13 Ağustos 2012 Pazartesi

1 Mayıs 1977

Ne Anlatıyor?

Bugüne kadar 1977 Katliamı üzerine çok şey yazıldı, ancak daima katliam boyutuyla sınırlı kaldı. Burada tarihsel boyutuyla ele almayı gerekli gördük. Bir eksiği gidermek ve bir perspektif sunmak amacıyla. Yazımıza  konu olan Kaan Arslanoğlu'nun yazısına göndermeler yaparak değerlendirmelerde bulunduk.

          
   Gururla  Maoist Olduğumuzu Söyleriz
     1985 sonrası Sovyet yanlısı modern revizyonizm Glasnost-Perestroyka politikalarıyla birliktedünya kapitalizmine dahil olmuş, Maoizm ise hala dünya kapitalizmiyle savaşmaktadır. Bu nedenle Kaan Arslanoğlu’nun bu yazısı bir çok bakımdan gerçekleri yansıtmıyor. Amaçladığı tek şey Maoculuğu fululaştırmak ve sahte TKP’nin modern revizyonist ve sosyal-emperyalizme hizmet eden bir örgüt ve bir beşinci kol olduğunu gizlemektir.
      Örneğin TKP’nin çizgisi ne idi bundan bahsetmiyor. Bahsedemez, çünkü TKP’nin varlık nedeni revizyonist SBKP idi ve Afganistan’da, Kampuchea’da olduğu gibi Türkiye’de de bir işgal beklentisi içindeydiler. Bilindiği gibi Sovyet revizyonistleri özellikle 1978 sonrası dünyayı ele geçirmek için hegemonya mücadelesini silahlı olarak, işgaller olarak sürdürmeye başlamıştı. Ve 1978 ve 1979 yıllarında Kampuchea ve Afganistan işgal edildi. Ayrıca  Kastro’nun Kübalı askerleri birer paralı asker gibi Afrika’da cirit atıyordu. Kastro’nun ordusu tamamen Sovyetlerin elinde kukla bir orduydu ve rolü Afrika’daki mücadelelere müdahale etmekti. Kastro’nun Sovyet yanlılığından vazgeçmesi Sovyetler tarafından artık besleme bir ordu ve devlet olmaktan çıkması nedeniyledir. Aksi halde Kastro’nun Marksist-Leninistliği nedeniyle değildir.
     Devlete karşı mücadele eden diğer grupları goşistlikle, Maocu Bozkurtlukla suçluyorlardı. Bundan amaçları ne idi? Elbette solun gelişmesini önlemek, solu Sovyetler’e teslim olmuş ve işgale hayır demeyecek hale getirmekti.
     İsmail Bilen TKP’sinin ülkedeki varlık tarihi, 1973 yılında Yakup  Demir’in yerine İsmail Bilen’in Genel Sekreter seçilmesiyle olmuştur. O yıllara kadar Doğu Almanya’da sığıntı olarak yaşıyorlardı. Ve 1970’lerden itibaren Sovyetler Birliği sosyal emperyalist faaliyetlerine hız vermiştir. ABD ile dünya hegemonyası için yarışa girmiştir. Büyük bir silahlanma yarışı başlamıştır. 1973’lere kadar sesi soluğu çıkmayan İsmail Bilenler 1973 sonrası Rus rublesi ile gelişme göstermişlerdir. Politikada para önemli bir rol oynar.Onlar bunun bilincindeydiler. Ve o tarihten itibaren Öncü Yayınları, Atılım dergisi revaçta olmuştur. Bir de kendilerin   illegal hava
İsmail Bilen (Laz İsmail) 
vermeleri kitlenin gözünde cazip hale getirmiştir. Yurt dışından (Doğu Almanya) yayın yapan Bizim Radyo ve TKP’nin Sesi adlı radyoları da devreye girmiştir.
     İsmail Bilen TKP’sinin gelişme sağlamasında bir diğer çok önemli faktör Türkiye sol hareketinin 12 Mart yenilgisini yaşamış olmasıdır. İ.Bilen TKP’si 12 Mart yenilgisini yaşamamıştır. 12 Mart faşistleri esas olarak İbrahim-Mahir-Deniz hareketini ezmeyi esas almıştır. Bu mağlubiyeti fırsat bilen Sovyetler kuklaları İ.Bilen TKP’sini  kendi lehlerine kullanmıştır.

Maoizmin  ve Modern Revizyonizmin Doğuşu
      1 Mayıs 1977 katliamını anlamak için çok ötelere gitmek gerekir. Maoizm ve modern revizyonizmin doğuşu incelendiğinde bir çok gerçeğin gözler önüne serileceği muhakkaktır. Dünya politik arenasının dünden bugüne doğru anlaşılması bu iki temel olgunun (Maoizm ve Sovyet modern revizyonizminin) doğru değerlendirilmesine, doğru anlaşılmasına bağlıdır.
