13 Ağustos 2012 Pazartesi

EMPERYALİZM VE SAVAŞ

 

Aşağıda yer alan "EMPERYALİZM VE SAVAŞ" başlıklı yazı Aydınlık Yol dergisinin Nisan 1992 tarihli 3. sayısında Ragıp Boysan adıyla yer almıştır. Fotoğraf altı yazısı ise bugün tarafımdan eklenmiştir.

       









      Birinci Dünya'nın faşist ve revizyonist liderleri. ABD devlet başkanı Barak Obama. Rusya'nın eski sosyal-faşist yeni faşist devlet başkanı Viladimir Putin. Çin'in revizyonist devlet başkanı Hu Cintao ve Üçüncü Dünya ülkesi Türkiye'nin üçüncü dönem başbakanı emperyalist işbirlikçisi dinci-sömürgeci-gerici ve neo-liberal unsur Recep Tayyip Erdoğan.

      Emperyalistler arasındaki uzlaşmaz çelişmenin onlar tarafından çözümü izledikleri politikanın bir devamı olarak ortaya çıkar. Bu politika onların politika dışı zora baş vurma araçlarına başvurmalarıyla,o aracı devreye sokmalarıyla sürer. Gerek kendi aralarındaki çelişmelerin, gerekse sosyalist ya da yarı-sömürgelerle olan çelişmesinin antagonizması onların politikalarını başka araçlarla sürdürmelerini şart koşar. Bu olgu, emperyalizm ile savaş olgusunun kopmaz bağını gösterir. Bu bağın ortadan kalkması emperyalizmin ve onun gerçek ilk kaynağı özel mülkiyetin bir daha dirilmemek üzere mezara gömülmesiyle mümkündür. O nedenle savaşsız bir dünya kapitalizmsiz-emperyalizmsiz bir dünya anlamına gelmektedir. Modern revizyonizmin hızla savaş sanayiine yöneldiği ve fakat bunu gizlemek için her ülkede uşakları tarafından sınıflarüstü barış teorileri üretildiği dönemler hem emperyalizm hem de sosyal-emperyalizmin gerçek yüzü olan ganimet savaşlarını, pazar mücadelesini, nüfus alanları için hegemonyacılığı gözlerden gizlemek, kitleleri pasifize etmekten başka bir amaç taşımamaktadır.

      Komünist Enternasyonal 6. Dünya Kongresi emperyalizm ve savaş türleri arasındaki doğrudan bağları geniş olarak şöyle formüle etmiştir:

      "Savaş kapitalizmden ayrı tutulamaz. Savaşa karşı mücadele her şeyden önce onun tabiatı, nedenleri vb. hakkındaki berrak kavrayışı gerektirir. Savaşın doğal bir şey olduğunu ileri süren gerici bahanelere karşı da, onu lafla ve paktlarla ortadan kaldırmayı uman ve gericilikte öncekilerden hiç aşağı kalmayan ütopik tasavvurlara karşı devrimci proletarya savaşa karşı gerçek mücadelenin tek bilimsel esası olarak Marksizm-Leninizmin rasyonel teorisini ileri sürmektedir."

      "Tarihi bir olay yaratarak savaşın temel nedeni, insanlığın kötü (tabiatı) hükümetlerin kötü politikası değil, toplumun sömüren ve sömürülen olarak sınıflara bölünmesidir. Modern tarihte savaşların nedeni kapitalizmdir. Bu savaşlar istisnai olaylar değildir. Kapitalizmin ilkeleriyle yani üretim aletlerinde özel mülkiyet, rekabet ve sömürüyle çelişmez aksine bunların doğrudan sonucudur.

      "Kapitalizmin tekelci aşaması olan emperyalizm kapitalizmin bütün çelişmelerini öylesine keskinleştirir ki 'barış' ancak yeni savaşlar için bir soluk alma dönemi olarak kalır. Proletarya diktatörlüğünün hüküm sürdüğü parçası hariç dünyanın yüzeyi ve ekonomik zenginliği tamamen birkaç büyük devletin tekeli halindedir. Çeşitli ülkelerin eşitsiz ekonomi ve siyasi gelişimi tekrar dünyanın yeniden bölüşümü gereğini yaratmaktadır. Son tahlilde bu ancak en önemli emperyalist ülkelerin birbirlerine karşı yürüttüğü savaşlar yoluyla mümkündür. Aynı zamanda yüz milyonlarca proleterin sömürge esirlerinin sömürüsü ancak kanlı zulüm savaşlarıyla sürdürülebilir."

      "Savaş kapitalizmden ayrı tutulamaz. Bu nedenle savaşın 'yok edilmesi' ancak kapitalizmin ortadan kaldırılmasıyla, yani sömürücü burjuva sınıfın devrilmesiyle, proletarya diktatörlüğü, sosyalizmin inşası ve sınıfların ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. 'Gerçekçi olduğu ne kadar iddia edilirse edilsin, bütün diğer teori ve öneriler sömürü ve savaşı devam ettirmek için ortaya atılmış bir aldatmacadan başka bir şey değildir.

      "Bu nedenle Leninizm, savaşın yokedilmesiyle ilgili bütün pasifist teorilerle mücadele eder ve işçi kitlelerine ve bütün sömürülen halka bu amaca giden tek yolu gösterir: Kapitalizmi devirmek" (Emperyalist Savaşa Karşı Mücadele ve Görevlerimiz, Komünist Enternasyonal 6. Dünya Kongresi 1928, Kurtuluş Yolu Yayınları, Kasım 1977, s.12-13)

      Savaş sorununun tahlili ve savaşa karşı tutum konusu Marksistlerle modern revizyonistler, oportünistl er, küçük burjuva radikalleri, pasifistler arasında daima bir ayrım çizgisi oluşturmuştur. Geçmişte Çin Komünist Partisi ile Rus modern revizyonistleri arasındaki ideolojik-siyasi mücadelede savaş teorisi önemli bir yer tutmuştur. Yine ÇKP'nin Tito kliğine karşı mücadelesi bu konuda ağır basmıştır. Aynı dönemde ÇKP teorisyenleri İtalyan Komünist Partisi'nden Togliatti ile bu eksende mücadele etmişlerdir. Lenin'in Kautsky'e yönelttiği eleştiriler bu temelde önem kazanmıştır.

   
      
      "Modern revizyonistler, atom silahlarının ortaya çıkmasıyla, sosyal gelişme konularının artık işlemez olduğunu savaş ve barış üzerine temel Marksist-Leninist teorinin modasının geçmiş olduğunu ileri sürüyorlar: Togliatti yoldaş da aynı görüştedir." (Leninizm ve Modern Revizyonizm, Komün Yayınları,Temmuz 1976, s.89)

      Savaş ve Barış konusunda dünyanın kaderini silahların belirlediğini iddia edecek kadar tarihi materyalist gelişme çizgisini katle yönelik iddialar hatta tezler ileri sürülebilmiştir. Engels daha 1870'lerde şöyle diyordu:

      "Militarizm, Avrupa'yı hükmü altına almakta, onu yutmaktadır. Ama bu militarizm, kendi mahvının tohumunu da içinde taşımaktadır." (Engels, Anti-Dühring FLHP, Moskova 1959, s.235 /Anti-Dühring, Sol Yayınları, Ankara 1967, İkinci Kitap, s.265) Aktaran: Kızıl Bayrak Yazı Kurulu, Leninizm ve Modern Revizyonizm, Komün Yayınları, 1976, s.94)

   
       Yine Stalin şöyle demektedir :  "Atom bombasının, bazı        politikacıların sandığı kadar ciddi kuvvet olduğuna inanmıyorum. Atom bombaları, sinirleri zayıf olanları korkutmak içindir; ama bunlar bir savaşın sonucunu belirleyemezler, çünkü atom bombaları bu amaç için asla yeterli değildir. Atom bombasının sırrının tekel altında olması elbette bir tehlike yaratıyor, ama buna karşı en az iki çare vardır:

      a) Atom bombası üzerindeki tekel uzun süre devam edemez.

      b) Atom bombasının kullanılması yasaklanacaktır." (Leninizm ve Modern Revizyonizm, Komün Yayınları, Temmuz 1976, s.89)

    
Bir de Lenin'e bakalım:

      "Her savaşta zaferi belirleyen, son tahlilde, kanlarını savaş alanında akıtan yığınların ruh halidir...Savaşın amaç ve nedenlerinin yığınlar tarafından kavranması çok büyük önem taşır ve zaferi garantiler." (Lenin  "1920 Mayıs'ında Rogojski-Simonovski Bölgesi'nde işçilerin ve Kızıl Ordu erlerinin konferansında konuşma",  Bütün Eserleri 4, Rusya Baskısı, Moskova, cilt 21, s.115. Aktaran: Kızıl Bayrak Yazı Kurulu, Leninizm mi Modern Revizyonizm mi, Komün Yayınları, 1976, s.90)

      "Halk yığınlarının yedek kuvvetleri,kuvvet kaynakları ve dayanıklılığı bakımından kim üstünse,savaşı o kazanır. Biz bütün bunlara,Beyazlardan ve 'çok kudretli' İngiliz-Fransız emperyalizminden,o çamur ayaklı dev heykelden daha fazla sahibiz."(Aynı yerde)

      Lenin'e göre "Proletarya ancak burjuvaziyi silahlarından tecrit ettikten sonradır ki, kendi dünya ölçüsündeki tarihi görevine ihanet etmeden, bütün silahları çöplüğe atmayı başarabilecektir. Ve proletarya bunu mutlaka yapacaktır ama söylediğimiz şart yerine geldikten sonra yapacaktır, şüphesiz ki daha önce değil." (Aynı Yerde)

      Gerek esas akımın devrim, gerekse savaş olduğu dönemlerde Marksistler savaş konusundaki tahlillerini berraklaştırmak savaşa karşı tutumlarını belirlemek zorundadırlar. Peki, savaşa karşı tutumun belirlenmesindeki ölçütler nelerdir? Bu her ne kadar olguyu tarihi koşulları içinde ele almayı gerektirirse de teorinin tarihsel ışığında şöyledir:

      "Her savaş belli bir sınıfın politikasının 'başka araçlarla' bir devamıdır. Bu nedenle proletarya her somut savaşın tarihi ve siyasi sınıfsal anlamını dikkatle incelemeli ve savaşa katılan bütün ülkelerin hakim sınıflarının rolünü uluslararası proleter devrimi açısından özel bir şekilde incelemelidir.

      "Çağımızda aşağıdaki üç tip savaş mümkündür; birincisi emperyalist devletler arsındaki savaşlar, ikincisi, proleter  devrimine karşı veya sosyalizmin kurulmakta olduğu ülkelere karşı emperyalist karşı-devrimci savaşlar, üçüncüsü, özellikl e sömürge ülkelerin emperyalizme karşı yürüttükleri ve emperyalist bastırma savaşlarıyla ilişkili olan milli devrimci savaşlar.

      "Birinci durumda, 1914-1918 dünya savaşı klasik bir örnektir. Her iki taraf gerici bir emperyalist savaş yürütür. İkinci durumda, örneğin Sovyetler Birliği'ne (1918-1921) karşı müdahale savaşları, sadece emperyalistler gerici savaş yürütür. Böyle bir durumda proletarya diktatörlüğü bütün dünya proletaryasının menfaatiyle sosyalizm için devrimci bir savaş yürütür. Üçüncü durumda, örneğin Çin devrimine karşı emperyalist savaş burada da gerici bir soygun savaşı yürütenler sadece emperyalist güçlerdir. Ezilen bir ulusun emperyalizme karşı savaşı sadece haklı değil, aynı zamanda devrimcidir. Bu savaş günümüzde proleter dünya devriminin bir parçasıdır."

      "Savaşların bu Marksist tahlili, bu savaşlara karşı yenilgi programı ile ve savaşın burjuvaziye karşı bir iç savaşa dönüştürülmesi programıyla mücadele eder. Emperyalistlerin milli devrimci hareketlere karşı herşeyden önce sömürge halkların açtığı karşı baskın savaşlarında ve emperyalizmin proletarya diktatörlüğünün vatanına karşı yürüttüğü açık karşı-devrimci savaşlarda proletarya, emperyalizme karşı milli devrimci savaşlar ve sosyalist savaşları destekler ve örgütler.

      "Belli bir savaşa ilke olarak yaklaşım, savaş sorununa yaklaşımı da tayin eder. Proletarya siyasal iktidarı ele geçirene ve üretim aletlerini sömürücülerden alana kadar, onun vatanı yoktur. 'Milli savunma' etkili bir sözden başka bir şey değildir. Ve genellikle savaşları haklı çıkaran küçük burjuva bir sözdür. Proletaryanın kendisinin yürüttüğü veya bir proleter devletin emperyalizme karşı yürüttüğü savaşlarda, proletarya kendi sosyalist ülkesini savunur. Emperyalizme karşı milli devrimci savaşlarda proletarya sömürünün savunulması ve sosyalizm davasına ihanet olan 'Milli savunma' yı mutlak surette reddeder."(Emperyalist Savaşa Karşı Mücadele ve Görevlerimiz, Kom.İnt. 6.Dün ya Kongresi 1928, Kurtuluş Yolu Yayınları, Kasım 1977, s.16)

      Emperyalist savaş veya savaş öncesini belirleyen politikalar ne gibi olguların sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

     Bilindiği gibi kapitalizmin emperyalist aşamaya ulaşmasıyla birlikte ortaya çıkan dünya pazarı ve bu pazar için mücadele kendini emperyalist politikalar olarak göstermekte gecikmemiştir. Ulusal sınırları aşan sermaye kendi üzerinde ulusal sınırları aşan politikaları da taşımıştır. Sermaye uzandığı her alana politikasıyla birlikte gitmiş ve hatta İkinci Dünya Savaşı'nı izleyen ilk on yılın sonlarına doğru sadece ekonomik-politika yetmez olmuş ve üs olarak, tesis olarak askeri varlığını da sokmuştur. Bu 1950'lere kadar yaşanmayan bir olgudur. Ancak sonraları bu askeri giriş kurumsallaşmıştır. NATO adı altında kurumlaşan bu askeri örgüt gerekçe olarak Sosyalist Sovyetleri göstermiştir. Ancak onun gerçek hedefi nüfuz alanlarını kesin denetimi altına almaktır.

      
     Sovyetler olgusu tali plandaydı. İkinci Dünya Savaşı sonrası emperyalistler arası eşit olmayan gelişme yasasının yarattığı durumu iyice özümleyecek olursak bu gerçeği daha net kavramış oluruz. Çünkü o dönemde ABD savaştan en karlı çıkan güçleri -gerek ekonomik gerekse askeri planda ve gelişmeye, nüfuz alanları hakimiyetine en elverişli durumdaydı. Onun amacı hem zayıf düşmüş emperyalistleri denetimi altına almak hem de ezilen ulusların başkaldırılarına engel olmak ve ezilen ulusların ülkesinde tek söz sahibi olabilmekti. Zaten nüfus alanları üzerinde hakimiyet ve denetimini kurmadan Sovyetlere karşı çıkması söz konusu olamazdı. İşte tam da bu nedenle 1945-1970 arası olan 25 yıllık döneme çelişmelerin odak noktası iki kamp - sosyalist kamp ile emperyalist-kapitalist kamp arasında değildi. ABD ile dünya halkları arasındaydı. ABD emperyalizmi bu çelişmeyi gözlerden gizlemek amacıyla hür dünyanın Sovyetlere karşı korunması gibi bir rolü kendisi için uygun gördüğü izlenimini yarattı. ABD emperyalizminin bu taktiği revizyonizm ve küçük burjuva radikalizmi tarafından da benimsendi. Üstüne üstlük Rus modern revizyonizmi bu sahte iki karşıt kamp imajı sayesinde 1970'lerden itibaren soyunduğu hegemonyacılığı daha da pekiştirdi.

    Tekelci kapitalist aşamayla birlikte pazarlar dünya çapındadır, izlenen siyasetler de dünya çapında olmuştur. Pazarlar sadece sömürgelerin, yarı-sömürgel erin, yeni-sömürgelerin pazarları olarak kalmamış, emperyalist ülkelerin pazarları da yine emperyalist ülkelerin iştahını kabartan alanlar olarak bu pazar olgusuna dahil olmuştur. Bu nedenle emperyalizmin çizgisi de siyasi olarak bütün bu pazarların yer aldığı alanlardaki ülkeleri hesaba katan bir siyasi çizgi olmuştur. Bu siyasi çizginin ürünü olarak emperyalizmin tarihinde iki stratejik hat belirmiştir. Esas Akım'ın "devrim"  olduğu dönemlerde taarruz hedefi ulusal kurtuluş hareketleri ve sosyal devrimler ve de ülkelerin bağımsızlık isteğine karşı oluş. Esas Akım'ın "savaş" olduğu dönemlerde ise hegemonya mücadelesi verdiği rakip emperyalistler onun hedefi durumundadırlar.

      Emperyalizmin eşitsiz gelişme kanunu en büyük emperyaliste en büyük rolü vermiştir. Bu rol, ülkelerin, ulusların,ha lkların en büyük düşmanının oynayabileceği türdendir. Bu emperyalist ya da emperyalistler dünya siyaset arenasında hangi taşı kaldırsanız altında onu bulabileceğiniz cinstendir.

     Dünyanın siyasi kaderini belirleme yolunda dört nala gidenlerdendir. Her şey bizden sorulur mantığıyla hareket ederler.

    Emperyalistler Arasındaki Çelişme ve Tavır
     
     Bütün emperyalistler aynı iplikten dokunmakla birlikte hepsinin iplikleri aynı sağlamlıkta değildir. Kimi daha dayanıklı kimi ise daha çürüktür. Siyasi arenadaki rolleri de duruma uygun olarak biçimlenir. Emperyalistleri n dayanıklılığı bir yandan halkların tavırlarına, ulusların direnişlerine diğer yandan ise kendi aralarındaki çelişmelerin şiddetine bağlıdır. Emperyalistler arasındaki çelişmenin kaynağı pazar için mücadeledir. Bu pazar onları it dalaşına çeken bir bataklıktır. İt dalaşı nedeniyle onların arasındaki ittifaklar geçici, pazara egemen olma siyaseti ise mutlaktır. Emperyalizme karşı mücadelede benimsenen doğru tavır onların bu mücadelelerini önemsemeyen, onları yekpare bir bütün olarak gören tavır değil, tam tersine bu mücadelelerde halkın en karlı çıkacağı siyaseti izleyen tavırdır. Emperyalistler arası çelişmelerin derinleşmesini sağlayıcı siyasetler üretmek bütün emperyalistlere aynı güçle vurmamak, mızrağın sivri ucunu en tehlikeli olanına yöneltmek, çelişmelerin devam ettiği sürece bu çelişmelerden yararlanıp nefes almak, güç toplamak, hedefi daraltıp cepheyi geniş tutmak, krizlerin derinleşmesi için çaba sarfetmek doğru devrimci çizginin gereğidir. Yani kısacası emperyalistler arasında ayrım yapmak gerekmektedir. Tarihte bu devrimci tavra defalarca rastlanır. Bunu anlamamak kavramamak ilkel bir kafanın kusurudur. Siyaset herşeyden önce ayrımlar ve güçler hesabına dayanır. Neyin ne olduğu doğru teşhis edilmelidir.

     Kendi özgücüne ve siyasal çizgisine güvenenler,bu ayrımları yapmayı güç dengelerini ortaya koymayı uzlaşmacılık, oportünizm olarak nitelemezler. Ancak uzun soluklu olmayan ya da yeterli teorik bilince sahip olmayanlar oportünizm lekesi görür böyle bir tavırda. Bu ilkellik, keskin solculuğun henüz Marksist teoride çocukluğu aşamamışlığın görüntülerinden birisidir. Onun keskinliği aslında, dolaylı olarak en büyük hayduta yarar fakat o bunun farkında değildir. Bu da göstermektedir ki, kendinden önce bir örneği bulunmayabilir, bir ustadan yapılabilecek bir alıntı bulunmayabilir, tek yol tarihin somut durumunun o anki sürecini doğru değerlendirmekten ibaret olabilir. Bu ise Marksizmi özümsemiş insanların becerisi sayesinde gerçekleşir.

      Bırakalım emperyalistler arası rekabet süregitsin onları yekpare bir bütün çabasıyla gerçek durumlarını gölgelemeyelim ki, bu durum halkların çıkarınadır. İtler dalaşsın ki, halklar derlenip toplansın, nefes alsın, üzerindeki yorgunluğu bir nebze olsun atsın, zindelik kazansın. İt dalaşı halkın gülümseyerek izlediği bir dalaşmadır. Hatta en büyük ite ya da itlere indirilen her darbede tezahürat bile yapılmalıdır ki, küçük itler coşsun, bir daha vursun. İt dalaşı konusunda Lenin'in öğrettiklerine bakalım.

      "1918 Şubat'ında, dünya devrimini tam anlamıyla olgunlaşmadan önce proletaryanın enternasyonal dayanışması güveni içinde olan, silahsız, hareketsiz kılınmış Rusya'ya karşı Alman emperyalist akbabalar kuvvetlerini saldırttığında, Fransız Monarşistleriyle bir anlaşmaya girmekten bir an bile tereddüt etmedim. Yüzbaşı Sadoul, lafla Bolşeviklere sempati duyan ama fiiliyatta Fransız emperyalizminin sadık ve güvenilir hizmetkarı olan bir kara subayı beni görmesi için Fransız subayı de Lubersac'ı getirdi. Lubersac bana şöyle dedi; (ben bir monarşistim, tek emelim Almanya'nın bozgununu sağlamaktır. Ben de 'oluyor' diye cevap verdim. Ama bu Alman işgalini engellemek amacıyla demir yollarını uçurarak bize yardım etmek için hazır olan Fransız subaylarının, Fransız tahrip uzmanlarının hizmetleri, sorumluluğunu taşıyan de Lubersac ile bir 'anlaşmaya' varmaktan alıkoymamıştır. Bu her sınıf bilinçli işçinin uygun bulacağı, sosyalizmin çıkarlarına uygun düşen 'anlaşma' örneğidir. İkimizin de aklından geçen 'muhatabını' yürekten daracığında sallandırmak olduğu halde Fransız Monarşistleriyle el sıkıştık. Bir müddet çıkarlarımız uyuştu. İlerleyen obur Almanlara karşı, biz Rus ve dünya sosyalist devriminin çıkarları için öteki emperyalistlerin eşit oburluktaki karşı çıkarlarından yararlandık. Bu şekilde hareket ederek, Rusya'nın ve diğer ülkelerin işçi sınıfının çıkarlarına hizmet ettik,  proletaryayı güçlendirdik, bütün dünya burjuvazisini zayıflattık. Hızla olgunlaşan devrimin, ileri ülkelerin çoğunda tamamen olgunlaşmış olacağı zamanı beklerken, her savaşta görülen en meşru, en özlü manevra savaş hilesi ve geri çekilme yöntemlerine başvurduk.

      "Rusya üzerine Anglo-Fransız Birliklerince bir saldırı yöneltildiği takdirde Alman emperyalist akbabalarıyla aynı türden bir anlaşmaya girmekte bir saniye bile tereddüt etmeyeceğim." (Lenin, Emperyalist Savaş Üzerine, Günce Yayınları, s.295-296)

      Esas Akımın Devrim değil, savaş olduğu dönemlerde bu tür uzlaşmalar gündeme gelmektedir. Esas Akımın Devrim olduğu dönemlerde bu tür bir uzlaşmanın meydana geldiği durumlar olmakla birlikte istisnadırlar. Örneğin ulusal kurtuluş savaşı vermek zorunda kalan işgale uğramış olması nedeniyle bir ülke proleter önderliği diğer emperyalistlerle geçici bir uzlaşmaya girebilmektedir. Böyle bir uzlaşma proleter önderliğin uzlaştığı emperyalistin insiyatifine, denetimine girmemeyi de özellikle gerekli kılmaktadır. Bu şart yerine getirildiği taktirde böyle bir uzlaşma çeşitli yararlar sağlamaktadır.

      Uzlaşma sorununa sadece ve sadece taktiksel açıdan bakıldığında dahi bütün uzlaşmalar ne kabul edilebilir ne de reddedilebilir. Uzlaşmayı gerektiren yer zaman ve koşullar somut olarak saptanır. Uzlaşmanın mantığı, belli bir durumda,  belirli bir süre için çıkarların birleşmesinden başka bir şey değildir. Ve yine uzlaşmanın mantığı belirli bir hedefe karşı olmasında ifadesini bulur. Ve de uzlaşmanın mantığı onun bir taktik sorun olmasında yatar. Bir tek cümleyle özetleyecek olursak: Bir uzlaşma halkın çıkarlarına uygun düşüyorsa mümkündür ve yapılması da gereklidir. Zamanında yapılmayan uzlaşmanın ve ayrıca zamansız yapılan uzlaşmanın faturası oldukça ağırdır.

     Emperyalistler arası çelişme onların zaman zaman bloklaşmalarına birkaçının diğer birkaçına karşı ittifakına ve aynı türden ittifakların halklara karşı yapılmaları daima belirli bir süreyi kapsar: Yani geçicidir. Bu görünürdeki ittifaklara, bloklaşmalara bakarak onlar arasındaki çelişmenin uzlaşır olduğu kanısına varmak yanılgılara götürür. Emperyalistler arası çelişme, uzlaşmaz karakterde bir çelişmedir. Özü itibarıyla antagonisttir. Dünya savaşlarına yol açan işte bu antagonizmadır. Bir söz vardır: "İki cambaz bir ipte oynamaz." Bu tam da emperyalistler arası çelişmeyi ifade eder niteliktedir. Cambazların oynadığı ip dünya pazarlarıdır. Ve onlar o pazarlarda tek başına oynama eğilimi ile yanıp tutuşmaktadır. Ve diğerlerinden güçlü oldukları taktirde, diğer cambazları safdışı etmek için taarruza geçmekte bir an bile tereddüt etmezler. Nitekim Rus ayısı 1970'lerden itibaren kendini güçlü hissetmeye başlamasıyla birlikte adım adım taarruza yönelmiştir. Rakibi olan süper devlet ABD'yi 1980'lere varmadan konvansiyonel silah üstünlüğünde geçmesi onun taarruz için artan eğilimini ve hatta bu eğilimi pratiğe dökmesine yol açan bir rol oynamıştır.    Afganistan, Kamboçya işgalleri onun birer taarruz örnekleridir. Ve gene Kübalı paralı askerler taarruz siyasetinin piyonlarıdır. Ve özellikle devrimin şanlı yolunu terkeden Vietnam Komünist Partisi, Kamboçya işgali nedeniyle, Rus faşistlerinin birer piyonu, dünyanın en iğrenç hayvanlar topluluğu olarak tarihe geçmişlerdir. "Bir zamanlar insan olan" VKP önderliği modern revizyonizme kaydıkça yarı-insan haline gelmiş ve nihayet hayvanlar dünyasına katılmışlardır. Emperyalist ler arası çelişmede esas yön mücadele ikinci yön ise uzlaşma olmuştur. Ancak Kautsky gibi unsurlar emperyalistler arasındaki antagonist çelişmeyi inkar edip ultra-emperyalizm, entegrasyon teorilerini ileri sürerek Marksist perspektifi karartmaya çalışırlar. Bu teorileriyle emperyalizmi çok daha güçlü göstererek halkları pasifize etmiş olurlar. Türkiye'de ise aynı teori savunucusunu Mahir Çayan'ın şahsında bulmuştur. Üçüncü Bunalım Dönemi olarak adlandırılan teori, Sosyalist Blok olarak adlandırdığı ülkelerin yönetimlerindeki önemli değişikliklerden sonra savunucularını bile düşündürür hale gelmiştir.

      İkinci Dünya Savaşı dönemine değinecek olursak bu antagonist çelişmeye ve bu çelişmeden kaynaklanan siyasi saflaşmalara tanık oluyoruz. O dönemde aç gözlü emperyalistlerin bir kısmı Hitler faşist emperyalizmine karşı Sosyalist Sovyetler Birliği ile aynı safta yer alarak, tavır belirlemişlerdir.

    
 Stalin'e bakalım :

     "Hitler Almanyası'nın uluslara dayattığı savaşın süreci içinde güçler arasında kesin bir ayrımın ortaya çıktığı ve birbirine karşı iki kampın belirdiği tartışılmaz bir şekilde kabul edilmelidir;  İtalyan-Alman ittifakı kampı ile İngiliz-Sovyet-Amerikan ittifakı kampı." (Stalin, Büyük Sosyalist Ekim Devriminin 25. Yıldönümü, Pravda, 7 Kasım 1942)

      Burada Sosyalist Sovyetler Birliği'nin nasıl olur da İngiliz ve Amerikan emperyalizmiyle aynı "ittifak kampı"nda yer alabildiği, bütün emperyalistleri aynı kefeye koyanlar için düşündürücü olmalıdır. Şartlar ne ise taktik de ona uygun olanıdır. Şartlar değiştiğinde, taktikte de kaçınılmaz bir değişme olmaktadır. 1945'lerden itibaren bir Sovyet-ABD ittifakı kampından söz edilemez. Tam tersine o tarih itibarıyla ABD emperyalizmi Marksistlerin değerlendirmelerinde en tehlikeli emperyalist devlet olarak yer almıştır. 1945 öncesi ve sonrasında ABD hep aynı emperyalist devlettir, ama değişen dünya çapındaki siyasi güçler mevzilenmesidir. Siyasi güçlerin mevzilenmeleri diye bir sorunu olmayanların doğal olarak siyasi strateji ve taktik belirlemelere de gerek duymaları düşünülmez. Siyasi yaşamlarının başından sonuna kadar avazı çıktığınca kahrolsun emperyalizm deseler, bütün emperyalistlere karşı aynı derecede tavır alsalar, kazanan kim olur, kaybeden kim olur? Bir adım dahi ilerleme kaydedebilirler mi? Mevzi kazanabilirler mi? Bir emperyalist alaşağı edilebilir mi?

    
       Savaşa ve faşizme karşı mücadele konusunda berrak tahlilleri bulunan Dimitrov, faşistler arası çelişmelerden söz ederken şöyle demektedir.

      "Faşizm, iktisadi milliyetçilik (otarşi) siyasetiyle ve savaş hazırlığı için milli gelirin büyük bir kısmına el koymasıyla ülkenin bütün iktisadi hayatını ve kapitalist devletler arasındaki iktisadi savaşı şiddetlendirir ve bu çatışmaları zaman zaman kanlı çarpışmalara kadar vardırır, bu da halkın gözünde faşist devlet iktidarının sağlamlığı fikrini yıkar. Geçen yılın 30 Haziran'ında Almanya'daki olayda olduğu gibi kendi taraftarlarını katleden bir hükümet, faşist burjuvazinin diğer bir kesiminin silahlı mücadelesiyle karşı karşıya bulunan (Avusturya'daki Nasyonal-Sosyalist darbe ve Polonya'da, Bulgaristanda, Finlandiya'da ve diğer ülkelerde tek tek faşist grupların faşist hükümete şiddetle karşı çıkmaları) faşist bir devlet iktidarı, geniş küçük burjuva kitlelerinin gözünde otoritesini uzun zaman sürdüremez.

      "İşçi sınıfı burjuva kamp içerisindeki çelişmelerden ve çatışmalardan yararlanmasını bilmeli fakat faşizmin kendi kendini yok edeceği hayaline kapılmamalıdır. Faşizm kendiliğinden yıkılmayacaktır. Ancak işçi sınıfının devrimci faaliyeti sayesinde,burjuva kampında kaçınılmaz olarak ortaya çıkan çatışmalardan, faşist diktatörlüğü zayıflatmak ve yıkmak için faydalanmak mümkün olacaktır." (Dimitrov, Savaşa ve Faşizme Karşı Birleşik Cephe, Aydınlık Yayınları, Birinci Baskı, Aralık 1975, s.79)

      Esas Akımın Savaş olduğu dönemde proleter önderlikler baş düşman ve ikinci derecedeki düşmanlarını saptamış durumdadır. Çok açık ve net olarak şunu söyleyebiliriz. Esas Akımın Savaş olduğu dönemde baş düşman muhakkak savaşın kaynağı olan emperyalist veya emperyalistlerdir. Savaşın kaynağı durumunda olmayan diğer emperyalistler ise ikinci dereceden düşman durumundadırlar ve savaşın kaynağı olanlar ile olmayan devletler arasında çelişmeler keskindir. İşte proleter önderlik bu çelişmelerden yararlanır.

      Stalin, İkinci Emperyalist Dünya Savaşı'nın önce kaynaklarını saptamakta ve emperyalist savaşın kaynağı durumunda olan emperyalistlerden diğerini ayırmakta ve farklı değerlendirmekte onlara karşı farklı tavır almaktadır.

      SBKP (Bolşevik) Tarihi, Kısa Ders, bu konuda şöyle demektedir:
     "Bütün bu olaylar, ikinci emperyalist savaşın artık gerçekten başladığını göstermektedir. Bu savaş, sessizce, savaş ilanı olmadan başlamıştır.Devletler ve halklar,sanki farkında olmadan ikinci bir dünya savaşına sürüklenmişlerdir. Savaşı başlatan, dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan üç saldırgan devlettir: Almanya'nın, İtalya'nın ve İspanya'nın faşist hükümet çevreleri. Savaş Cebelitarık'tan Şanghay'a kadar uzanan muazzam bir sahada olmaktadır. Daha bugünden yarım milyardan fazla insan savaşa itilmiş bulunmaktadır. Savaş, son tahlilde İngiltere, Fransa ve Birleşik Amerika'nın kapitalist menfaatlerini hedef almaktadır. Çünkü savaş, saldırgan ülkelerin yararına ve demokratik diye adlandırılan devletlerin zararına dünyanın ve nüfus alanlarının yeniden paylaşımını amaçlamaktadır.

      "İkinci Emperyalist Dünya Savaşı'nın ayırdedici bir özelliği şurada yatmaktadır. Şimdilik saldırgan devletler savaşı sürdürüp ilerletirken, savaşın esasında hedef aldığı (demokratik) devletler, savaş kendilerini hiç ilgilendirmezmiş, hiçbir suçları yokmuş gibi bir tavır takınıyor, geri çekiliyor, kendi barışseverliklerini göklere çıkartıyor, faşist saldırganlara küfrediyor ve savunma için silahlandıklarını iddia ederek mevzilerini peş peşe saldırganlara terkediyor." (Sovyetler Birliği Komünist Partisi (Bolşevik) Tarihi Kısa Ders- Berlin 1955 Aktaran: Dimitrov, Savaşa ve Faşizme Karşı Birleşik Cephe, Aydınlık Yayınları, Birinci Baskı 1975, s.232)

    
 Esas Akımın Savaş olduğu dönemin doruk noktası olan savaşın patlak verdiği an öncesi süreçte proletaryanın siyaseti ne olmalıdır?  Bu siyaseti emperyalist savaşın bir yıl öncesi 7 Kasım 1938'de Dimitrov şöyle ifade etmiştir:

      "Bugünkü uluslararası durum,işçi sınıfının, kendi saflarında ideolojik alandaki farklara ve çeşitli siyasi akımların olmasına bakmaksızın, faşizme karşı mücadele mümkün olduğu kadar çabuk ortak bir lisan bulmasını ve faşist istilacılara ve kundakçılarına yolu tıkayan ve halklar arasında barışı teminat altına alan bir tek uluslararası siyaset uygulamasını kesinlikle gerektirmektedir." (Age,s.27)

      Tekrar şuna işaret edelim: Emperyalistler arası ilişki ve çelişkilerin kaynağı kaçınılması mümkün olmayan bir olgu mudur, yoksa bu emperyalistlerin isteğine bağlı, değişmesi onların iradesiyle olabilecek bir siyasetin sonucu mudur? İşte Marksistler ile oportünistleri kesin çizgilerle ayıran bir gerçeklik. Marksizm iradeye bağlı olmayan ekonomik temeli bulunan bir olgu olduğunda ısrar eder. Oportünizm ise emperyalizm siyasetini onların kişisel karakterlerine bağlar. Kötü karakterliler gittiğinde durumun düzeleceğini ileri sürer. Reformcu tavır da aynı kanıdadır. Bu nedenledir ki emperyalizm kendi temellerine saldırmayan reformculuğu zaman zaman ittifak olarak seçer. Sosyal-demokrasi adlı reformculuğun anti-emperyalist olmayışı bu nedenledir. Hatta zaman zaman sosyal demokrasi faşistlerle aynı safta yer almaktan kaçınmaz. Sosyal demokrasinin faşist bir akım haline geldiği de görülmüştür. Sosyal demokrasi emperyalizmin sol saflardaki ajan akımıdır. O kendi gerçek yüzünü maskelemiştir. Yol ayrımlarında tercihini faşistlerden yana yapmıştır.

      Reformculuğun iddia ettiği gibi emperyalizmin siyaseti emperyalistlerin isteğine mi bağlıdır. Yoksa bir başka gerçek mi söz konusudur? Komünist Enternasyonal'in 1 Eylül 1928 günü toplanan 6.Dünya Kongresi'nde şöyle denmektedir:

      "Kapitalizmin, emperyalist aşamada kendini daha da şiddetli bir şekilde hissettiren eşit olmayan gelişme yasası, emperyalist devletlerin uluslararası alanda sürekli ve sağlam bir birlik kurmalarını olanaksız hale getirmektedir." (Komünist Enternasyonal Programı)

      "Emperyalizm çağı, aynı zamanda Büyük Devletler arasındaki çelişmeleri de keskinleştirmekte ve tek bir dünya ekonomisinin yıkılmasıyla sonuçlanan savaşlara yol açmaktadır."(Age,s.27)

       
      Görüldüğü gibi emperyalistler arası çelişme onların isteklerine bağlı olmayıp, kapitalizmin eşit olmayan gelişme yasası sonucudur. Ve bu yasa doğrudan kapitalizmin emperyalist aşamasına uygun düşmektedir.Ve çağ'dan kaynaklanan Büyük devletler arasındaki çelişmeler keskinleşmekte ve nihayet savaşla sonuçlanmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder