yaptığı tarih çalışmalarının yanı sıra,
İslam'ı Avrupa'ya tanıtmak ve Avrupa sosyetesine sevdirmek için bir dizi
propaganda buroşürü yayınladı. Almanya kendi ekonomik çıkarlarının
doğrultusunda Türkiye'nin yeniden yapılanmasını istiyordu. Becker, bilgisini
Birinci Dünya Savaşı'nda ve savaşın öncesinde Kayzer Almanyası propaganda
mekanizmasının emrine amade kılmaktan çekinmiyordu." (Age)
"Türkiye 1914 Kasım'ında Almanya ile birlikte Mukaddes Cihat ilan ettikten
sonra Becker'in baş görevi, Kayzer Hükümeti'nin isteğine uyarak, bu İslami
geleneğin günün (1914) Türkiye'sinin anayasasıyla çelişmediğini Alman kamuoyuna
göstermek, kamuoyunu buna inandırmaktı. 'Cihat' kavramı çoktan Avrupalılaşmıştı
ve Türkiye haklı bir ulusal savaş yürütüyordu." (Age)
"Mukaddes Cihat'ın ilan edilmesi, ulusal 'anavatan' kavramını henüz bilmeyen halk kitlelerine
yönelikti." (Age)
"Çok geçmeden görüldüğü gibi, müslüman halk kitleleri Genç Türk
Milliyetçilerinin Cihat çağrısını, başka inançlara bağlı olanlara karşı bir
savaş olarak algıladılar ve sözcüğün tam anlamıyla ve geleneksel olarak
Mukaddes Cihat'ın kurbanları yerli Hristiyanlar oldular." (Age, s.92)
Tabii kimdi bu Hristiyanlar sorusunun cevabı çok açıktı: Özellikle Ermeniler ve
arkasından Asurlar. Asur katliamları az biliniyor. 1914 -1918 arası
öğrenildikçe gerçekler daha da belirgin olarak bilinçlere yerleşecek.
Tarihsel
Saptamalar (31)
187. Korporatist Kemal anti-sömürgeci Kurtuluş
Savaşı döneminde Kürt ulusunun varlığını kabul etmiştir. Hatta korporatist İnönü Lozan Konferansı'nda ülkenin
Türkler ve Kürtler tarafından kurtarıldığını belirtmiştir. Ancak Kurtuluş
Savaşı sonrasında özellikle 1924 sonrası Kürtler'in varlığı inkar edilmiştir. İnkar
politikası, asimile politikası ve imha politikasıyla sürdürülegelmiştir. Korporatist
Özal'ın Cumhurbaşkanlığı döneminde
Kürt ulusal mücadelesinin dayatmaları sonucunda Kürt'ün varlığı kabul edilmiş, ancak
hiçbir hakkı ve hukuku olmayan bir Kürt'tür bu Kürt. Ve bu Kürt halk ve ulus
olmayan soyut bir Kürt'tür.
"Kürt milletinin varlığını inkar edenler, Kürtçe'nin Arapça, Farsça ve
Türkçe'nin karışımından meydana geldiğini iddia ediyorlar. Kürtçe gericilerin
iddiasını aksine, bağımsız bir dildir. Bugün yurdumuzda altı milyon (1972)
nüfusun ana dili olan Kürtçe, Türkçe'den sonra en çok konuşulan dildir. Türkçe'nin
Ural-Altay dil grubundan olmasına karşılık, Kürtçe Hint-Avrupa dillerindendir. Türkçe
ile köken ve yapı bakımından bir ilgisi yoktur. İslam Ansiklopedisi bu konuda
şöyle diyor:
'Farsça gibi Kürtçe de Batı İran
dillerinden kabul edilmektedir. Kürt dillerinin Batı İran dillerine mensup
olması başlı başına Kürtler'in İrani kaimlerden sayılmasına temel teşkil edecek
kadar kuvvetli bir delil addedilmektedir.' (Cilt
6, Kürtler maddesi)
" Komşu dillerden Kürtçe'ye kelimeler geçmesi, onun başlı başına bir dil
olduğunu değiştirmez. Sadece diller arasında tabii bir etkilenme olduğunu
gösterir. Yoksa savcıların Kürtçe gibi Türkçe'yi de inkar etmeleri gerekirdi. Çünkü
Türkçe'de de yabancı asıllı binlerce kelime vardır." (TİİKP,
Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi Davası / Savunma, Aydınlık Yayınları)
" Kürt halkının zengin bir kültürü vardır. Kürtlerde yazılı edebiyat,
11.yüzyıldan itibaren başlamıştır. O günden bu güne, bütün baskılara rağmen, Kürtçe
birçok eser yazıldı. Harir'li Ali, Şeyh Ahmet, Mela-e Ceziri, Fakih Teyran, Mela-e
Bate, Ahmed-e Xani, Beyazıtlı İsmail, Bitlis'li Şerefhan, Murat Han, Şerif Han,
Peramahlı Ali, Tonay Kubasi, Molla Rahim Tovcavzi, Şeyh Mustafa-i Desaramin, Yusuf
Yasga, Şeyh Ahmed-i Abdullah el Kürdi gibi şair ve yazarlar, Kürt dilinde
divanlar, hikayeler, mevlüt, destan ve sözlükler yazmışlardır. Kürdistan'ın
çeşitli yerlerinde yüzden çok şair yetişti. Siyamed-e Sılivi, Kerro-ü Külik, Mem-ü
Zin gibi büyük destanlar yaratıldı. Zaloğlu Rüstem, kayaları sabırla delip su
yolu yapan Ferhat, Kürt destan ve hikayelerine konu olan kahramanlardır." (Adı geçen eser)
" Kürt halkının kendine özgü bir
hayatı ve kültürü vardır. Kürt halkında ortak olan iş ve güç şekilleri, yerleşme
ve konut tipi aile hayatı, yardımlaşma, folklor, gelenek ve görenekler, tarih, hukuk,
sanat, eğitim ve öğretim, beslenme alışkanlıkları ayrı bir Kürt kültürü
olduğunu ifade etmektedir. Kürt halkının yaşadığı bilgelerde feodalizm
çözüldükçe, ortak bir kültür gelişiyor. Kürt halk kültürü ve edebiyatı bütün
baskılara rağmen boy atıyor ve serpiliyor. Günümüzde Kürt halkının
anti-emperyalist ve anti-feodal mücadelesini dile getiren sanatçılar yetişiyor ve eserleri yayılıyor." (Adı geçen eser)
" Kürt halkının tarihi, hakim
sınıfların sömürüsüne, köleci ve feodal imparatorluklarla emperyalistlerin
istila ve tahakkümlerine karşı
mücadeleler tarihidir." (Age)
"M.Ö.2000 yıllarına ait iki Sümer eşik taşında, Kardaka adlı bir ülkenin
varlığından söz edilmektedir. Karduklar, Kürtler'in atalarıdır. Kardaka ülkesi,
bugün Kürtler'in yaşadığı Cudi dağı, Dicle nehri ve Urmiye gölü arasındaki
bölgedir." (Age)
"Yunan tarihçisi Ksenefon O n b i n l e r i n D ö nü ş ü adlı eserinde İskender
ordularının Kardaka ülkesinde uğradığı yenilgileri ve Kardak halkının, çetin direnişini,
boyun eğmeyen tabiatını anlatır." (Age)
" Bugünkü Kürdistan, yüzyıllar
boyunca çeşitli kavimlerin istila ve tahakkümüne uğradı. Sırayla Urartular ve
Medler, bu ülkede devlet kuran yerli halklardır. Ermeniler, Helenler, Persler, Romalılar
ve Bizanslılar, bölgeyi ele geçirmek için birçok istila seferleri
yaptılar." (Age)
"Arap devletlerinin tahakkümüne
karşı Kürtler İslamlığı kabul etmemek için direndiler ve genellikle Haricilerle
birlik siyaseti izlediler. Kürt toplumundaki sınıf mücadelesi, Harici
ayaklanmalarıyla birleşti. Hz.Ömer zamanında ayaklanan Kürtler, Karna
Havzası'nın orta kısımlarına saldırdılar. 645'te Beluz ve Balascan
Ayaklanmaları oldu." (Age)
"708'de Fars bölgesindeki Kürtler ayaklandılar. 830'da Musul ayaklanması
yıllarca devam etti. Ve yayıldı. Ardından Cibal, İsfahan ve Fars bölgelerinde
yeni ayaklanmalar oldu. 866'da Musul Kürtleriyle birleşen Hariciler, Musul
bölgesini ele geçirdiler. Kürtler 875'de Basra'lı zenci kölelerin başlattığı ve
kısa zamanda anti-feodal bir halk ayaklanmasına dönüşen Köle savaşına, Abu
Layla ve Hazbani ayaklanmaları da uzun yıllar sürüp gitti." (Age)
"Kürtler, Bizans saldırılarına da karşı koydular. MS 1000 yıllarında Ahmet
bin Zahhak adlı Kürt önderi, Bizans saldırılarını durdurmayı başardı. Henüz
Türkler İran'a girerlerken, yani 11.yüzyılın ortalarında, Kuzey batı İran'da
Ermeni-Bizans ve Ermeni-Kafkas sınırları üzerinde Sünni Kürt beylikleri
bulunuyordu.1055 yılında Tuğrul bey, Bağdat'ı aldıktan sonra adım adım
Kürdistan'ı fethe girişti. Bundan sonra Kürtler, ayrı bir kavim olarak, Selçuklu
İmparatorluğu'nda tıpkı Araplar, Farslar ve Ermeniler gibi kendi yerleşme
bölgelerini korudular. Sultan Sincar zamanında Cibal'in batısında bir Kürdistan
eyaleti kuruldu." (Age)
" Kürtler, 13 -15.yüzyıllardaki Moğol istilalarına karşı da mücadele
ettiler. Bu yüzyıllarda birçok Kürt devleti ve beyliği ortaya çıktı." (Age)
" 16. yüzyıldan başlayarak üç yüzyıl boyunca Kürdistan, Osmanlı-Safevi
hakimiyet mücadelesine sahne oldu." (Age)
" Yavuz Selim, Çaldıran Seferine giderken en az kırk bin Türk ve Alevi
köylüsünü katletti. İdris-i Bitlisi'nin de yardımıyla Kürdistan beylerinin
çoğunu kendine bağladı." (Age)
" Tımar sistemi, Kürdistan'da uygulanmadı. Kürt beyliklerinin çoğu kendi
feodal bünyelerini korudular." (Age)
" 1638 Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla, Osmanlı-İran sınırı belirlendi. Kürdistan,
iki imparatorluğun yayılma ve tahakküm mücadelesinin sonucu olarak parçalandı. Büyük
bölümü Osmanlı hakimiyetinde kaldı. Bu parçalanma bugünkü durumun tarihi
temellerinden birini oluşturmaktadır. İşte bugün Türk ve İran hakim sınıfları, feodal
sultanlardan kalan böyle bir mirası paylaşmaktadırlar." (Age)
" 1806 Abdurrahman Paşa isyanından sonra, 1818 yılında Bilbas isyanı
başladı. Van ve Beyazıt dolaylarındaki paşalıklarda bulunan Kürtler
ayaklandılar. İranlı göçebe Kürtlerle birleştiler." (Age)
" Emir Muhammed Paşa (Mirani Soran), 1826'da istiklalini ilan etti. Kendi
adına para bastırdı. İran ve Mısır'la siyasi ilişkiler kurdu." (Age)
" Yezdan Şer 1828 -1829 yıllarında Hakkari ve Botan'da ayaklandı. Musul ve
Bitlis'i ele geçirdi. Van'dan Bağdat'a kadar egemenlik kurdu. İsyan
İngilizlerin de yardımıyla Osmanlılar tarafından bastırıldı." (Age)
" 1829 -1830 yıllarında Kürtler, Cizre hükümdarı, Emir Bedirhan Sait Bey, Revanduzlu
Mehmet Paşa ve İsmail Bey önderliğinde ayaklandılar." (Age)
" 1843'te Hakkarili Nurullah Bey ve Cizreli Bedirhan'ın ayaklanmöaları
başladı." (Age)
"1853 -1858 yıllarında Botan'da Yezdan Şer önderliğinde büyük bir milli
isyan oldu. ...... 1881-1885 arasında ve 1895'te Hakkari bölgesinde Kürtler
yeniden ayaklandı." (Age)
Bütün bu olgulara rağmen Kürt halkının, Kürt ulusunun varlığını kabul etmemek
milli inkar politikası olmaktan ziyade tam anlamıyla Türk ırkından başka ırk
tanımamak anlamına gelen ve diğer ırkları yok etmeyi hedef alan bir anlayıştır.
Ayrıca böyle bir kültüre, dile, tarihe, mücadelelere sahip olan Kürtlerin
ulusal mücadelesini ve sosyal mücadelesini Türk Solu bünyesine almak ve
Kürtlerin kaderini Türk halkının kurtuluşuna bağlamak bu çizgide program
üretmek ve örgütsel inşaya girişmek her şeyden önce bir ulusun kimliğine
yapılan büyük bir haksızlık ve büyük bir saygısızlıktır. Aynı zamanda ulusların
kendi kaderlerini tayin hakkını kendi çizgisine (Türk Solu çizgisine)
endekslemektir. Enternasyonalizmi yanlış kavramaktır. Enternasyonalist olmak, her
şeyden önce her bakımdan bir ulusun ayrı ve bağımsız tavrını öngörür. Siyasette,
kültürde, teoride, örgütsel inşada ayrı ve bağımsız bir güzergah tanınmıyorsa
bu enternasyonal tavır değil dar, bencil bir milliyetçi çizgidir. Enternasyonal
tavır her konudaki karar ve tavır hakkının Kürt devrimcilerine kayıtsız şartsız
tanınmasıdır. Kürt halkı için en doğru kararı halkın kendisi ve kendi bağrından
çıkardığı Marksistler verir. Bir başka ulusun Marksistlerinin Kürt halkının
geleceği hakkında karar vermeleri veya şu veya bu şekilde girişimlerde
bulunmaları daima yanlış bir tavır yanlış bir girişim olacaktır.
Tarihsel
Saptamalar (32)
35. Korporatist
yapı nedir? Bundan ne anlıyoruz? Korporatist yapı, sınıflı toplum biçimlerinin
tümüne verdiğimiz genel bir adlandırmadır. Sadece snıfsız toplum biçimi ve onun
evreleri korporatist değildir? ''Bütün
Halkın Devleti'' bir sınıfsız
toplum biçiminin ilk evresidir ve anti-korporatisttir. Korporatizm dışı bir
sistemdir. Halbuki köleci, feodal, kapitalist ve Lenin ve Mao döneminde
yaşanan sosyalist toplum biçimleri de sınıflı toplum olmaları nedeniyle
korporatisttir. Ve de sınıflı toplum biçimi niteliklerini korudukları için
yaptıkları devrim ''Tamamlanmamış Devrim''
dir. Tamamlanmış devrim iki türlü
içerik taşımaktadır. Birinci içeriği, devrimi yapan sınıfın, eğer bu devrim
proleter devrim ise kendinden önce varolmuş bütün sınıfları ve bu sınıfların
varlığı demek olan üretim biçimi ve biçimlerini bir tek ileri hamlede ortadan
kaldırır. Kampuchea Devrimi bu tür bir devrimdir ve hala dünyada ilk olma
özelliğindedir. Bundan sonraki devrimler bu yolu izlemediği takdirde Sovyet
Bloğu'nda yer almış önce sosyalist daha sonra revizyonistleşmiş devrimler ve
Çin tipi devrimler gibi (sosyalizm koşulları altında iki çizgi mücadelesini
sürdürme şeklinde olsa bile, kültür devrimleri yapılsa bile) kaçınılmaz olarak
geriye dönüşle sonuçlanacaktır. Kampuchea Devrimi geri dönüşle sonuçlanmamış, Sovyet
sosyal emperyalizminin uşağı olan Vietnamlı saldırgan sosyal-faşist klik
tarafından işgale uğramıştır. Çünkü bu komünist model gerek Sovyet revizyonist kliğini gerekse Vietnamlı ve Çinli revizyonist
Teng Siao-ping kliğini rahatsız
etmiştir.
Tamamlanmış Devrimin ikinci tür
içeriği sınıflı toplum devrimlerinde görülür. Köleci sınıflı topluma karşı
feodal sınıfın diğer sınıflarla birlikte yaptığı ve köleciliği tamamen ortadan
kaldıran yani eski toplum köleciliğin kalıntılarının dahi kalmadığı bir iktidar
ve iktidarı ele geçirme biçimidir. Aynı şekilde burjuvazinin feodal sınıflara, toprak
ağalığına, derebeyliğine, krallığa, padişahlığa karşı yaptığı devrimde eğer söz
konusu sınıflar tamamen ortadan kaldırıldıysa, onların kalıntıları dahi artık
söz konusu değilse bu burjuva devrimi tamamlanmış devrimdir. Korpo Kemal'in yaptığı burjuva devrim toprak
ağalığını ortadan kaldırmadığı için tamamlanmamış bir burjuva devrimdir. Fransız
devrimi ise Tamamlanmış bir burjuva devrimdir. Çünkü gerek krallığı gerekse
derebeyliğini tamamen ortadan kaldırmıştır. Bu tür sınıflı toplum devrimleri
ister Tamamlanmış Devrim karakterinde
isterse Tamamlanmamış Devrim
karakterinde olsun esasa ilişkin bir değişiklik getirmemiştir. Çünkü toplum
yine sınıflı toplumdur.
Tekrar korporatist yapıya dönelim. Korporatist yapı farklı çıkarları bulunan
egemen sınıfların aralarında it dalaşına girmeden daha centilmence, daha
edeplice, tek elden ve tepeden, uzlaşma temelinde devleti yönetme biçimidir. Onlar
için esas düşman ve ikincil düşman vardır. Esas düşman geleceği temsil edendir.
Yani proletaryadır. İkincil düşman ise kendi aralarında yer alan sistemin
meşruiyetine (snıflı toplum olmasına) itiraz etmeyen geçmişi temsil eden
sınıftır. Bu sınıf feodalleri temsil eder, muhafazakardır, tutucudur, burjuvaziden
daha gerici, daha ilkel, daha medeniyetsiz, daha görgüsüz, bilimden ve
teknikten nasibini almamış olmakla birlikte bilim ve tekniğin ürünü olan
malları edinmek yüzsüzlüğünü de göstermekten çekinmeyen sığır takımıdır.
Öte yandan, korporatist yapıda, proletaryanın, yoksul köylülüğün, küçük
burjuvazinin temsil olanağı yoktur. Onların devlet yapısı içindeki temsili
kendi içlerinden çıkan unsurlarca değil, devletin tepesi tarafından tayin
edilen unsurlarca sağlanır. Bu unsurlar uzun süreli mücadele yoluyla
burjuvazinin iradesini ve direncini, otoritesini yıprattıkça ve kırdıkça kendi
temsil olanaklarını elde ederler. Aksi halde işçi-köylü-küçük burjuvanın
bağımsız örgütlenmesi kendi sesini duyurması toplumsal yapıya şu ya da bu
oranda ağırlığını koyması söz konusu değildir. Korporatist yapının, sözde de
olsa parlamenter rejime, çok partili sisteme geçilmesiyle başlayan süreçte
göstermelik de olsa bağımsız sendikalar, bağımsız partiler, bağımsız dernekler
kurabilmiştir. Kesintiye uğramalarına, ağır baskı koşullarına, bedeller ödenmesine
karşın kısmi demokratik gelişme sağlanabilmiştir. Bu da göstermektedir ki,
Kemalist hareket ve onun ittifakları Kurtuluş Savaşının başından itibaren bir
halk hareketi karakteri taşımamıştır. Ve hatta Fransız Devriminde olduğu gibi
bir jakoben karakter değildir bu. Jakoben karakter kendi iç dinamiğiyle gelişen
burjuvazinin gönüllülük ve haklara saygı temelinde işçi-köylüyü peşine takarak
feodal yapıyı kılıç zoruyla iktidardan alaşağı etme hareketidir. Bir geri
üretim biçimi olan feodalizmden tam anlamıyla kapitalist olan daha ileri bir
üretim biçimine geçiştir.
Korporatizmin temel nitelikteki başlıca özellikleri nelerdir. Bunlar şöyle
sıralanabilir. 1. Hegemonik-hiyerarşik
yön; 2. Dayanışmacı
yön; 3. Kapsayıcı-yayılmacı yön; 4. Demagojik yön. Bu temel özellikler
yine sınıflı toplumların felsefi düşünüş biçimi olan, pragmatist felsefeye
dayanırlar.
Hegemonik-hiyerarşik
yön. Her toplum biçiminde
egemen durumda olan bir sınıf vardır. Kapitalizmin egemen sınıfı gelişmiş
kapitalist ve emperyalist ülkelerde tekelci burjuvazidir. Bu birinci ve ikinci
dünyada böyledir. Üçüncü Dünyada işbirlikçi burjuvazi veya bürokrat
burjuvazidir. Buradaki işbirlikçi burjuvazi komprador karakterdedir. Hiyerarşik
skalada o sisteme dahil olan her sınıf ekonomik-siyasi-kültürel vb.gücü
oranında katılır. Hegemonik sınıf kendi bulunduğu ülkede hegemonyasını
kurduktan sonra kapitalizmin eşit olmayan gelişme ilkesi uyarınca diğer
ülkelere hegemonik amaçlarla yönelir. Her ülkede olduğu gibi dünya çapında da
hiyerarşik sistem hegemonik olarak varlığını sürdürür. İşte bu hegemonya
mücadelesi keskinleşirse bütün dünya pazarına dığer emperyalist-kapitalistlerin
aleyhine olarak egemen olma yönünde ilerlediğinde esas akım savaş olur. Artık
bir emperyalist-kapitalist dünya savaşı gündemi belirlemektedir. Mao Tse-toung’un belirttiği gibi bu
savaş devrime yol açar. Birinci emperyalist paylaşım savaşı Büyük Ekim
Devrimine yol açmıştır. İkinci eperyalist dünya savaşı ise Doğu Avrupa'da
Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya, Arnavutluk, Polonya gibi ülkelerde devrime
yol açmıştır. Bu tür devrimler emperyalist savaş sürecinde ortaya çıkan ''Genel
Ayaklanma'' yoluyla gerçekleşen devrimlerdir. Emperyalist savaş süreci dışında
hiçbir devrim ''Genel Ayaklanma'' yoluyla gerçekleşmemiştir. Emperyalist savaş
süreci dışında esas akımın devrim olduğu dönemde gerçekleşen Çin, Kampuchea, Vietnam,
Kore devrimleri Uzun Süreli Savaş Stratejisini (Halk Savaşı) esas almıştır.
Dayanışmacı
yön; burada egemen sınıfın
sistem muhalifi olmayan sınıflarla dayanışması söz konusudur. Ve hatta sisteme
muhalif olan sınıfı dahi sistemin içine dahil etmek amacıyla söz konusu sınıfı
milletin dayanışma halinde olması gereken bir parçası olarak niteler. Kimi
zaman sınıfların varlığını gizlemek amacıyla mesleklerin bulunduğu ileri
sürülür. Dayanışmacılığın en önemli argümanlarından biri de milliyetçiliktir. Milliyetçilik
toplumun sınıflardan oluştuğunu dolayısıyla toplumsal üretimden her sınıfın
gücü-etkinliği-hegemonyası oranında pay aldığını unutturmayı amaçlar. Milliyetçilik
toplumun ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen, zengin ve yoksul, ilerici ve
gerici, devrimci ve karşı-devrimci, kızıl ve faşist olarak ikiye bölündüğünün
bilinmedini istemez. Dayanışmacılık ilkesinin bir diğer önemli argümanı da
vatanseverliktir. Bu yön vatanda yani ülkede yaşayan herkesin çıkarının ortak
olduğunu ve ülkenin iç ve dış düşmanları bulunduğunu dolayısıyla iç çelişmeleri
örtbas ederek yanıltma yoluyla dikkatlerin başka yöne çekilmesini amaçlar. Kendileri
işbirlikçi olduğu halde ülkenin bağımsızlığını savunanları ''vatan haini''
olmakla suçlar.
Kapsayıcı-yayılmacı yön. Egemen sınıf kendi çıkarlarını korumak amacıyla kendi karşıtının
olumlu yönlerini argümanlarını sahte bir şekilde kendisi savunuyor görüntüsünü
verir. Adalet isteyen topluma karşı adalet kavramını dejenere ederek
kullanımdan kaldırmak için onu kapsar. Partisinin adını Adalet Partisi
koyabilir. Kendisi din dışı bir yaşama sahip olduğu halde yeri geldikçe din
iman söylemine başvurur. Veya da ülkenin laik olduğu anayasada belirtildiği
halde din adamı sınıfı oluşturarak bunları maaşa bağlar ve kendi denetiminde
bir söyleme zorunlu kılar. Ülkede veya dünyada daha etkili olmak, gücüne güç
katmak amacıyla yayılmacı politikalar izler.
Demagojik yön. İktidarların en
önemli araçlarından biri de demagojidir. ''Dün dündür, bugün bugündür.'' sözü
bir demagojidir. Siyasal partiler demagojiye daha ziyade vaatlerde bulunma
yoluyla başvurur. Her vaat bir beklentidir. Her vaat karşı tarafa fren
yaptırmaktır. Bütün bunlar iktidarların veya gerici sınıfların başvurduğu
''Hile Yolu'' dur. Hile yapmak, yanıltmak demagojinin unsurlarıdır.
Korporatizmin bu yönleri zaman ve zemine göre devreye sokulur. Bazen biri bazen
ikisi bazen hepsi aynı süreçte kullanım alanına sokulur.
Korporatizmin eğitim kurumları bu doğrultuda insan yetiştirir. Bu doğrultuda
yetişmeyi reddeden insan toplum dışına itilmeye çalışılır. Bu da başarılamazsa
cezaevleri vardır korporatizmin. Cezaevlerinin çözüm olamadığı durumlarda karanlık
cinayetler faili meçhuller, yargısız infazlar vardır.