      Bilindiği gibi 1953’te Stalin’in ölümü ile iktidarı gaspeden Kruşçev kliği modern revizyonizmin tezlerinin temellerini attı. Bu konuda Komün Yayınları’ndan 1976’da çıkan  Leninizm mi, Modern Revizyonizm mi adlı kitap önemli bir kaynaktır. Yazılar, Çin Komünist Partisi’nin yayın organı Renmin Ribao ‘da yayınlanan ve Sovyet revizyonistleriyle yapılan tartışmaları içermektedir. Sovyet revizyonizminin ortaya çıkışı Çin Komünist Partisi’nde tepkiyle karşılandı. Ve aralarında ideoloji-politik bir mücadele başladı. Bu mücadele üç yıl boyunca dışarıya yansıtılmadan partiler arasında mektuplaşmalar şeklinde sürdü. Üç yıl sonunda Kruşçevcilerin iflah olmaz revizyonistler olduğuna karar veren Mao Tse-toung ve ÇKP MK’si  tartışmaları deşifre etti. Ve 1963 yılında tartışma metinleri kamuya açık olarak yayınlanmaya başladı. Ve bu olaydan itibaren Sosyalist Blok resmen ikiye bölünmüştü. Bir yanda Marksizm-Leninizmi temsil eden Mao Çin’i diğer yanda ise modern revizyonizmi temsil eden Kruşçev Sovyetleri.
      Ve Mao özellikle bu tartışmaların başlamasıyla birlikte parti içinde iki çizgi mücadelesinin kaçınılmazlığını gördü. Daha önceleri de Marksizme katkıları olan   Uzun Süreli Savaş Stratejisi ve Halk İçindeki Çelişmelerin Doğru Ele Alınması yazılarıyla          birlikte İki Çizgi mücadelesi ile de bir başka katkıyı sunmuş oldu. Bunun ardından Sovyet modern revizyonizmine tepki olduğu gibi sınıfsız topluma doğru önemli bir atılımı ve yine Marksizmin hazinesine bir katkıyı ifade eden Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni başlattı. Fakat karşı taraf yani Sovyet modern revizyonistleri ne yapıyordu. Onlar bir yandan Detant (Yumuşama) politikalarını savunuyor öte yandan iki yüzlü bir şekilde silahlanıyorlardı. Amaçları hegemonya savaşı (Üçüncü Dünya Savaşı) yoluyla dünya sosyal faşist Rus imparatorluğunu kurmaktı.  Mao, Sovyet modern revizyonistlerinin savaş hazırlığı içinde olduğuna bir çok kez işaret etti. Hatta bu konuda Mao’nun tezleri Üç Dünya Teorisi adıyla 1977 yılında yayınlandı. O yıl, Deng Siao-ping henüz ÇKP’yi ele geçirmemişti. Bu nedenle Üç Dünya Teorisi Marksist-Leninist Maoist bir teoriydi. Dünya’daki durumu inceliyor ve bu duruma göre strateji ortaya koyuyordu.
     "10 Nisan 1974 tarihinde Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC)’nin resmi temsilcisi olarak, Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmada Deng Siao Ping, ÇKP’nin 'uluslararası durum çözümlemesi' ile ilgili görüşlerini şöyle özetliyordu: 'Uluslararası ilişkilerdeki değişiklik gözönüne alınırsa, bugün  dünya aslında birbirleriyle hem ilişkili olan hem de çelişen üç kısım ya da dünyadan meydana gelmektedir. ABD ve Sovyetler Birliği ‘birinci dünya’yı meydana getiriyorlar. Asya, Afrika, Latin Amerika ve diğer bölgelerin gelişmekte olan ülkeleri ‘üçüncü dünya’yı meydana getiriyor. Bu ikisinin arasında kalan gelişmiş ülkeler ise ‘ikinci dünya’yı meydana getiriyor.' (Halkın sesi, s. 6)"
     Fakat Türkiye’de bunu anlayacak kapasitede devrimci azdı. Perinçek ve ekibi bu teoriyi 1977’de savunmasına rağmen 1978’den itibaren teoriyi çarpıtmaya ve ABD’ye hizmet eder hale getirene kadar tahrif etmeyi başardılar. Üç Dünya Teorisi dünyanın siyasal güçler bakımından üçe ayrıldığı tezine dayanır. Bu tezden önce de kendine Lenin’in tezini temel alır. Lenin’e göre emperyalizm çağında dünya ezen ve ezilen milletler olarak ikiye ayrılmıştır. Mao bu tezi göz önünde bulundurarak ezen milletleri de ikiye ayırır. Birinci kategori, Birinci Dünya dünya savaşını talep eden emperyalistler olarak. Dünya savaşı talebi olan emperyalistler ABD ve Rusya’dır. Ancak emperyalist olduğu halde dünya hegemonyası peşinde koşacak güçte olmayan hatta paylaşılması söz konusu olan emperyalistler de vardır ve bunlar İkinci Dünya’yı oluşturur. Öte yandan Emperyalist olmayan, dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan yarı-sömürge, yeni-sömürge ve Çin gibi sosyalist ülkeler de Üçüncü Dünya’yı oluşturmaktadır. Emperyalist savaşa karşı Üçüncü Dünya ortak tavır almalıdır. Öte yandan İkinci Dünya emperyalistleri tarafsızlaştırılmalı ve ABD veya Sovyet saflarına kaymaması doğrultusunda politika izlenmelidir.
      Bilindiği gibi 1970-1980 dönemi dünyada Esas Akımın Savaş olduğu dönemdir. Ve emperyalist dünya savaşının çıkması söz konusudur. 1980 sonrası ise Ruslar yaptıkları büyük harcamaları kaldıramaz oldular, ekonomik gelişme de sağlayamadıkları için ve ekonomilerini de askerileştirdikleri için çok zor durumlara düştüler; hatta içten yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya  geldiler. Bu kez Sovyet revizyonistleri aşamalı olarak güya “sosyalizm”lerini de terk ettiler. 1985’lerde Gorbaçov’un ekonomide Perestroyka, politikada da Glasnost politikaları tam anlamıyla kapitalizme yönelmeyi ifade ediyordu. Artık Sovyet modern revizyonizmi açıkça
Mihail Gorbaçov
kapitalizmi benimsiyordu.  Bu dönemde İ.Bilen TKP’sinin sesi soluğu çıkmıyordu. Ağabeyleri SSCB açıkça kapitalizmi benimsemişti. Bunlar ne yapacaktı. Bu dönemde Gorbaçov’un açık kapitalizmine en çok ABD ve Perinçekçiler seviniyordu. Halil Berktay eski Sovyet modern revizyonistleriyle ahbab-çavuş oldu. Ne oldu sosyal-faşistler,  ne oldu Maocu bozkurtlar, hepsi unutuldu. Halil Berktay Sovyetlerin Ankara Büyükelçisi Stephanov ile 2000’e Doğru dergisi’nde 2 sayı süren bir uzun röportaj yaptı. Fakat sosyalizmden, devrimden vazgeçmiş hain revizyonistlersiniz gibi kelimele asla kullanmıyordu. Ve açıkça modern revizyonist Sovyetler Birliği dünya emperyalist kapitalist sistemine eklemleniyordu.
     Yıllarca devrimcilere Maocu bozkurt diye saldıranlar hangi yüzle siyaset yapıyorlar.
     Bu olan biten karşısında hangi yüzle politika yapıyorlar.
     Bir de işin ilginç yanı TİP ve TSİP takımı gibi eski revizyonistlet TKP adında parti kurduktan sonra baş akıl hocaları Perinçek oldu. Buna ne demeli??? Bunları hala ciddiye alacak mısınız?
      1973’te Sovyetler’in canlandırdığı İ.Bilen TKP’si özellikle kurnaz, pragmatistti. Azılı Mao ve silahlı mücadele (THKP-C ve THKO) düşmanlığı yaptı. Bununla da yetinmedi kendisi gibi modern revizyonist olan TİP ve TSİP’e karşı saldırılarda bulundu. Mihri Belli, Şefik Hüsnü, Hikmet  Kıvılcımlı bile dışlandı karşı-devrimci ilan edildi.  Eylül 1974 tarihli Atılım bu konuda şöyle yazıyordu: “TKP’nin kurucuları ve onlardan sonra gelen kuşaklar, Parti içinde Marksçı-Leninci ilkeleri yozlaştıranlara karşı, burjuva ajanlara, provokatörlere karşı çetin bir savaş yürütmüşlerdir. TKP -zaman zaman- bunların kara listelerini gazetelerinde yayınlamış, açıklamıştır. Doktor Hikmet Kıvılcımlı bunlardan biridir. 1929 tutuklanmasında partiye en iğrenç alçaklığı yapmıştır. Partiyi bölmüştür. İzmir’de lumpenlerden kurduğu bir lumpen grubun eliyle TKP’nin onurunu lekelemiştir. Komünist morali olmayan bu yaratık TKP’den kovulmuştur. Bu akıl hastası megaloman, Şefik Hüsnü Değmer’in çömeziydi. Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuştu, provokatör Mihri Belli’yi partinin başına saran doktor Şefik Hüsnü olmuştur. “
     “ Maoculara, karşı-devrimci ajanlara  karşı savaş faşist saldırılara karşı savaştan ayrılamaz.Sahtecilere, Maoculara, Kıvılcımlıcılara karşı savaş, faşist saldırılara karşı savaşla örülüdür. Savaş, sonuna kadar.!”
      Şefik Hüsnü’yü, Kıvılcımlıyı, Mihri Belli’yi bu şekilde eleştiren İ.Bilen TKP’si iş CHP’ye karşı tavra gelince bambaşka oluyordu. Devlet partisinden başkabir şeyolmayan CHP 1973 seçimlerinde 1980 seçimlerine kadar daima desteklendi. TKP revizyonizmi oraya sızdı. TİP’in seçimlere katılması dahi oyları bölüyorsunuz diye eleştirildi. CHP sahte TKP’nin Ulusal Demokratik Cephesi’nde görülüyordu.  CHP ”Demokratik özgürlüklerden yana hükümet kuracak parti” olarak niteleniyordu. 
      TKP modern revizyonizmi devrimin önünde önemli bir engeldi. DİSK’te önemli bir varlığı vardı. Aydınların pasif ruhlarına da hitap ettiğinden onları da etkiliyordu. Mühendis Odalarını ellerine geçirmişlerdi. Ancak TÖB-DER yönetimi TSİP revizyonistlerinin elindeydi. TKP, TSİP’i “devşirme parti” olarak niteliyordu.
      Şefik Hüsnü’nün önderlik ettiği TKP 1951 tevkifatından sonra dağılmıştı. Sovyet revizyonistlerinin 1956’lardan sonra TKP’ye kanca atması ve  modern revizyonist hale getirmesi başlar. Bu tarihten sonra TKP Doğu Almanya’dan yönetilir başında da Yakup Demir (Zeki Baştımar) adlı revizyonist vardır. 1973 TKP’nin Sovyetler tarafından ülkemizdeki güçlü bir şekilde politikaya sokulması söz konusudur. Aynı yıl TKP Genel  Sekreterliği’ne de İsmail Bilen kuklası seçilir. Yakup Demir uzun yıllar önemli olmayan bir şahıs olarak TKP içindedir. Şefik Hüsnülerin 1951 tevkifatı ile ona gün doğar.  1956 sonrası (Stalin sonrası) Yakup Demir-İsmail Bilen ikilisi Sovyet revizyonizmindeki bütün tezleri desteklemiş ve onların birer kuklası haline gelmişlerdir. Bugün onların takipçileri hangi yüzle siyaset yapıyor? Uşak ruhluları devrimciden mi sayıyor?
      1 Mayıs 1977 öncesi Türkiye’deki politik mücadeleye damgasını vuran
Yakup Demir
modern revizyonizm ile anti-revizyonizm arasındaki mücadeleydi. Bütün parti ve siyasal çizgiler, fraksiyonlar Sovyet yanlısı veya anti-revizyonist oluşuna göre siyasal alanda mevzileniyordu. O zamanın esas sol güçleri diyeceğimiz Partizan, Dev Yol ve Halkın Kurtuluşu anti-revizyonist çizgideydiler. Dev Yol her ne kadar Sovyetleri revizyonist kabul etse de Mahir Çayan’ın Kesintisiz Devrim’deki tezleri nedeniyle Sosyalist Blok’ta görüyordu. Bu yönüyle orta yolcuydu. TKP’nin Dev Yol’a bakışıise goşist nitelemesinde ifadesinde buluyordu. Perinçek ile İ.Bilen TKP’sinin tek ortaknoktası THKO ve THKP-C çizgilerine bakışta birleşiyordu. Her ikisi de THKP-C ve THKO’yu maceracı, bireysel terörist, goşist olarak görüyordu. Ancak tavır ve fikir olarak Dev Yol ve Halkın Kurtuluşu Maoizme daha yakındı. Hatta Halkın Kurtuluşu 1976’da Maoizmi benimsemişti. Mahir Çayan da Büyük Proleter Kültür Devrimini kabul ediyordu.

1 Mayıs Öncesi
      Tekrar 1 Mayıs öncesine değinecek olursak, o yıllarda TKP işçiler içinde özellikle DİSK’te önemli bir güce sahipti.DİSK yönetimini ele geçirmişlerdi, bunda CHP ile dostluk çizgisi izlemeleri Dev Yol, Halkın Kurtuluşu gibi  grupları goşist olarak gammazlamaları ve Mao’yu savunanları Maocu Bozkurt olarak nitelemelerinin önemli rolü vardı. Sosyal emperyalizmin uzantısı olan TKP sol içinde tek güç olamayacağını bildiği için  solu tecrit etmek için her yolu deniyordu. 1 Mayıs kutlamaları da bu tecrit politikasının örneklerinden biriydi. TKP revizyonizmi anti-revizyonist olan diğer solları Taksim 1 Mayıs alanına almak istemiyordu. Bunu günler öncesinden açıklamıştı. Şayet girerlerse onları provokasyon yapmakla suçlayacaktı. Devletin politikası ile TKP politikası burada birleşiyordu. Devlet silahlı mücadeleyi savunan ve Sovyetlere dayanmayan soldan daha fazla çekiniyordu. Devlet gerek TKP’yi gerekse anti-revizyonist solları düşman gördüğünde 1 Mayıs’ta meydana gelebilecek provokasyon ile solları halktan tecrit  yönünde  bir zafer kazanmış sayacaktı kendini. TKP’de saldırıya  uğradık propagandasını yaparak diğer solları teşhir ve tecrit etmeyi düşünüyordu. Tabii bu koşullarda ortam da müsaitti ve derin devletin provokasyonu yaşandı. 37 insan can verdi. Yüzlerce yaralı ve halkın sola bakışında bir ümitsizlik belirdi.
      Kaan Arslanoğlu’nun dediği gibi Maocu adı artık kötüleme ve ötekileştirme anlamı taşıyamaz tam tersine şereftir, onurdur ve Marksizmin Lenin’den sonraki bir aşaması anlamını taşır. Mao’nun tezlerinin doğruluğu zaman içinde doğrulanmış ve haklılığı ortaya  çıkmıştır. Maoizm adı artık burjuvazi ve gericiler için revizyonistler için bir tedirginlik ve korku kaynağı haline gelmiştir. Mao’nun karşıtı olan Sovyet modern revizyonistleri ve onların ülkemizdeki uzantıları olan İ.Bilen TKP’si TİP ve TSİP gibi çizgilerin haksız ve devrimci olmayan bir karakter taşıdıkları ortaya çıkmıştır. Çünkü Sovyet revizyonizmi modern revizyonizmden açık kapitalizme geçmiş ve sosyalizmden vazgeçtiğini açıkça ilan etmiştir. Yalnız Sovyet revizyonistleri değil onun işbirlikçileri olan Vietnam, Bulgaristan, Romanya, Polonya, Macaristan, Çekoslavakya da dünya kapitalist sistemine dahil olmuşlardır. Bu nedenle modern revizyonizm kaybetmiş Maoizm kazanmıştır. Artık devrimciler gururla Maoist olduklarını söyleyebilirler.
 Ve Maoistler için gurur verici bir diğer olgu da onların kuyrukçu olmamalarıdır. Sovyet revizyonistleri Stalin’in ölümünden sonra iktidara gelir gelmez sahte TKP revizyonistleri Yakup Demirler bunlara biat ederek derhal Kruşçevci olmuşlardır. Ancak Maoistler Çin devrimci iktidarının Deng Siao-ping revizyonist çetesi tarafından ele geçirilmesiyle birlikte Dengçi revizyonistler olmamışlardır. Tam tersine Deng revizyonizmine onun kapitalist yoluna karşı Mao Tse-toung’u ve Büyük Proleter Kültür Devriminin önderleri Jiang Quing, Çang Çun-çiao, Yao Ven-yuan, Vang Hung-ven’i savunmuşlardır.
1 Mayıs Sonrası
     Gerek devlet ve burjuva basın gerekse modern revizyonistler 1 Mayıs katliamı sonrası suçlu yaratma çabası içine girdiler. Bu suçlu elbette ki, rakipleri “Maoistler” olacaktı. O zamanın TSİP Başkanı modern revizyonist Behice Boran şöyle diyordu: “Kamuoyunun önemle dikkatini çekmek istediğimiz birinci nokta, 1 Mayıs’ta Taksim’de katliama dönüşen olaylarda Maocu grupların oynadıkları rolün bu akımın gerçek yüzünü bir kez daha açığa çıkarmış olmasıdır.” (Behice Boran, 2 Mayıs 1977 tarihli basın açıklaması)
     Bir başka modern revizyonist olan DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler de şöyle diyordu: “CIA denetimindeki faşistler ve onlarla işbirliği halinde olan Maocu komandolar da kendi planlarını hazırlıyorlardı.” (DİSK Genel  Başkanı Kemal Türkler’in 1 Mayıs katliamıyla ilgili basın açıklaması)
     Yine bir başka ünlü modern revizyonist olan sahte TKP’nin başı İsmail Bilen ise şöyle diyordu: “Bu saldırı hükümet, CIA, MİT (Türk gizli polisi) faşist komandolar ve Maocular tarafından ortaklaşa düzenlenmişti.” (İsmail Bilen, Ürün, Ağustos 1977, sayı.38, s.10-11)                                                             Kemal Türkler
     Sovyet modern revizyonizminin işbirlikçileri Maoistleri, faşist hükümet güçleri ve MİT ve CIA ile işbirliği yapmakla suçlayarak yıpratmak istiyor; tecrit etmeyi amaçlıyordu. Aslında durum tam tersine idi. İki süper devletin işbirlikçilerinin ülkemizdeki hegemonya mücadelesinden bir bölümdü 1 Mayıs katliamı. Ve bu hegemonya mücadelesinde modern revizyonistlerden ziyade Maoistleri tecrite önem veriyordu devlet ve ABD. Revizyonistler hegemonyacı güçlerin gözünde pasifist ve efendisinin hamlelerine muhtaç bir haldeydi. Kendi iradesiyle hareket edemezdi. Aynı şey ABD işbirlikçi güçleri için de geçerliydi.. Onlar da ABD’nin izinsiz hareket edemezdi, ettiği taktirde tasfiye edilirdi. Nitekim 1 Mayıs 1977’nin (her ne kadar karanlıkta kalan bir katliam olsa da ) katliamdan sonraki sonuçlarına baktığımızda, ordu içindeki faşist kliklerden birinin tasfiye edildiğini görüyoruz. O günün Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Namık Kemal Ersun emekli edildi. Ayrıca 200 subay- astsubay ve iki general de tasfiyeye tabi tutuldu. Bir temizlik gerçekleşti. Derin Devlet'in bir kanadı çökertildi. 1 Haziran 1977’de yapılan temizlikte MHP yanlısı ünlü faşist eski TRT Genel Müdürü Korgeneral Musa Öğün, Türkeş’in dünürü Şahap Homriş ve damadı Davut Homriş ve de ünlü MİT’çi Hiram Abas, Özel Harp eski başkanı Recai Ergin tasfiyeye uğruyor.
     Namık Kemal Ersun
1. Ordu Komutanı Org. Adnan Ersöz Genel Kurmay Başkanlığı “00” (Oscar Oscar) bir mesaj gönderir.Yetkili olduğu birimlerde Namık Kemal Ersun’un darbeye hazırlık konuşmaları yaptığını söyler ve gereğinin yapılmasını ister.
     İşte bu mesaj bile ordu komutanlıkları arasındaki çelişkiyi ortaya sermektedir.
     Derin Devlet içindeki rakip-çelişkili güçler 1 Mayıs 1977 katliamına göz yummuş ancak bu katliamı bahane ederek darbe yapılmasını önlemiştir. Bunu şuradan da anlıyoruz. 12 Eylül darbesi NATO’nun Türkiye kanadını Sovyetlere karşı güvenceye almak ve de gelişen solu tasfiye etmek için yapılmıştı. Bu gerçeğin üstünü örtmek için “anarşi-terör yalanları gündeme getirildi. Kardeş kavgası vardı söylemine sarıldılar, MHP’lileri de hapsettiler siyasal partilerin faaliyetlerini durdurdular. Parti başkanları tutuklandı vs. Darbeye genel bir asayiş ve genel bir huzur sağlama havası verildi. Plan ABD tarafından hazırlandığından profesyonelliği tartışılmaz derecedeydi. Ve onlar amaçlarına ulaştılar. Namık Kemal Ersunların yapacağı bir darbe muhakkak sola hizmet ederdi. Çünkü işin başında doğrudan faşist olarak bilinen güçler bulunacaktı. Darbe emir komuta zinciri içinde yapılmayacaktı ve böylece egemenler arasındaki çelişki de darbeye güç kaybettirecekti. Kenan Evren gibi sosyal demokrat bilinen ve Haydar Saltık gibi Alevi olan bir generalin baş darbeci oluşu kitlelerin gözünde büyük yanıltıcı rol oynadı.
*** ***

1 MAYIS 1977'NİN KAYIP MAOCULARI
   Kaan Arslanoğlu   
   "Meşum 77 katliamıyla ilgili tartışmalar eski bir dönemin dilini hortlattı. Maocular yukarı, Maocular aşağı… Bir Maocu… Maocu gruplar… lafı yürüyor ki, sormayın gitsin. Bizim sol bile jargonu aynen kaptı, kapmamak mümkün mü? “DİSK adına Maocu gruplarla görüşmeler yapan Mehdi Beşpınar” diye yazmış arkadaşlar.
     "İşin garibi bir tek “Maocular” suskun. Kimse onlara bir şey sormadığı gibi, kendileri de söylemiyorlar. Bu durumda bazı gerçekleri açıklamak kala kala bana düştü.
     "Madde bir:Maocu” nitelemesi sol içinde bir tarafın öteki tarafı nitelemesidir. Pejoratif, yani kötüleme amacı taşıyan bir kavramdır. Söz konusu grupların hiçbiri kendini “Maocu” olarak görmüyordu. Sadece bir kısım sol çevreler değil, sağ da onları “Maocu” olarak anıyordu, toplumda arkaik bir korku yaratmak için kullanılan umacı kavramdı. Bu gruplar kendilerini gerçek Marksist-Leninist sayıyorlardı (Öyle olduklarını söylemiyorum). Maocu olarak etiketlenmelerine neden olan şeylerse şunlardı: Başlangıçta Çin-Arnavutluk çizgisini benimsemek, Mao’yu Marksist-Leninist bir usta olarak görmek, dört büyük ustanın (Marx-Engels-Lenin-Stalin) kafalarının yanına Mao’yu eklemek. Yazılarda ara sıra “Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi” lafı da geçerdi, çok sık değil. Onlar kendilerine “Maocu” denilmesini sahte Marksistlerin propagandası sayıyorlardı.
     “Maocu” nitelemesini canı gönülden kabullenmeseler de (yine aynı nedenlerle) buna ötekiler kadar ifrit olmayan iki grup daha vardı. Biri bildiğimiz Aydınlık grubu, öteki TKP/ML-TİKKO hareketi. Her ikisi de 1 Mayıs 1977’ye grup olarak katılmadılar.
    " Nitekim 1977’de başlayıp 78’de hızla tamamlanan bir süreç içinde, 1 Mayıs 1977’ye üçlü blok olarak katılan söz konusu yapılar Çin’e karşı sert muhalefete başlayıp Arnavutluk çizgisinde Ortodoks Stalinist bir raya oturdular. Doğrudur, Halkın Yolu’nun lider kadrosunun büyük bölümü Aydınlık’a geçti. Ama kalanlar aynı adla devam ettiler. Halkın Kurtuluşu gelişmeden kârlı çıktı, daha da büyüdü. Halkın Birliği, ötekiler kadar geniş olmasa da etkili bir gruptu. O da AEP çizgisine geldi. Ne ki bunlar hala “anti-Sovyetik”tiler ve dolayısıyla en sadık mertebede Stalincilikleri bile üstlerine yapışan Maocu yaftasından onları kurtaramadı. Sovyetler’e karşıysan Maocusun, ister beğen ister beğenme!
    "Madde iki: O gün yaşananlarla ilgili sol kesimden söylenenlerin büyük bölümü bana göre de doğrudur. Şu devam eden bazı şeyler olmasa (grupları birbirine karıştırma, bazılarını ötekileştirme falan…) samimi olan herkesin gerçeği doğru görmesi sevindiricidir.
     "1 Mayıs 1977’ye Halkın Yolu saflarında katılmıştım. İstanbul’u bilmiyordum, dışarıdan gelmiştik, bilen arkadaşlar nereye gidiyorsa ben de oraya gidiyordum. Kortej önce Site Yurdu’nda, sonra Saraçhane’de toplandı. Muazzam bir ortamdı. O sabah öğleye dek hissedilen tam bir devrim heyecanıydı, ancak öyle anlatabilirim. Ne ki coşku giderek yerini bezginliğe ve öfkeye bırakmaya başladı, çünkü harekete geçemiyorduk. Öndeki DİSK barikatıyla saatler süren pazarlıklar yaşandı. Tüm gruplar yanımızdan geçti gitti, bir tek biz kaldık engelin ardında. Arkadan baskı geliyordu, “Ne duruyoruz, yarıp geçelim!” Fakat liderlerimiz yine de aklı başında gençlermiş, çoğu 24-25 yaşında, düşünün… Neden sonra barikat geri geri çekilmeye başladı. Bizim yürüyüş de başladı. Tekrar neşelenmiştik. Olağanüstü coşkulu, tüyler ürperten on binlerce kişilik bir kalabalık. Fakat engellemeler nedeniyle yine çok ağır ilerliyorduk. Ben en ön grubun 600-700 metre gerisindeydim. Taksim’e yaklaştığımızda tekrar durduk. Saat iyice geç olmuştu. Heyecan ve sabırsızlık doruk noktasındaydı. O son birkaç dakikalık beklemenin ardından öndeki arkadaşlarımız panik içinde değil, ama şaşkın suratlarla ve hızlı adımlarla geri dönmeye başladılar. Herkes birbirine soruyordu: “Ne oldu? Niye alana girmiyoruz?” “Alanda çatışma çıktı” diyorlardı. Sonra “Tepebaşı Gazinosu’nda toplanıyoruz” diye bağırdılar. Bir süre sonra oraya gittik. Kala kala üç dört bin kişi buluştuk orada. Büyük kesim gelememişti toplanma noktasına. O zamanlar çok sevdiğim ve saydığım bir önder kadromuzu koluna girilmiş getirdiler. Yaralıydı bacağından. Sordum, “Önemli değil, kurşun sıyırmış” dediler. (Sonra Halkın Yolu’nun liderliğini üstlenmiştir, nerelerdesin, neden iki söz de sen etmezsin?) Ardından tanımadığım birkaç kişi “Dağılıyoruz yoldaşlar!” diye bağırdı, dağıldık. O gün ne bir çatışma gördüm, birkaç yaralı dışında ne büyük bir olay havası, ne de tek bir polise rastladım. Neden alana giremediğimizi sormaya devam ediyorduk kendi kendimize.
     "Dönüş yolunda saat saat her şeyi öğrendik. Mitingi basmıştık ve otuzdan fazla insanı öldürmüştük! Radyo böyle söylüyordu. Alana giremeden bunu nasıl yaptığımızı korku dolu bir merakla düşünüyorduk.
    "Sonraki bir hafta, özellikle ilk üç dört gün kabus gibiydi. Birçok sol grup ve lider de bizi suçluyordu. Suçluluk duygusu bir yandan, endişe öte yandan. Polis birçok yerde “Maocu” avı başlattı. Birçok arkadaşımız saklandı, ev değiştirdi. Ön barikatta görevli olduğunu bildiklerimi arayarak durumu sordum. Söylenenler hep bugün söylenenlerin benzeriydi. Birkaç itişme kakışma dışında DİSK veya İGD barikatıyla ciddi bir dövüş bile yaşanmamıştı. Sonra her yerden kurşun yağmaya başlamıştı. Panzerler ara sokaklara kaçan kalabalığı oralarda bile sıkıştırmıştı. Birçok arkadaşımız saatlerce bu panzerlerle çatışmıştı.
     "Bir hafta kadar sonra artık her şey anlaşıldı. Olayın 1. Derece suçlusu değildik. Sadece 2. derece en önemli suçlusuyduk!
     "Madde üç: İnkar etmeyelim. Sosyalist solun adam gibi bir özeleştiri yaptığını ben görmedim. Çok sıkıştırılırlarsa ya karınlarından konuşurlar, bir şeyler gevelerler ya da susarlar. Susuyorlarsa artık demek ki özeleştiri yapıyorlar! Şimdiki Maocu suskunluğu ben buna bağlıyorum. Bakın jargon bana da bulaştı. DİSK’in tertip komitesi çıkıp konuşuyor da, o zamanki bizim “tertip komitemiz” nerede? Özeleştiriyi bir de şundan anlıyorsunuz: Aynı şey tekrar edilmemişse demek ki yanlış yapıldığı kabul edilmiştir. 1978 1 Mayıs’ına İstanbul’da katılmadık. İşte özeleştiri!
     "Tabii suskunluğun bir nedeni de o zamanki liderlerimizin büyük ölçüde buharlaşıp uçması. Ölenler, öldürülenler oldu, HY’den, Aydınlık’a geçenler oldu. Çok büyük bölümü ise siyasetle ilgilenmez oldu. Siyasete devam edenlerinse (HK’den birkaç kişi) eski kimlikleriyle neredeyse ilgileri kalmadı. Kalkıp ne konuşsunlar, öyle etkisizler ki. Bu aynı zamanda başka bir lanete bağlı, ona da yazının sonunda değineceğim.
     "1977’de alanı tutanların da pek bir özeleştirisi yok. Tertibin geleceği neredeyse bir ay öncesinden biliniyormuş. Ama kimse burnundan kıl aldırmamış (Doğruya doğru: Aydınlık bunu açık açık söyledi haftalar öncesinden. Olay sonrası ise fırsatçı bir tavır aldı ve bu tavrının yararını gördü, Halkın Yolu’nu eritti). Şimdi bir sürü soru soruluyor. Haklı ve doğru sorular. Ama oluşan bu büyük gerilime o zamanki grupların yaklaşımı doğru muydu? Ayrıca 1 Mayıs öncesi İstanbul ve İzmir’de Halkın Kurtuluşu’ndan iki devrimciyi öldüren sol gruptakiler, tetiği çekenlerin gerçekten kimler olduklarını biliyorlar mıydı? “Netekim”ler göstere göstere plan yapıp uygulamaya sokmuşken, nitekim üç yıl sonra darbelerini de yapacakken, hadi bizim liderler gençti, yaşlı başlı liderler ne tutum almıştı? “Devrimciler” romanımın sonuna doğru bu kanlı 1 Mayıs öncesi gerilimi anlatmıştım hayli uzun.
     "Söz konusu büyük gerginlikten, ki darbeye dek sürdü, Sovyet kanadı da fayda sağlıyordu, karşıt gruplar da, o zaman “ortayolcu” dediğimiz kesimler de. Ya da fayda sağladığına inanılıyordu. Bu şekilde daha çok kitle toplanabileceği düşünülüyordu değişik mekanizmalarla. Kısmen o fayda sağlanıyordu belki. Ama neye yarar, sonuç ortada.
     "Benim hatırladığım, nerede hır gür, ciddi bir çatışma çıksa bu “Maocu”ların hüsnü kabul gördüğü, el üstünde tutulduğu, ama iş miting meydanında getirisini toplamaya gelince onların alanlara sokulmadığıydı. 1 Mayıs 1977’den birkaç ay önce daha dün omuz omuza kavga verdiğimiz arkadaşlarımız bizi tanımayarak mitingden kovulmamıza onay vermiş, polisin ağır bir saldırısına maruz kalmıştık Bursa’da.
Maocu umacısı, komünist hayaleti
      "Tüm bunlar tarih. Bir şeyler hatırlanırsa belki fayda sağlar diye yazdım. Ama asıl niyetim bugüne paralellik kurmak.
Bugünkü TKP’den arkadaşlarımdan bazıları kızıyorlar ama, ben o günkü “Maocu” gruplarla bugünkü TKP’yi birçok yönden benzetiyorum. Daha doğrusu ona karşı alınan tavırda ilginç benzerlikler görüyorum. Bunlardan en önemli ikisi şu:
    "Olmadığı sıfatlarla anılmak: Bugünkü TKP Kemalist olmadığı halde bazılarınca Kemalist görülüyor. Bazıları aksine Atatürk düşmanı. Bazılarına göre TKP Türk milliyetçiliği yapıyor, bazılarına göre tam tersi Kürtçü, hatta PKK işbirlikçisi. Bazılarına göre devlet düşmanı, cumhuriyet düşmanı, bazılarına göreyse resmi ideoloji yanlısı. Hem Stalinist hem de aynı zamanda ulusalcı! Ne söylendiği önemli değil, tüm bu pejoratif nitelemelerin işe yaraması önemli.
    " İkincisi de temsiliyet laneti: Geçmişteki üçlü blok, yüz binleri etkilemesi bir yana, hayli popüler, önemli isimler barındırıyordu içinde tek tek. Ama grup kimlikleriyle ortaya çıktıklarında birden bire önemsizleşiyorlardı o insanlar. 68’in o çok saygın örgütlerini yöneten kişiler “Maocu” kimliğiyle söz söylemeye kalktıklarında dakikasında bir hiçe dönüşüyorlardı medyada. Bakın bunun etkisi hala devam ediyor. Ötelenmekten öyle bunalmışlar ki, muhtemelen, “Başlarım televizyonlarınıza da, sizin düdük gerçeklerinize de…” deyip geçiyorlar. Adları gazetelerde ancak öldürüldüklerinde çıkardı, grup adları yanlış yazılarak veya yazılmadan. Bu başka anlamıyla tam sistem dışılıktır. O günün Cumhuriyet’inin, sol medyanın bile bir tek kez hayırla anmadığı kayıp bir çevrenin ortak tepkisidir.
     "Şimdi de TKP. Ona karşı da aynı şebeke medyası iş başında. Günümüzün en kalabalık sosyalist grubu. Ama hiçbir konuda “Peki siz ne düşünüyorsunuz?” diye sormuyorlar, hiçbir etkinliğini “görmüyorlar.” Köpek gibi merak ediyorlar, soL Portal’a ikide bir giriyorlar, ama bu merakı aleni göstermekten it gibi korkuyorlar.
    "Boş verin. Sistem dışılık işte böyle bir şeydir. Daha akıllı kafalarla 1 Mayıs 1977 sabahının o göz yaşartan gür marşlarının yankısını, o müthiş kitlenin coşkusunu bir kez daha yakalarsak bunların hiçbir önemi kalmaz. Bazılarının asıl korkusu da bu.”
 Kaan Arslanoğlu’nun yazısı burada bitiyor.
*** ***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder