1 Mayıs 1977
Ne Anlatıyor?
Bugüne kadar 1977 Katliamı üzerine çok şey yazıldı, ancak daima katliam boyutuyla sınırlı kaldı. Burada tarihsel boyutuyla ele almayı gerekli gördük. Bir eksiği gidermek ve bir perspektif sunmak amacıyla. Yazımıza konu olan Kaan Arslanoğlu'nun yazısına göndermeler yaparak değerlendirmelerde bulunduk.
Gururla Maoist Olduğumuzu Söyleriz
1985 sonrası Sovyet yanlısı modern revizyonizm Glasnost-Perestroyka politikalarıyla birliktedünya kapitalizmine dahil
olmuş, Maoizm ise hala dünya kapitalizmiyle savaşmaktadır. Bu nedenle Kaan
Arslanoğlu’nun bu yazısı bir çok bakımdan gerçekleri yansıtmıyor. Amaçladığı
tek şey Maoculuğu fululaştırmak ve sahte TKP’nin modern revizyonist ve
sosyal-emperyalizme hizmet eden bir örgüt ve bir beşinci kol olduğunu
gizlemektir.
Örneğin TKP’nin çizgisi ne idi bundan bahsetmiyor. Bahsedemez,
çünkü TKP’nin varlık nedeni revizyonist SBKP idi ve Afganistan’da, Kampuchea’da
olduğu gibi Türkiye’de de bir işgal beklentisi içindeydiler. Bilindiği gibi
Sovyet revizyonistleri özellikle 1978 sonrası dünyayı ele geçirmek için
hegemonya mücadelesini silahlı olarak, işgaller olarak sürdürmeye başlamıştı.
Ve 1978 ve 1979 yıllarında Kampuchea ve Afganistan işgal edildi. Ayrıca Kastro’nun Kübalı askerleri birer paralı
asker gibi Afrika’da cirit atıyordu. Kastro’nun ordusu tamamen Sovyetlerin
elinde kukla bir orduydu ve rolü Afrika’daki mücadelelere müdahale etmekti. Kastro’nun
Sovyet yanlılığından vazgeçmesi Sovyetler tarafından artık besleme bir ordu ve
devlet olmaktan çıkması nedeniyledir. Aksi halde Kastro’nun
Marksist-Leninistliği nedeniyle değildir.
Devlete karşı mücadele eden diğer grupları goşistlikle,
Maocu Bozkurtlukla suçluyorlardı. Bundan amaçları ne idi? Elbette solun
gelişmesini önlemek, solu Sovyetler’e teslim olmuş ve işgale hayır demeyecek
hale getirmekti.
İsmail Bilen TKP’sinin ülkedeki varlık tarihi, 1973 yılında
Yakup Demir’in yerine İsmail Bilen’in Genel Sekreter seçilmesiyle olmuştur. O
yıllara kadar Doğu Almanya’da sığıntı olarak yaşıyorlardı. Ve 1970’lerden
itibaren Sovyetler Birliği sosyal emperyalist faaliyetlerine hız vermiştir. ABD
ile dünya hegemonyası için yarışa girmiştir. Büyük bir silahlanma yarışı
başlamıştır. 1973’lere kadar sesi soluğu çıkmayan İsmail Bilenler 1973 sonrası
Rus rublesi ile gelişme göstermişlerdir. Politikada para önemli bir rol
oynar.Onlar bunun bilincindeydiler. Ve o tarihten itibaren Öncü Yayınları,
Atılım dergisi revaçta olmuştur. Bir de kendilerin illegal hava
İsmail Bilen (Laz İsmail)
vermeleri
kitlenin gözünde cazip hale getirmiştir. Yurt dışından (Doğu Almanya) yayın yapan Bizim Radyo ve
TKP’nin Sesi adlı radyoları da devreye girmiştir.
İsmail Bilen TKP’sinin gelişme sağlamasında bir diğer çok
önemli faktör Türkiye sol hareketinin 12 Mart yenilgisini yaşamış olmasıdır.
İ.Bilen TKP’si 12 Mart yenilgisini yaşamamıştır. 12 Mart faşistleri esas olarak
İbrahim-Mahir-Deniz hareketini ezmeyi esas almıştır. Bu mağlubiyeti fırsat
bilen Sovyetler kuklaları İ.Bilen TKP’sini
kendi lehlerine kullanmıştır.
Maoizmin ve Modern Revizyonizmin Doğuşu
1 Mayıs 1977 katliamını anlamak için çok ötelere gitmek
gerekir. Maoizm ve modern revizyonizmin doğuşu incelendiğinde bir çok gerçeğin
gözler önüne serileceği muhakkaktır. Dünya politik arenasının dünden bugüne doğru
anlaşılması bu iki temel olgunun (Maoizm ve Sovyet modern revizyonizminin)
doğru değerlendirilmesine, doğru anlaşılmasına bağlıdır.
Bilindiği gibi 1953’te Stalin’in ölümü ile iktidarı gaspeden
Kruşçev kliği modern revizyonizmin tezlerinin temellerini attı. Bu konuda Komün
Yayınları’ndan 1976’da çıkan Leninizm
mi, Modern Revizyonizm mi adlı kitap önemli bir kaynaktır. Yazılar, Çin
Komünist Partisi’nin yayın organı Renmin Ribao ‘da yayınlanan ve Sovyet
revizyonistleriyle yapılan tartışmaları içermektedir. Sovyet revizyonizminin
ortaya çıkışı Çin Komünist Partisi’nde tepkiyle karşılandı. Ve aralarında
ideoloji-politik bir mücadele başladı. Bu mücadele üç yıl boyunca dışarıya
yansıtılmadan partiler arasında mektuplaşmalar şeklinde sürdü. Üç yıl sonunda
Kruşçevcilerin iflah olmaz revizyonistler olduğuna karar veren Mao Tse-toung ve
ÇKP MK’si tartışmaları deşifre etti. Ve 1963 yılında tartışma metinleri kamuya
açık olarak yayınlanmaya başladı. Ve bu olaydan itibaren Sosyalist Blok resmen
ikiye bölünmüştü. Bir yanda Marksizm-Leninizmi temsil eden Mao Çin’i diğer
yanda ise modern revizyonizmi temsil eden Kruşçev Sovyetleri.
Ve Mao özellikle bu tartışmaların başlamasıyla birlikte
parti içinde iki çizgi mücadelesinin kaçınılmazlığını gördü. Daha önceleri de
Marksizme katkıları olan Uzun Süreli Savaş Stratejisi ve Halk İçindeki
Çelişmelerin Doğru Ele Alınması yazılarıyla birlikte İki Çizgi mücadelesi ile de bir
başka katkıyı sunmuş oldu. Bunun ardından Sovyet modern revizyonizmine tepki
olduğu gibi sınıfsız topluma doğru önemli bir atılımı ve yine Marksizmin
hazinesine bir katkıyı ifade eden Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni başlattı. Fakat
karşı taraf yani Sovyet modern revizyonistleri ne yapıyordu. Onlar bir yandan
Detant (Yumuşama) politikalarını savunuyor öte yandan iki yüzlü bir şekilde
silahlanıyorlardı. Amaçları hegemonya savaşı (Üçüncü Dünya Savaşı) yoluyla
dünya sosyal faşist Rus imparatorluğunu kurmaktı. Mao, Sovyet modern revizyonistlerinin savaş
hazırlığı içinde olduğuna bir çok kez işaret etti. Hatta bu konuda Mao’nun
tezleri Üç Dünya Teorisi adıyla 1977 yılında yayınlandı. O yıl, Deng Siao-ping
henüz ÇKP’yi ele geçirmemişti. Bu nedenle Üç Dünya Teorisi Marksist-Leninist Maoist
bir teoriydi. Dünya’daki durumu inceliyor ve bu duruma göre strateji ortaya
koyuyordu.
"10 Nisan 1974 tarihinde Çin Halk Cumhuriyeti
(ÇHC)’nin resmi temsilcisi olarak, Birleşmiş Milletler’de yaptığı
konuşmada Deng Siao Ping, ÇKP’nin 'uluslararası durum çözümlemesi' ile
ilgili görüşlerini şöyle özetliyordu: 'Uluslararası ilişkilerdeki
değişiklik gözönüne alınırsa, bugün dünya aslında birbirleriyle hem
ilişkili olan hem de çelişen üç kısım ya da dünyadan meydana gelmektedir.
ABD ve Sovyetler Birliği ‘birinci dünya’yı meydana getiriyorlar. Asya,
Afrika, Latin Amerika ve diğer bölgelerin gelişmekte olan ülkeleri ‘üçüncü
dünya’yı meydana getiriyor. Bu ikisinin arasında kalan gelişmiş ülkeler
ise ‘ikinci dünya’yı meydana getiriyor.' (Halkın sesi, s. 6)"
Fakat Türkiye’de bunu anlayacak kapasitede devrimci azdı. Perinçek
ve ekibi bu teoriyi 1977’de savunmasına rağmen 1978’den itibaren teoriyi
çarpıtmaya ve ABD’ye hizmet eder hale getirene kadar tahrif etmeyi başardılar.
Üç Dünya Teorisi dünyanın siyasal güçler bakımından üçe ayrıldığı tezine
dayanır. Bu tezden önce de kendine Lenin’in tezini temel alır. Lenin’e göre emperyalizm
çağında dünya ezen ve ezilen milletler olarak ikiye ayrılmıştır. Mao bu tezi
göz önünde bulundurarak ezen milletleri de ikiye ayırır. Birinci kategori, Birinci Dünya dünya
savaşını talep eden emperyalistler
olarak. Dünya savaşı talebi olan emperyalistler ABD ve Rusya’dır. Ancak
emperyalist olduğu halde dünya hegemonyası peşinde koşacak güçte olmayan hatta
paylaşılması söz konusu olan emperyalistler de vardır ve bunlar İkinci Dünya’yı
oluşturur. Öte yandan Emperyalist olmayan, dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu
oluşturan yarı-sömürge, yeni-sömürge ve Çin gibi sosyalist ülkeler de Üçüncü
Dünya’yı oluşturmaktadır. Emperyalist savaşa karşı Üçüncü Dünya ortak tavır
almalıdır. Öte yandan İkinci Dünya emperyalistleri tarafsızlaştırılmalı ve ABD
veya Sovyet saflarına kaymaması doğrultusunda politika izlenmelidir.
Bilindiği gibi 1970-1980 dönemi dünyada Esas Akımın Savaş
olduğu dönemdir. Ve emperyalist dünya savaşının çıkması söz konusudur. 1980
sonrası ise Ruslar yaptıkları büyük harcamaları kaldıramaz oldular, ekonomik
gelişme de sağlayamadıkları için ve ekonomilerini de askerileştirdikleri için
çok zor durumlara düştüler; hatta içten yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya
geldiler. Bu kez Sovyet revizyonistleri aşamalı olarak güya “sosyalizm”lerini
de terk ettiler. 1985’lerde Gorbaçov’un ekonomide Perestroyka, politikada da
Glasnost politikaları tam anlamıyla kapitalizme yönelmeyi ifade ediyordu. Artık
Sovyet modern revizyonizmi açıkça
Mihail Gorbaçov
kapitalizmi benimsiyordu. Bu dönemde İ.Bilen TKP’sinin sesi soluğu
çıkmıyordu. Ağabeyleri SSCB açıkça kapitalizmi benimsemişti. Bunlar ne
yapacaktı. Bu dönemde Gorbaçov’un açık kapitalizmine en çok ABD ve
Perinçekçiler seviniyordu. Halil Berktay eski Sovyet modern revizyonistleriyle
ahbab-çavuş oldu. Ne oldu sosyal-faşistler,
ne oldu Maocu bozkurtlar, hepsi unutuldu. Halil Berktay Sovyetlerin
Ankara Büyükelçisi Stephanov ile 2000’e Doğru dergisi’nde 2 sayı süren bir uzun
röportaj yaptı. Fakat sosyalizmden, devrimden vazgeçmiş hain revizyonistlersiniz
gibi kelimele asla kullanmıyordu. Ve açıkça modern revizyonist Sovyetler
Birliği dünya emperyalist kapitalist sistemine eklemleniyordu.
Yıllarca devrimcilere Maocu bozkurt diye saldıranlar hangi
yüzle siyaset yapıyorlar.
Bu olan biten karşısında hangi yüzle politika yapıyorlar.
Bir de işin ilginç yanı TİP ve TSİP takımı gibi eski
revizyonistlet TKP adında parti kurduktan sonra baş akıl hocaları Perinçek
oldu. Buna ne demeli??? Bunları hala ciddiye alacak mısınız?
1973’te Sovyetler’in canlandırdığı İ.Bilen TKP’si özellikle
kurnaz, pragmatistti. Azılı Mao ve silahlı mücadele (THKP-C ve THKO) düşmanlığı
yaptı. Bununla da yetinmedi kendisi gibi modern revizyonist olan TİP ve TSİP’e
karşı saldırılarda bulundu. Mihri Belli, Şefik Hüsnü, Hikmet Kıvılcımlı bile
dışlandı karşı-devrimci ilan edildi.
Eylül 1974 tarihli Atılım bu konuda şöyle yazıyordu: “TKP’nin kurucuları
ve onlardan sonra gelen kuşaklar, Parti içinde Marksçı-Leninci ilkeleri
yozlaştıranlara karşı, burjuva ajanlara, provokatörlere karşı çetin bir savaş
yürütmüşlerdir. TKP -zaman zaman- bunların kara listelerini gazetelerinde
yayınlamış, açıklamıştır. Doktor Hikmet Kıvılcımlı bunlardan biridir. 1929
tutuklanmasında partiye en iğrenç alçaklığı yapmıştır. Partiyi bölmüştür.
İzmir’de lumpenlerden kurduğu bir lumpen grubun eliyle TKP’nin onurunu
lekelemiştir. Komünist morali olmayan bu yaratık TKP’den kovulmuştur. Bu akıl
hastası megaloman, Şefik Hüsnü Değmer’in çömeziydi. Tencere yuvarlanmış,
kapağını bulmuştu, provokatör Mihri Belli’yi partinin başına saran doktor Şefik
Hüsnü olmuştur. “
“ Maoculara, karşı-devrimci ajanlara karşı savaş faşist saldırılara karşı savaştan
ayrılamaz.Sahtecilere, Maoculara, Kıvılcımlıcılara karşı savaş, faşist
saldırılara karşı savaşla örülüdür. Savaş, sonuna kadar.!”
Şefik Hüsnü’yü, Kıvılcımlıyı, Mihri Belli’yi bu şekilde
eleştiren İ.Bilen TKP’si iş CHP’ye karşı tavra gelince bambaşka oluyordu.
Devlet partisinden başkabir şeyolmayan CHP 1973 seçimlerinde 1980 seçimlerine
kadar daima desteklendi. TKP revizyonizmi oraya sızdı. TİP’in seçimlere
katılması dahi oyları bölüyorsunuz diye eleştirildi. CHP sahte TKP’nin Ulusal
Demokratik Cephesi’nde görülüyordu. CHP
”Demokratik özgürlüklerden yana hükümet kuracak parti” olarak niteleniyordu.
TKP modern revizyonizmi devrimin önünde önemli bir engeldi.
DİSK’te önemli bir varlığı vardı. Aydınların pasif ruhlarına da hitap
ettiğinden onları da etkiliyordu. Mühendis Odalarını ellerine geçirmişlerdi.
Ancak TÖB-DER yönetimi TSİP revizyonistlerinin elindeydi. TKP, TSİP’i “devşirme
parti” olarak niteliyordu.
Şefik Hüsnü’nün önderlik ettiği TKP 1951 tevkifatından sonra
dağılmıştı. Sovyet revizyonistlerinin 1956’lardan sonra TKP’ye kanca atması
ve modern revizyonist hale getirmesi
başlar. Bu tarihten sonra TKP Doğu Almanya’dan yönetilir başında da Yakup Demir
(Zeki Baştımar) adlı revizyonist vardır. 1973 TKP’nin Sovyetler tarafından
ülkemizdeki güçlü bir şekilde politikaya sokulması söz konusudur. Aynı yıl TKP
Genel Sekreterliği’ne de İsmail Bilen kuklası seçilir. Yakup Demir uzun yıllar önemli
olmayan bir şahıs olarak TKP içindedir. Şefik Hüsnülerin 1951 tevkifatı ile ona
gün doğar. 1956 sonrası (Stalin sonrası)
Yakup Demir-İsmail Bilen ikilisi Sovyet revizyonizmindeki bütün tezleri
desteklemiş ve onların birer kuklası haline gelmişlerdir. Bugün onların
takipçileri hangi yüzle siyaset yapıyor? Uşak ruhluları devrimciden mi sayıyor?
1 Mayıs 1977 öncesi Türkiye’deki politik mücadeleye
damgasını vuran
Yakup Demir
modern revizyonizm ile anti-revizyonizm arasındaki mücadeleydi.
Bütün parti ve siyasal çizgiler, fraksiyonlar Sovyet yanlısı veya
anti-revizyonist oluşuna göre siyasal alanda mevzileniyordu. O zamanın esas sol
güçleri diyeceğimiz Partizan, Dev Yol ve Halkın Kurtuluşu anti-revizyonist
çizgideydiler. Dev Yol her ne kadar Sovyetleri revizyonist kabul etse de Mahir
Çayan’ın Kesintisiz Devrim’deki tezleri nedeniyle Sosyalist Blok’ta görüyordu.
Bu yönüyle orta yolcuydu. TKP’nin Dev Yol’a bakışıise goşist nitelemesinde
ifadesinde buluyordu. Perinçek ile İ.Bilen TKP’sinin tek ortaknoktası THKO ve
THKP-C çizgilerine bakışta birleşiyordu. Her ikisi de THKP-C ve THKO’yu
maceracı, bireysel terörist, goşist olarak görüyordu. Ancak tavır ve fikir
olarak Dev Yol ve Halkın Kurtuluşu Maoizme daha yakındı. Hatta Halkın Kurtuluşu
1976’da Maoizmi benimsemişti. Mahir Çayan da Büyük Proleter Kültür Devrimini
kabul ediyordu.
1 Mayıs Öncesi
Tekrar 1 Mayıs öncesine değinecek olursak, o yıllarda TKP
işçiler içinde özellikle DİSK’te önemli bir güce sahipti.DİSK yönetimini ele
geçirmişlerdi, bunda CHP ile dostluk çizgisi izlemeleri Dev Yol, Halkın
Kurtuluşu gibi grupları goşist olarak gammazlamaları ve Mao’yu savunanları
Maocu Bozkurt olarak nitelemelerinin önemli rolü vardı. Sosyal emperyalizmin
uzantısı olan TKP sol içinde tek güç olamayacağını bildiği için solu tecrit etmek için her yolu deniyordu. 1
Mayıs kutlamaları da bu tecrit politikasının örneklerinden biriydi. TKP
revizyonizmi anti-revizyonist olan diğer solları Taksim 1 Mayıs alanına almak
istemiyordu. Bunu günler öncesinden açıklamıştı. Şayet girerlerse onları provokasyon
yapmakla suçlayacaktı. Devletin politikası ile TKP politikası burada
birleşiyordu. Devlet silahlı mücadeleyi savunan ve Sovyetlere dayanmayan soldan
daha fazla çekiniyordu. Devlet gerek TKP’yi gerekse anti-revizyonist solları
düşman gördüğünde 1 Mayıs’ta meydana gelebilecek provokasyon ile solları
halktan tecrit yönünde bir zafer kazanmış sayacaktı kendini. TKP’de
saldırıya uğradık propagandasını yaparak diğer solları teşhir ve tecrit etmeyi
düşünüyordu. Tabii bu koşullarda ortam da müsaitti ve derin devletin
provokasyonu yaşandı. 37 insan can verdi. Yüzlerce yaralı ve halkın sola
bakışında bir ümitsizlik belirdi.
Kaan Arslanoğlu’nun dediği gibi Maocu adı artık kötüleme ve
ötekileştirme anlamı taşıyamaz tam tersine şereftir, onurdur ve Marksizmin
Lenin’den sonraki bir aşaması anlamını taşır. Mao’nun tezlerinin doğruluğu
zaman içinde doğrulanmış ve haklılığı ortaya çıkmıştır. Maoizm adı artık
burjuvazi ve gericiler için revizyonistler için bir tedirginlik ve korku
kaynağı haline gelmiştir. Mao’nun karşıtı olan Sovyet modern revizyonistleri ve
onların ülkemizdeki uzantıları olan İ.Bilen TKP’si TİP ve TSİP gibi çizgilerin
haksız ve devrimci olmayan bir karakter taşıdıkları ortaya çıkmıştır. Çünkü
Sovyet revizyonizmi modern revizyonizmden açık kapitalizme geçmiş ve
sosyalizmden vazgeçtiğini açıkça ilan etmiştir. Yalnız Sovyet revizyonistleri
değil onun işbirlikçileri olan Vietnam, Bulgaristan, Romanya, Polonya, Macaristan,
Çekoslavakya da dünya kapitalist sistemine dahil olmuşlardır. Bu nedenle modern
revizyonizm kaybetmiş Maoizm kazanmıştır. Artık devrimciler gururla Maoist olduklarını
söyleyebilirler.
Ve Maoistler için gurur verici bir diğer olgu da onların
kuyrukçu olmamalarıdır. Sovyet revizyonistleri Stalin’in ölümünden sonra
iktidara gelir gelmez sahte TKP revizyonistleri Yakup Demirler bunlara biat
ederek derhal Kruşçevci olmuşlardır. Ancak Maoistler Çin devrimci iktidarının
Deng Siao-ping revizyonist çetesi tarafından ele geçirilmesiyle birlikte Dengçi
revizyonistler olmamışlardır. Tam tersine Deng revizyonizmine onun kapitalist
yoluna karşı Mao Tse-toung’u ve Büyük Proleter Kültür Devriminin önderleri
Jiang Quing, Çang Çun-çiao, Yao Ven-yuan, Vang Hung-ven’i savunmuşlardır.
1 Mayıs Sonrası
Gerek devlet ve burjuva basın gerekse modern revizyonistler
1 Mayıs katliamı sonrası suçlu yaratma çabası içine girdiler. Bu suçlu elbette
ki, rakipleri “Maoistler” olacaktı. O zamanın TSİP Başkanı modern revizyonist
Behice Boran şöyle diyordu: “Kamuoyunun önemle dikkatini çekmek istediğimiz
birinci nokta, 1 Mayıs’ta Taksim’de katliama dönüşen olaylarda Maocu grupların
oynadıkları rolün bu akımın gerçek yüzünü bir kez daha açığa çıkarmış
olmasıdır.” (Behice Boran, 2 Mayıs 1977 tarihli basın açıklaması)
Bir başka modern revizyonist olan DİSK Genel Başkanı Kemal
Türkler de şöyle diyordu: “CIA denetimindeki faşistler ve onlarla işbirliği
halinde olan Maocu komandolar da kendi planlarını hazırlıyorlardı.” (DİSK Genel
Başkanı Kemal Türkler’in 1 Mayıs katliamıyla ilgili basın açıklaması)
Yine bir başka ünlü modern revizyonist olan sahte TKP’nin
başı İsmail Bilen ise şöyle diyordu: “Bu saldırı hükümet, CIA, MİT (Türk gizli
polisi) faşist komandolar ve Maocular tarafından ortaklaşa düzenlenmişti.”
(İsmail Bilen, Ürün, Ağustos 1977, sayı.38, s.10-11) Kemal Türkler
Sovyet modern revizyonizminin işbirlikçileri Maoistleri,
faşist hükümet güçleri ve MİT ve CIA ile işbirliği yapmakla suçlayarak
yıpratmak istiyor; tecrit etmeyi amaçlıyordu. Aslında durum tam tersine idi.
İki süper devletin işbirlikçilerinin ülkemizdeki hegemonya mücadelesinden bir
bölümdü 1 Mayıs katliamı. Ve bu hegemonya mücadelesinde modern
revizyonistlerden ziyade Maoistleri tecrite önem veriyordu devlet ve ABD. Revizyonistler
hegemonyacı güçlerin gözünde pasifist ve efendisinin hamlelerine muhtaç bir
haldeydi. Kendi iradesiyle hareket edemezdi. Aynı şey ABD işbirlikçi güçleri
için de geçerliydi.. Onlar da ABD’nin izinsiz hareket edemezdi, ettiği taktirde
tasfiye edilirdi. Nitekim 1 Mayıs 1977’nin (her ne kadar karanlıkta kalan bir
katliam olsa da ) katliamdan sonraki sonuçlarına baktığımızda, ordu içindeki
faşist kliklerden birinin tasfiye edildiğini görüyoruz. O günün Kara Kuvvetleri
Komutanı Org. Namık Kemal Ersun emekli edildi. Ayrıca 200 subay-astsubay ve iki
general de tasfiyeye tabi tutuldu. Bir temizlik gerçekleşti. Derin Devlet'in
bir kanadı çökertildi. 1 Haziran 1977’de yapılan temizlikte MHP yanlısı
ünlü faşist eski TRT Genel Müdürü Korgeneral Musa Öğün, Türkeş’in dünürü Şahap Homriş
ve damadı Davut Homriş ve de ünlü MİT’çi Hiram Abas, Özel Harp eski başkanı
Recai Ergin tasfiyeye uğruyor.
Namık Kemal Ersun
1. Ordu Komutanı Org. Adnan Ersöz Genel Kurmay Başkanlığı “00” (Oscar Oscar) bir mesaj
gönderir.Yetkili olduğu birimlerde Namık Kemal Ersun’un darbeye hazırlık
konuşmaları yaptığını söyler ve gereğinin yapılmasını ister.
İşte bu mesaj bile ordu komutanlıkları arasındaki çelişkiyi
ortaya sermektedir.
Derin Devlet içindeki rakip-çelişkili güçler 1 Mayıs 1977
katliamına göz yummuş ancak bu katliamı bahane ederek darbe yapılmasını
önlemiştir. Bunu şuradan da anlıyoruz. 12 Eylül darbesi NATO’nun Türkiye
kanadını Sovyetlere karşı güvenceye almak ve de gelişen solu tasfiye etmek için
yapılmıştı. Bu gerçeğin üstünü örtmek için “anarşi-terör yalanları gündeme
getirildi. Kardeş kavgası vardı söylemine sarıldılar, MHP’lileri de hapsettiler
siyasal partilerin faaliyetlerini durdurdular. Parti başkanları tutuklandı vs. Darbeye
genel bir asayiş ve genel bir huzur sağlama havası verildi. Plan ABD tarafından
hazırlandığından profesyonelliği tartışılmaz derecedeydi. Ve onlar amaçlarına
ulaştılar. Namık Kemal Ersunların yapacağı bir darbe muhakkak sola hizmet
ederdi. Çünkü işin başında doğrudan faşist olarak bilinen güçler bulunacaktı.
Darbe emir komuta zinciri içinde yapılmayacaktı ve böylece egemenler arasındaki
çelişki de darbeye güç kaybettirecekti. Kenan Evren gibi sosyal demokrat
bilinen ve Haydar Saltık gibi Alevi olan bir generalin baş darbeci oluşu
kitlelerin gözünde büyük yanıltıcı rol oynadı.
*** ***
1 MAYIS 1977'NİN KAYIP MAOCULARI
Kaan Arslanoğlu
"Meşum 77 katliamıyla ilgili tartışmalar eski bir dönemin dilini hortlattı.
Maocular yukarı, Maocular aşağı… Bir Maocu… Maocu gruplar… lafı yürüyor ki,
sormayın gitsin. Bizim sol bile jargonu aynen kaptı, kapmamak mümkün mü? “DİSK
adına Maocu gruplarla görüşmeler yapan Mehdi Beşpınar” diye yazmış arkadaşlar.
"İşin garibi bir tek “Maocular” suskun. Kimse onlara bir şey sormadığı gibi,
kendileri de söylemiyorlar. Bu durumda bazı gerçekleri açıklamak kala kala bana
düştü.
"Madde bir: “Maocu” nitelemesi sol içinde bir tarafın öteki
tarafı nitelemesidir. Pejoratif, yani kötüleme amacı taşıyan bir kavramdır. Söz
konusu grupların hiçbiri kendini “Maocu” olarak görmüyordu. Sadece bir kısım
sol çevreler değil, sağ da onları “Maocu” olarak anıyordu, toplumda arkaik bir
korku yaratmak için kullanılan umacı kavramdı. Bu gruplar kendilerini gerçek
Marksist-Leninist sayıyorlardı (Öyle olduklarını söylemiyorum). Maocu olarak
etiketlenmelerine neden olan şeylerse şunlardı: Başlangıçta Çin-Arnavutluk
çizgisini benimsemek, Mao’yu Marksist-Leninist bir usta olarak görmek, dört
büyük ustanın (Marx-Engels-Lenin-Stalin) kafalarının yanına Mao’yu eklemek.
Yazılarda ara sıra “Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi” lafı da geçerdi, çok
sık değil. Onlar kendilerine “Maocu” denilmesini sahte Marksistlerin
propagandası sayıyorlardı.
“Maocu” nitelemesini canı gönülden kabullenmeseler de (yine aynı nedenlerle)
buna ötekiler kadar ifrit olmayan iki grup daha vardı. Biri bildiğimiz Aydınlık
grubu, öteki TKP/ML-TİKKO hareketi. Her ikisi de 1 Mayıs 1977’ye grup olarak
katılmadılar.
" Nitekim 1977’de başlayıp 78’de hızla tamamlanan bir süreç içinde, 1 Mayıs
1977’ye üçlü blok olarak katılan söz konusu yapılar Çin’e karşı sert muhalefete
başlayıp Arnavutluk çizgisinde Ortodoks Stalinist bir raya oturdular. Doğrudur,
Halkın Yolu’nun lider kadrosunun büyük bölümü Aydınlık’a geçti. Ama kalanlar
aynı adla devam ettiler. Halkın Kurtuluşu gelişmeden kârlı çıktı, daha da
büyüdü. Halkın Birliği, ötekiler kadar geniş olmasa da etkili bir gruptu. O da
AEP çizgisine geldi. Ne ki bunlar hala “anti-Sovyetik”tiler ve dolayısıyla en
sadık mertebede Stalincilikleri bile üstlerine yapışan Maocu yaftasından onları
kurtaramadı. Sovyetler’e karşıysan Maocusun, ister beğen ister beğenme!
"Madde iki: O gün yaşananlarla ilgili sol kesimden
söylenenlerin büyük bölümü bana göre de doğrudur. Şu devam eden bazı şeyler
olmasa (grupları birbirine karıştırma, bazılarını ötekileştirme falan…) samimi
olan herkesin gerçeği doğru görmesi sevindiricidir.
"1 Mayıs 1977’ye Halkın Yolu saflarında katılmıştım. İstanbul’u bilmiyordum,
dışarıdan gelmiştik, bilen arkadaşlar nereye gidiyorsa ben de oraya gidiyordum.
Kortej önce Site Yurdu’nda, sonra Saraçhane’de toplandı. Muazzam bir ortamdı. O
sabah öğleye dek hissedilen tam bir devrim heyecanıydı, ancak öyle
anlatabilirim. Ne ki coşku giderek yerini bezginliğe ve öfkeye bırakmaya
başladı, çünkü harekete geçemiyorduk. Öndeki DİSK barikatıyla saatler süren
pazarlıklar yaşandı. Tüm gruplar yanımızdan geçti gitti, bir tek biz kaldık
engelin ardında. Arkadan baskı geliyordu, “Ne duruyoruz, yarıp geçelim!” Fakat
liderlerimiz yine de aklı başında gençlermiş, çoğu 24-25 yaşında, düşünün…
Neden sonra barikat geri geri çekilmeye başladı. Bizim yürüyüş de başladı.
Tekrar neşelenmiştik. Olağanüstü coşkulu, tüyler ürperten on binlerce kişilik
bir kalabalık. Fakat engellemeler nedeniyle yine çok ağır ilerliyorduk. Ben en
ön grubun 600-700 metre
gerisindeydim. Taksim’e yaklaştığımızda tekrar durduk. Saat iyice geç olmuştu.
Heyecan ve sabırsızlık doruk noktasındaydı. O son birkaç dakikalık beklemenin
ardından öndeki arkadaşlarımız panik içinde değil, ama şaşkın suratlarla ve
hızlı adımlarla geri dönmeye başladılar. Herkes birbirine soruyordu: “Ne oldu?
Niye alana girmiyoruz?” “Alanda çatışma çıktı” diyorlardı. Sonra “Tepebaşı
Gazinosu’nda toplanıyoruz” diye bağırdılar. Bir süre sonra oraya gittik. Kala
kala üç dört bin kişi buluştuk orada. Büyük kesim gelememişti toplanma
noktasına. O zamanlar çok sevdiğim ve saydığım bir önder kadromuzu koluna
girilmiş getirdiler. Yaralıydı bacağından. Sordum, “Önemli değil, kurşun
sıyırmış” dediler. (Sonra Halkın Yolu’nun liderliğini üstlenmiştir,
nerelerdesin, neden iki söz de sen etmezsin?) Ardından tanımadığım birkaç kişi
“Dağılıyoruz yoldaşlar!” diye bağırdı, dağıldık. O gün ne bir çatışma gördüm,
birkaç yaralı dışında ne büyük bir olay havası, ne de tek bir polise rastladım.
Neden alana giremediğimizi sormaya devam ediyorduk kendi kendimize.
"Dönüş yolunda saat saat her şeyi öğrendik. Mitingi basmıştık ve otuzdan
fazla insanı öldürmüştük! Radyo böyle söylüyordu. Alana giremeden bunu nasıl
yaptığımızı korku dolu bir merakla düşünüyorduk.
"Sonraki bir hafta, özellikle ilk üç dört gün kabus gibiydi. Birçok sol grup
ve lider de bizi suçluyordu. Suçluluk duygusu bir yandan, endişe öte yandan.
Polis birçok yerde “Maocu” avı başlattı. Birçok arkadaşımız saklandı, ev
değiştirdi. Ön barikatta görevli olduğunu bildiklerimi arayarak durumu sordum.
Söylenenler hep bugün söylenenlerin benzeriydi. Birkaç itişme kakışma dışında
DİSK veya İGD barikatıyla ciddi bir dövüş bile yaşanmamıştı. Sonra her yerden
kurşun yağmaya başlamıştı. Panzerler ara sokaklara kaçan kalabalığı oralarda
bile sıkıştırmıştı. Birçok arkadaşımız saatlerce bu panzerlerle çatışmıştı.
"Bir hafta kadar sonra artık her şey anlaşıldı. Olayın 1. Derece suçlusu
değildik. Sadece 2. derece en önemli suçlusuyduk!
"Madde üç: İnkar etmeyelim. Sosyalist solun adam gibi bir
özeleştiri yaptığını ben görmedim. Çok sıkıştırılırlarsa ya karınlarından
konuşurlar, bir şeyler gevelerler ya da susarlar. Susuyorlarsa artık demek ki
özeleştiri yapıyorlar! Şimdiki Maocu suskunluğu ben buna bağlıyorum. Bakın
jargon bana da bulaştı. DİSK’in tertip komitesi çıkıp konuşuyor da, o zamanki
bizim “tertip komitemiz” nerede? Özeleştiriyi bir de şundan anlıyorsunuz: Aynı
şey tekrar edilmemişse demek ki yanlış yapıldığı kabul edilmiştir. 1978 1
Mayıs’ına İstanbul’da katılmadık. İşte özeleştiri!
"Tabii suskunluğun bir nedeni de o zamanki liderlerimizin büyük ölçüde
buharlaşıp uçması. Ölenler, öldürülenler oldu, HY’den, Aydınlık’a geçenler
oldu. Çok büyük bölümü ise siyasetle ilgilenmez oldu. Siyasete devam
edenlerinse (HK’den birkaç kişi) eski kimlikleriyle neredeyse ilgileri kalmadı.
Kalkıp ne konuşsunlar, öyle etkisizler ki. Bu aynı zamanda başka bir lanete
bağlı, ona da yazının sonunda değineceğim.
"1977’de alanı tutanların da pek bir özeleştirisi yok. Tertibin geleceği
neredeyse bir ay öncesinden biliniyormuş. Ama kimse burnundan kıl aldırmamış
(Doğruya doğru: Aydınlık bunu açık açık söyledi haftalar öncesinden. Olay
sonrası ise fırsatçı bir tavır aldı ve bu tavrının yararını gördü, Halkın
Yolu’nu eritti). Şimdi bir sürü soru soruluyor. Haklı ve doğru sorular. Ama
oluşan bu büyük gerilime o zamanki grupların yaklaşımı doğru muydu? Ayrıca 1
Mayıs öncesi İstanbul ve İzmir’de Halkın Kurtuluşu’ndan iki devrimciyi öldüren
sol gruptakiler, tetiği çekenlerin gerçekten kimler olduklarını biliyorlar
mıydı? “Netekim”ler göstere göstere plan yapıp uygulamaya sokmuşken, nitekim üç
yıl sonra darbelerini de yapacakken, hadi bizim liderler gençti, yaşlı başlı
liderler ne tutum almıştı? “Devrimciler” romanımın sonuna doğru bu kanlı 1
Mayıs öncesi gerilimi anlatmıştım hayli uzun.
"Söz konusu büyük gerginlikten, ki darbeye dek sürdü, Sovyet kanadı da fayda
sağlıyordu, karşıt gruplar da, o zaman “ortayolcu” dediğimiz kesimler de. Ya da
fayda sağladığına inanılıyordu. Bu şekilde daha çok kitle toplanabileceği
düşünülüyordu değişik mekanizmalarla. Kısmen o fayda sağlanıyordu belki. Ama
neye yarar, sonuç ortada.
"Benim hatırladığım, nerede hır gür, ciddi bir çatışma çıksa bu “Maocu”ların
hüsnü kabul gördüğü, el üstünde tutulduğu, ama iş miting meydanında getirisini
toplamaya gelince onların alanlara sokulmadığıydı. 1 Mayıs 1977’den birkaç ay
önce daha dün omuz omuza kavga verdiğimiz arkadaşlarımız bizi tanımayarak
mitingden kovulmamıza onay vermiş, polisin ağır bir saldırısına maruz kalmıştık
Bursa’da.
Maocu umacısı, komünist hayaleti
"Tüm bunlar tarih. Bir şeyler hatırlanırsa belki fayda sağlar diye yazdım. Ama asıl niyetim bugüne paralellik kurmak.
Bugünkü TKP’den arkadaşlarımdan bazıları kızıyorlar ama, ben o günkü “Maocu” gruplarla bugünkü TKP’yi birçok yönden benzetiyorum. Daha doğrusu ona karşı alınan tavırda ilginç benzerlikler görüyorum. Bunlardan en önemli ikisi şu:
"Tüm bunlar tarih. Bir şeyler hatırlanırsa belki fayda sağlar diye yazdım. Ama asıl niyetim bugüne paralellik kurmak.
Bugünkü TKP’den arkadaşlarımdan bazıları kızıyorlar ama, ben o günkü “Maocu” gruplarla bugünkü TKP’yi birçok yönden benzetiyorum. Daha doğrusu ona karşı alınan tavırda ilginç benzerlikler görüyorum. Bunlardan en önemli ikisi şu:
"Olmadığı sıfatlarla anılmak: Bugünkü TKP Kemalist olmadığı halde bazılarınca
Kemalist görülüyor. Bazıları aksine Atatürk düşmanı. Bazılarına göre TKP Türk
milliyetçiliği yapıyor, bazılarına göre tam tersi Kürtçü, hatta PKK
işbirlikçisi. Bazılarına göre devlet düşmanı, cumhuriyet düşmanı, bazılarına
göreyse resmi ideoloji yanlısı. Hem Stalinist hem de aynı zamanda ulusalcı! Ne
söylendiği önemli değil, tüm bu pejoratif nitelemelerin işe yaraması önemli.
" İkincisi de temsiliyet laneti: Geçmişteki üçlü blok, yüz binleri etkilemesi
bir yana, hayli popüler, önemli isimler barındırıyordu içinde tek tek. Ama grup
kimlikleriyle ortaya çıktıklarında birden bire önemsizleşiyorlardı o insanlar.
68’in o çok saygın örgütlerini yöneten kişiler “Maocu” kimliğiyle söz söylemeye
kalktıklarında dakikasında bir hiçe dönüşüyorlardı medyada. Bakın bunun etkisi
hala devam ediyor. Ötelenmekten öyle bunalmışlar ki, muhtemelen, “Başlarım
televizyonlarınıza da, sizin düdük gerçeklerinize de…” deyip geçiyorlar. Adları
gazetelerde ancak öldürüldüklerinde çıkardı, grup adları yanlış yazılarak veya
yazılmadan. Bu başka anlamıyla tam sistem dışılıktır. O günün Cumhuriyet’inin,
sol medyanın bile bir tek kez hayırla anmadığı kayıp bir çevrenin ortak tepkisidir.
"Şimdi de TKP. Ona karşı da aynı şebeke medyası iş başında. Günümüzün en
kalabalık sosyalist grubu. Ama hiçbir konuda “Peki siz ne düşünüyorsunuz?” diye
sormuyorlar, hiçbir etkinliğini “görmüyorlar.” Köpek gibi merak ediyorlar, soL
Portal’a ikide bir giriyorlar, ama bu merakı aleni göstermekten it gibi
korkuyorlar.
"Boş verin. Sistem dışılık işte böyle bir şeydir. Daha akıllı kafalarla 1
Mayıs 1977 sabahının o göz yaşartan gür marşlarının yankısını, o müthiş
kitlenin coşkusunu bir kez daha yakalarsak bunların hiçbir önemi kalmaz.
Bazılarının asıl korkusu da bu.”
Kaan Arslanoğlu’nun yazısı burada
bitiyor.
*** ***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder